Şam'ın Batı'yla yakınlaşmaya ihtiyacı var mı?

Güncelleme Tarihi:

Şamın Batıyla yakınlaşmaya ihtiyacı var mı
Oluşturulma Tarihi: Ekim 23, 2009 17:46

İşte dünyanın önde gelen basın organlarında 22-23 Ekim tarihlerinde öne çıkan güncel köşe yazıları:

THE GUARDIAN

    

Ian Black: Şam’ın Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’la ilişkileri ilerler ancak Hariri davası ilerlemezken Batı ile yakınlaşmaya hala isteği ve ihtiyacı var mı? Esat belki de istediğini zaten aldı. Suriye yalnızlığını büyük ölçüde kırdı. Son günlerde Şam’a gidip gelenler eksik olmuyor. Muhaliflere yönelik yeni tutuklamalar ve AB ile ortaklık anlaşmasının imzalanmasının ertelenmesi soru işaretleri doğurdu.

 

AB ile ilgili erteleme daha iyi ekonomik şartlar elde isteğinden kaynaklanıyor olabilir. Şam’ın güvenlik bürokrasisi muhaliflere karşı sert olma refleksini koruyor. Hamas’a verdiği destek nedeniyle ABD’nin ülkeye koyduğu ambargolar da hemen kalkacak gibi görünmüyor. Şam İran’la ittifakından da hemen vazgeçecek değil.  

 

Başyazı: İran Viyana’da varılan anlaşmayı tekrar müzakere etmeye çalışmamalı. Tahran daha önce sadece “daha çok konuşma hakkında konuşma” öneriyordu. Şimdiyse bilindiği gibi zenginleştirilmiş uranyumunun dörtte üçünün Rusya’da sadece sivil reaktörde kullanılabilecek şekilde işlenmesini kabul etme noktasına geldi.

 

Bu değişiklikte, içeride seçim sonrası yaşananlar, Pakistan ve Afganistan’daki çatışmaların İran’ı etkilemeye başlaması ve Kum’da varlığı ortaya çıkarılan tesis neden olmuş olabilir. Belki de İran’ın elinde çok fazla zenginleştirilmiş uranyum var. Ama Washington’daki rejim değişikliği ve bununla gelen diyalog siyasetinin önemini de kaçırmayalım.

 

Ama unutmayalım Viyana’daki anlaşma sadece Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na zaman kazandırıyor (yaklaşık bir yıl), zenginleştirmeyi durdurmuyor. İranlıların bilinenden daha fazla zenginleşmiş uranyuma sahip olmadığından emin olamayız, aynen denetçilerin Kum’la ilgili tüm bilgilere sahip olacaklarından emin olmadığımız gibi. 

 

Ama anlaşma gerçekleşirse bölgedeki gerilimi yatıştıracak, hem İsrail’in hem de İran’ın elini bağlayacak ve ilerideki zenginleştirmenin dondurulması ile ilgili daha zor müzakereler için karşılıklı güven yaratacaktır. Hatta anlaşma başka ülkeler için bir model bile yaratabilir.

Haberin Devamı

 

FOREIGN AFFAIRS

 

C. Fred Bergsten: Küresel ekonomik kriz ABD’nin büyük bütçe ve dış ticaret açıklarının ve bunu mümkün kılan yüksek doların budalalık olduğunu ortaya çıkardı. Eğer ABD düzelme konusunda ciddiyse bütçesini dengelemeli, özel tasarrufu teşvik etmeli ve doların düşüşünü benimsemeli.

 

Morton Abramowitz ve Henri J. Barkey: Türkiye’yi dönüştüren AKP büyük resmi görüyor. Türkiye küresel bir aktör olmayı umuyor ama daha iddia ettiği gibi bölgesel bir oyuncu bile değil. AKP daha iyisini yapabilir mi, yoksa İslamcı geçmişi ve esas tabanının muhafazakar eğilimleri onu engelleyecek mi?

