OluÅŸturulma Tarihi: Mart 01, 2000 00:00
SANAT, ŞİDDET VE ÖLÜMSon bir sene zarfında uzun zamandır görmediğimiz kadar ceset gördük. Belki de alışkanlık oldu, ceset görmeden yaşayamıyoruz artık. Baksanıza, yapılan tüm anketler halkın büyük bir kısmının Hizbullah'ın işkence kasetlerini seyretmek için ne kadar büyük bir iştahla bekledığini gözler önüne serdi.Bu yazıdaki amacım, halkımızdaki yaygın şiddetseverliği kurcalamak değil. Asıl sebep, ülkenin mezarlığa çevrilmiş olmasının ve ortaya çıkan kasetlerin bana bir sanatçının yerleştirmesini anımsatması. Sene 1995'ti yanılmıyorsam. Ankara'ya giden bir arkadaşım görmüş ve paniğe kapılmıştı. Ona göre ya bir çatışma olmuş ya da bomba patlamıştı. Şimdilerde tüm devlet büyüklerimizin diline doladığı cümleyle: "O günler terörün yaygın olduğu günlerdi!") Döndüğünde hayretle anlatıyordu gördüklerini. "İnanamazsın!" demişti, "sanki İkinci Dünta Savaşı Almanyası'ndaki bir gara indim!". Arkadaşım uzun bir tren yolculuğundan sonra vardığı Ankara Garı'nda trenden inince yerde uzun, siyah bir örtü görmüştü. Örtüdeki kabartılar, altında ölüler dizilmiş izlenimi yaratıyordu insanda. Selim Birsel tarafından bir sanat projesi kapsamında gara yerleştirilmişti. Arkadaşım daha bu anın şokunu üstünden atamadan bir dergide Selim Birsel'in işinin "insanları rahatsız ettiği ve şikayetçi oldukları" gerekçesiyle toplatıldığını okuduk. Bu sefer ben şaşırmıştım. Daha doğrusu şaşıracak o kadar çok şey vardı ki! Yetkili mercilerin bir çağdaş sanat ürününü yasaklamasına, hatta (yasaklamış olasalar da affettirici sebep olabilir) yapıtın içeriğini bir nebze de olsa kavramalarına, insanların yapıttan duydukları rahatsızlığı dile getirmelerine ve sinirleri alınmış toplumumuzun tepki vermesine …ve liste uzayıp gitti. Pekiyi, nasıl olur da bir toplum gardaki siyah bir örtüye dahi bakamazken plastik ceset torbalarının taşınmasını büyük bir dikkatle izliyor? Şiddeti bu ölçüde içselleştirmemiz nasıl gerçekleşti? Elbette bunlar toplumbilimcilerimiz tarafından açıklanması gereken sorular. Ama ilgilendirdiği diğer bir kitlenin de sanatçılar olduğu kesin. Benim de asıl dikkati çekmek istediğim ise sanatın şiddet - ölüm ikilisine gösterdiği ilgidir. Toplumdaki şiddet merakı, sanatçılarımız için engin bir kaynak niteliğine büründü. Her gün üçüncü sayfaları dolduran, birbirinden dehşetengiz cinayetlere, şehrin göbeğindeki "villa-mezar"lar, televizyon kanallarında adeta "loop" eden şiddet yüklü Uzakdoğu - Uzakbatı antetli
filmler karşısında sessiz kalamaz sanatçı, kalmamalıdır da! Burada "Üçüncü Sayfa" filmiyle Zeki Demirkubuz'u anmamak hata olur kanaatimce. Sıradan insanların hayatlarına çevirince kamerayı, aile içi ÅŸiddetten mafya zorbalığına kadar günlük hayatlarımızdaki kaba kuvveti, kısacası bizleri görüntüledi usta yönetmen. Ä°rlanda'da yaÅŸayan Türk asıllı sanatçı Handan Warren, geçen sene Londra'da sergilediÄŸi iÅŸinde futbol ve ölüm iliÅŸkisini dünya çapına taşıyarak sorguladı. Kulüp flamalarını, kendi ördüğü mermi ve kurukafa desenli dantelle kaplayan Warren; duvara da sevinç gösterilerinde holigan kurÅŸunlara hedef olan, dünyanın birçok ülkesinden kurbanların fotoÄŸraflarını asmıştı. Zeynep Göktan ise geçtiÄŸimiz yıl bir galeriyi teneke ve kefenlerle kaplayarak mezara dönüştürmüştü. KeÅŸke tüm bu iÅŸleri usta bir küratörün organizasyonunda Taksim Meydanı'nda toplu halde sergileyebilsek! Bu sayede sanatçı denen kiÅŸilerin ileri görüşlülüğünü, sanatçı duyarlılığı denen ÅŸeyin okul yaptırmaktan ibaret olmadığını, toplum ve sanatın içiçeliÄŸini vurgulayabilir; izleyicilerin dikkatini ÅŸiddet ve ölümün Hizbullah'ın katliamlarından daha farklı boyutları da olduÄŸu noktasına taÅŸIyabiliriz. Sanırım ÅŸu aralar çoÄŸu sanatçımız, bu temaları içeren iÅŸleri tasarımlama aÅŸamasındalar. DoÄŸum sancısı bitince ortaya kimbilir neler çıkacak… Serkan ZÄ°HLÄ° - 1 Mart 2000, ÇarÅŸamba Â
button