Samimiyet denince...

Güncelleme Tarihi:

Samimiyet denince...
Oluşturulma Tarihi: Aralık 27, 1998 00:00

Haberin Devamı

Varlık ve kâinattaki bütün güzellik ve iyilikler insanda gerçek anlamına ulaşır. Değerler insanda yerine oturduğunda Yaratıcı'nın iradesi yönünde seyreden bir hayatı besler. Başka bir deyimle, kavram ve değerler insandan geçerken ya gerçek boyutlarına ulaşır yahut da lekelenip bozularak kaosların oluşumuna sebep teşkil eder. Bu böyle olduğu içindir ki, bütün dinler işe, insanın iç dünyasını arıtmakla başlamıştır. İç dünyası kirli insana hiçbir emanet teslim edilemez. Çünkü böyle bir durumda, teslim edilen emanetin güzellik derecesi ne olursa olsun, sonuç karanlık ve kaos olacaktır.

Kuran, bu evrensel gerçeği, oluşun, hayatın ve mutlu bir dünyanın temeli saymakta ve tüm değişimlerin, insanın iç dünyasına bağlı olduğuna dikkat çekmektedir. Ra'd Suresi 11. ayet bu konunun yaradılış prensibini verir: ‘‘Allah hiçbir topluluğu, o topluluk iç dünyalarını değiştirmedikçe, değiştirmez.’’ Ayet, iç dünyadaki değişmeyi pozitif veya negatif kaydına bağlamamıştır. İlke geneldir. İyiye doğru değişme de kötüye doğru değişme de iç dünyada gerçekleşir. Dış dünya bunun görünümlerini sergileyen bir arenadır.

İç dünyası temiz insanın, din hayatı bakımından önemi ise tanımlanamayacak kadar büyüktür. Çünkü, iç dünyası temiz insanın elinde bir mutluluk ve yücelik kurumu olan din, iç dünyası kirli insanların elinde insanı boğan bir kahır aracı haline gelmektedir. Bunun içindir ki, Kuran dinde ihlası, yani iç dünya temizliğini, samimiyeti, Allah'a varışın, ebedi kurtuluşun omurgası olarak göstermektedir. İç dünyası kirli insanın temsilciliğine verilen din bütün oyunların, ikiyüzlülüklerin, karanlıkların Allah'a ve kutsala fatura edildiği bir istismar kurumuna dönüşmektedir.

Manisa Sultan Camii

Manisa'da her yıl yapılan geleneksel mesir şenlikleri sırasında halka, minarelerinden mesir macunu atılan Sultan Camii, Kanuni'nin annesi Hafsa Sultan tarafından yaptırılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Manisa, tahta çıkmaya hazırlanan şehzadelerin valilik yaptığı Saruhan Sancağı'nın merkeziydi. Bu yüzden şehre Osmanlı Türk mimarisinin izlerini taşıyan çeşitli eserler yapılmış bulunuyordu. Şehzade Süleyman da babası Yavuz Sultan Selim tarafından Sancak Beyliği'ne atanınca, annesi Hafsa Sultan'la birlikte buraya gelip yerleşmiş, ana-oğul ilk iş olarak burada büyük bir cami ve külliyesini yaptırmaya karar vermişlerdir. Camii ve külliye yapımı ile o sıralarda Başmimar olan Acem Ali görevlendirildi. Daha sonraları Mimar Sinan'a hocalık yapacak olan Acem Ali, cami için en elverişli yerin Timurtaş Paşaoğlu Vakfı'na ait arazi olduğuna karar verdi. 22 Mart 1521 günü törenle caminin temeli atıldı. İki yıl içinde birer şerefeli iki minareli caminin çevresinde medrese ve imarethane yer alıyor, imarethaneden her gün iki defa muhtaç ve yoksullara sıcak yemek dağıtılıyordu. 1523 yılının Haziran ayında açılan caminin çevresinde kısa sürede bir yerleşim birimi oluşmuştu. Bu semt de cami ile aynı adla anılmaya başladı. Caminin cümle kapısı üzerine yerleştirilen kitabede ‘‘Temkinli Sultan Süleyman'ın annesi, Allah için secde edenlere eşi bulunmayan bu camiyi bina eyledi’’ sözleri yer alıyordu. Hafsa Sultan, cami ve külliyenin açılmasından sonra oğlu Kanuni Sultan Süleyman'ın çağrısı üzerine İstanbul'a gitti. Onun ölümünden sonra da, Manisa'ya Sancak Beyi olarak gelen şehzadeler cami ve külliyeden ilgilerini esirgemediler. 1538 yılında buraya bir hamam, 1539 yılında da bir darüşşifa (hastane) eklendi. Yunan işgali sırasında zarar gören, çeşitli tarihlerde onarılan caminin mihrap ve minber işçiliği kusursuzdur. Caminin batı tarafında bir güneş saati, doğu tarafında hünkâr girişi yer almaktadır.