 

Haberin Devamı

FINANCIAL TIMES

 

Daniel Dombey: Obama’nın atadığı özel temsilciler profesyonel diplomatlarla çakışma ve çatışma yaratıyor, tepki alıyor. Karzai’yi ikinci tura kim razı etti? Özel temsilci Holbrooke değil Senatör Kerry. Holbrooke’un Balkanlarda başarılı olan sert üslubu nükleer güç sahibi Pakistan’a karşı işlemiyor. Hindistan da daha ilk başta Holbrooke’un dosyasında ve yetki alanında kendisinin olmamasını sağlamıştı. Ama herkes Keşmir sorunu çözülmeden Afganistan-Pakistan sorununun çözülmeyeceğini biliyor.

 

Dokuz ay geçti ama Obama’nın Ortadoğu temsilcisi Mitchell da barış konusunda bir ilerleme sağlamış değil. Ne yerleşimler donduruldu ne de nihai barış görüşmeleri başlatılabildi. Kuzey Kore ile ilgili temsilci hala part time çalışıyor. Bu arada özel temsilciler olmadan İran ve Rusya ile önemli ilerlemeler sağlandı.

Ama Afganistan-Pakistan sorununun tek bir kişi tarafından hızla çözülmesini beklemek de yanlış. Holbrooke’un sert yaklaşımının kendi orada olmasa da Karzai’yi ikna eden faktörler arasında olduğu da söylenebilir.   

THE NEW YORK TIMES  

Haberin Devamı

 

Paul Krugman: Çin’in yenin değerini düşük tutması değişken ve tehlikeli para akımlarına karşı kendini koruma isteğinden kaynaklanıyor. Bu yaklaşım bir noktaya kadar anlaşılabilirdi. Bu uygulama Çin’i 90’ların sonundaki Asya Krizi’nde de korumuştu. Ama artık dolar zayıfladığı için yen para biriminin dolara bağlı kalması aslında devalüasyon anlamı taşıyor.

 

Büyüyen, verimliliği artan ve ekonomisi fazla veren bir ülkenin parasının değerinin düşmesi saçma. Normal piyasa kuralları işlese Çin parası değer kazanmalıydı. Çin’in çoğu dolar temelli 2.1 trilyon dolarlık yabancı varlık satın alması ev fiyatları balonuyla başlayan ekonomik krizden çıkışında önemli bir rol oynadı. Şimdi dolar düşerken bile parasını dolara bağlı tutmaya devam etmesi daha da büyük zarar verecek çünkü zaten dünyada talep daralması var.

Haberin Devamı

 

Doların düşüşü hem doğal hem de gerekli. Ticaret açığını azaltmak için buna ihtiyacımız var.

Zayıf Çin parası artık dünya ekonomisi için artan bir tehdit oluşturuyor. Bu durum değişmeli. Çin parasını manipüle ediyor. Bunu açıkça söylemekten kaçınmamalıyız. Çin dolarlarının bir kısmını satsa bile bu kötü bir şey olmaz.

 

Roger Cohen: Seneye muhtemelen iktidara gelecek olan İngiliz muhafazakarlarının Avrupa korkuları, Polonya’daki aşırı sağ partiler, Yahudi karşıtlığı suçlamaları, Tony Blair’in siyasi ihtirasları, Cameron’un Blair kompleksi ve Obama yönetiminin “güçlü bir İngitere’nin de dahil olduğu güçlü bir AB isteği” hepsi iç içe geçmiş durumda.

 

Haberin Devamı

Muhafazakarlar merkeze oynuyorlar. Ama Avrupa konusu hariç. Bu nedenle Merkel ve Sarkozy değil aşırı sağcılarla takılıyorlar, ki bunlara Yahudi soykırımı için özür dilemenin yanlış olduğunu düşünen Polonyalı politikacılar dahil. Obama yönetimi Muhafazakar iktidar döneminde İngiltere’nin Avrupa’daki etkisinin azalacağından endişe ediyor.

 

Bush döneminde dostlara ayrıcalık tanınıyordu, Obama döneminde ise soğukkanlı şekilde tahlil edilen Amerikan çıkarlarının önceliği var. Artık Avrupa federalizmi tehlikesi olmadığı için Muhafazakarların Avrupa korkusu yersiz.

 

Bu arada Cameron büyük ölçüde Blair’i model almış olmasına rağmen adamları Blair’in AB Başkanlığı aleyhine lobi yapıyorlar.Dışişleri Bakanı Miliband Türkiye’nin enerji rolü ve AB’nin Hıristiyan kulübü olmadığını kanıtlama gereği nedeniyle Ankara’nın üyeliğini destekliyor.Aynı zamanda Avrupa savunması konusunda da güçlü fikirleri olan Blair de böyle düşünüyor.   

 

Haberin Devamı

THE ECONOMIST

 

Başyazı: Doların düşüşü ile ilgili endişelenenler olayın boyutlarını biraz abartıyor ve nedenleri tam doğru göremiyor. Tehlikeli bir çöküş yaşanmaz. Çünkü,

1) Kriz ilk başladığında dolara kaçış olmuştu, şimdi bu eski haline döndü.

2) ABD Hazine kağıtlarından kaçış yok.

3) Doların düşmesi ABD ekonomisinin mevcut zayıflığı ve toparlamanın zaman alacak olması nedeniyle normal.

4) Düşük dolar ABD’yi ihracata yönlendireceği ve global dengesizliği düzeltebileceği için sağlıklı.

 

Ama hiç sorun yok da değil.

1) Çin hızlı büyüdüğü halde parasını dolara bağlı tuttuğu için doların düşüş süreci normal işlemiyor, Çin ekonomisinde tehlikeli köpükler oluşuyor.

2) ABD’nin mali ve parasal politikaları sürdürülebilir değil.

3) Ekonomik kriz ABD’nin nispi ekonomik ağırlığını azaltıyor ve bu da zaman içinde doların hakimiyetini azaltacak. Ama yine de ani ve tehlikeli bir kriz olmaz. Mali durum toparlanabilir. Enflasyon hemen yükselmez. Ne euro ne de yuan doların yerini almaya hazır.

 

Başyazı: ABD en yakın rakibi olan Çin ile ilişkisinde kendine daha çok güvenmeli. İlişkinin geleceği hakkında temel belirsizlikler var.  İki ülke “aynı yatakta”, ekonomiler karşılıklı olarak çok bağımlı. ABD en borçlu, Çin en alacaklı ülke. İklim değişikliği gibi birçok konuda ortak çalışma zorunluluğu var.

Uçak gemisi yapan Çin’i silahlanan “yeni Prusya” olarak görenler var. Çin şirketleri Afrika ve G. Amerika’da koloniler kuruyor, Pekin diktatörlerle işbirliği yapıyor. Çin’in döviz rezervleri ve ABD devlet borcunun 800 milyar dolarının Çin’e olması bu ülkeye çok önemli bir güç veriyor. 2012’de ABD ve Tayvan’da seçimler, Çin’de de Parti kongresi var. İki ülkenin yakın güçte olduğu algısı yaygınlaşıyor, G2’den bahsediliyor.

Ama bu yanlış ve tehlikeli bir algılama. Çin ekonomisinin büyüklüğü ABD’nin üçte biri. Çin’de kişi başına düşen gelir ABD’nin 14’te biri. Yeni teknolojiler üretme konusunda ABD hala çok ileride. ABD Savunma bütçesi Çin’in altı katı. Pekin’in ABD Hazine kağıtlarını boşaltması ve doların çökmesi Çin’in kendisine de zarar vereceği için gerçekçi bir seçenek değil. Ticaret dengesizliği nispeten azalıyor. ABD’deki yüksek işsizlik korumacılık eğilimini güçlendiriyor.