Soru: Hz. Peygamber'in sözlerini kimileri Kuran'a eşdeğerde görüyor; kimileri de, içlerinde uydurmalar olduğu için tamamen İslam dışı sayıyor. Siz bu konuda neler söylersiniz? Hadisler tamamen anlamsız mıdır?

Cevap: Böyle bir şey söylenemez. Hadisleri, daha genel bir ifadeyle sünneti dışlayarak Kuran'ı anlamak çok zordur. Sünnet, Kuran'a Hz. Peygamber tarafından getirilen sözlü ve eylemli yorumdur. Bu yorumun da zamanüstü olmayan, yani yalnız o devri ilgilendiren ve o devirde kayıtlı kalan bir kısmı vardır. Fakat biz burada sünnetin zamanüstü tespitleriyle ilgilenmekteyiz.

Unutulmaması gereken şudur: Tevhitte Allah ve din tek olduğu gibi dinin kaynağı da tektir. Dine ikinci bir kaynak eklerseniz şirke girersiniz. Peygamber'in sünneti dinin kaynağı değil, kaynağa getirilen yorumdur. Bu yorumun yani sünnetin mütevatır (kesin belgeye dayalı) olanından yararlanırız; ancak onu Allah'ın kitabına ortak yapamayız.

İslam tarihinde, başta İmam-ı Azam (ölm. 150/676) olmak üzere bir dizi büyük bilgin-düşünür, hadislerin bir hukuk kaynağı olarak kullanımını genelde Asrısaadet'le kayıtlı görmektedir. Çağımızın, hatta son birkaç yüzyılın en büyük İslam düşünürü olan Muhammed İkbal (ölm. 1938), vatandaşı büyük düşünür Şah Veliyyullah Dehlevi (ölm. 1762) ile birlikte İmam-ı Azam'ın görüşüne katılıyor (bk. İkbal, Reconstruction, 163-164).

Şunu da unutmayalım ki, sünnet sözüyle bir mütevatır sünneti kastetmekteyiz. Peygamberimize isnat edilen bir yığın uydurma sözü sünnet başlığı altında toplamak gibi bir niyetimiz yoktur.

Yalnız Allah'ı vekil edin!

‘‘Doğunun ve batının Rabbidir O. Tanrı yoktur O'ndan başka. O halde O'nu vekil et.’’ (Müzzemmil 9; Furkan 58; Hud 123; İbrahim 11; Enfal 61; Ali İmran 122, 160; Mücadile 10; Maide 11, 23; Tevbe, 113).

Vekil, Allah'ın isim-sıfatlarından biridir. Allah'ın vekil edilmesi, Kuran'ın değişik ifadelerle 60'tan fazla yerde istediği bir oluş tavrıdır. Kuran bununla insan hayatından, özellikle din hayatından yedek ilahların kovulmasını amaçlamaktadır. Allah'ı vekil etme esprisi, Fatiha Suresi'ndeki, ‘‘Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım isteriz’’ sözünde Kuransal ifadesine ulaştırılmıştır. İbadette, Allah dışında hiçbir şeyi, kişiyi ve değeri hürmet unsuru ve aracı yapmamak; yardım dilemede de Allah'ın egemen kıldığı kanunlarla insanın gayreti dışında hiçbir unsuru devreye sokmamak Allah'ı vekil etmenin en güzel ifade edilişidir.

Günlük hayatımıza tevekkül deyimiyle giren Allah'ı vekil etmenin Kuransal anlamı ve çerçevesi budur. Başarının esası olan gayret ve faaliyeti terk ederek işi Allah'a havale etmek veya Allah'ın yanında başka vekiller, dayanaklar edinmek tevekkül kavramını Kuransal çerçevesinden çıkarıp şirk zihniyetine uyarlamak olur. İslam dünyasının yüzyıllardır süren perişanlığının altında da ne yazık ki bu talihsiz uyarlama vardır.

İftar yerine bağış

Sakarya Valiliği, iftar yemeği verecek kuruluşları, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'na bağışta bulunmaya çağırdı.

Vali Yener Rakıcıoğlu, Ramazan ayında lüks restoranlarda ihtiyacı olmayan kişilere iftar yemeği verilmesinin sevap kazandırmadığını belirterek, ‘‘Buraya harcanacak paranın yoksullar yararına kullanılması daha yerinde olacaktır’’ dedi. Rakıcıoğlu'nun çeşitli toplantılarda da dile getirdiği bu çağrıya, ilk karşılık veren kuruluş Sakarya Sanayici ve İşadamları Derneği (SASİAD) oldu. SASİAD Başkanı Tümer Köseoğlu ve Yönetim Kurulu üyeleri, Vali'yi ziyaret ederek, bu yılki iftar yemeği için ayırdıkları 150 milyon lirayı vakfa bağışladılar. Köseoğlu, ‘‘Valimizin çağrısını son derece yerinde bulduk ve kampanyaya katıldık. ’’ dedi.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!