Jeopolitik olarak da Çin’in ABD’ye rakip olmaya ne gücü ne de eğilimi var.Çinli liderler daha çok içerideki sosyal, kültürel, demografik ve hatta dini huzursuzluktan kaygılılar. Ülkede her yıl on binlerce protesto gösterisi yapılıyor. Rejimin milliyetçiliğe sarılmasının nedeni de bu.

Bütün bunlar dikkate alındığında ABD’nin Çin’le ilişkisinde kendine duyduğu güvensizlik garip. Korkan bir Amerika Çin’e karşı başta ticaret olmak üzere ekonomide olması gerekenden çok sert, insan haklarında ise çok yumuşak olabilir. İşsizlik yüzde 10’u aşarken Kongre’den Çin malları ve zayıf yuana karşı adımlar gelebilir. Bir ticaret savaşında iki taraf da çok şey kaybeder. İnsan hakları da Çin’e karşı salt bir pazarlık unsuru olarak görülmemeli. Çin’in güçlenmesi ve ekonomi ile küresel ısınma gibi konularda onun işbirliğine ihtiyaç duyulması insan hakları ihlallerine göz yumulmasını gerektirmemeli.

Bu rekabetten hangi ülkenin yönetim şekli daha güçlü çıkacak? Şimdilik Çin’in iklim, finans krizi ve domuz gribi gibi konulardaki tavrı övgü aldı. Bu biraz da otoriter yapısı sayesinde oldu. Mesela iklim konusunda demokratik bir tartışma yaşansa Pekin daha yavaş hareket etmek zorunda kalırdı.

Çin’in sistemi siyasi olarak zor konularda çok büyük kaynakları hızla harekete geçirme imkanı tanıyor. Ama iklimle ilgili uzun dönemde etkili bir politika halkın konuları anlamasını ve yabancı teknoloji üreticilerinin korkmadan transfer yapmalarına imkan sağlayan bir hukuki ortam gerektiriyor. Çin’de ikisi de yok. Çin’in güçlü görünümünün ardında bazı zayıflıklar var. Ülke zenginleşirken sosyal gerginlikler muhtemelen artacak. Göstericileri içeri atmak çözüm değil.

TIME

Robert Baer: İran’da Farsiler halkın sadece yarısı. Ülke değişik etnik gruplardan, dinlerden, mezheplerden ve göçebe aşiretlerden oluşan bir “türlü”. Bu grupların hiçbiri ama özellikle yüzde 9’luk Sünni kesim Şii teokrasisi altında yaşamaktan memnun değil. İran’ın azınlıkları dış etkilere açık oldular ama kendilerini Tahran’la baş edecek kadar güçlü nadiren hissettiler.

Son saldırıyı üstlenen Cundullah, yerel bir örgüt. Finansmanı büyük ölçüde çoğu yurtdışındaki Belucilerden ve İslamcı vakıflardan geliyor. Pakistan ile olan sınırdan silah ve patlayıcı geçirmek zor değil. Cundullah’la Pakistan istihbaratının bağlantısı var ama örgütü onlar yaratmış değil.

Geçmişte birçok militanı yakalayıp teslim etmişlikleri de var. ABD istihbaratının örgütle bağlantısı da istihbarat toplamayla sınırlı ve düzensiz. Söylenene göre Bush yönetimi grubu örtülü operasyonlarda kullanmayı düşünmüş ama sonra örgütün “zapt edilmez” olduğu ve El Kaide’ye yakın olduğu sonucuna varılarak bundan vazgeçilmiş.

Ama ABD Afganistan’dan çekilirse yerine gelecek Taliban Cundullah’a destek vermekten kaçınır mı? Ya da Pakistan sınır bölgelerini kontrol edemezse ne olur?

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!