Güncelleme Tarihi:
Yargıtay Başkanı'na göre, zarın yırtılması cinsel ilişkinin tek kanıtı sayılmamalı
KIZLIK ZARI KUTSAL DEĞİL
Yargıtay Başkanı Sami Selçuk,
1996'da henüz Yargıtay'da daire başkanıyken yazdığı ‘‘Kızlık bozma suçu’’ adlı kitabında Yargıtayın, kızlık bozma davalarında, ‘‘kızlık zarının yırtılmasını tespit peşinde koşmasını’’ eleştirerek, ‘‘kızlık zarının kutsallaştırılmasına’’ karşı çıktı.
Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, eşine az rastlanır bir hukukçu. ‘‘Kızlık bozma suçu’’ adlı bir hukuk kitabı yazıp da girişini, ‘‘Gerçek uğruna dediler ki’’ başlıklı özdeyişlerle süsleyecek kaç hukukçu vardır şunun şurasında Türkiye'de?
Öyle ya, hangi hukukçunun aklına gelir, böyle bir kitabın ilk sayfasına ‘‘Sofi'nin dünyası’’nın yazarı Jostein Gaarder'den ‘kuşku’ ile ilgili satırları alıntılamak? ‘‘Kuşkucu olmak ayrı şey, ‘Bunlar uydurma şeyler' diye kestirip atmak ayrı şeydir. Bütün yaşamım boyunca kara karga görmüş olmam, ak karganın var olmadığını kanıtlamaz. Bilim ve felsefe de her zaman ak kargaların ardında olacaktır.’’ Bu kadar değil Selçuk’ün ünlülerden alıntıladığı sözler! Montaigne, Goethe, Braudel, Talat Halman, Melih Cevdet Anday'dan alıntıları alt alta sıralamış; Kuran'dan da ayetler almış:
‘‘Her birinize yol/yöntem gösterdik. Herkesin (her ümmetin) yöneldiği bir yolu /ideolojisi/kıblesi vardır. Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın.’’
NAZIM VE KIZLIK BOZMA
Bitişik sayfanın başlığı da ‘‘Suçun edilgin öznesi için dediler ki.’’ Bu başlığın altında Nazım Hikmet ve İnci Asena'nın kadınlarla ilgili şiirleri var. Nazım'dan, ‘‘Ve kadınlar/bizim kadınlarımız’’, Asena'dan ‘‘Kız çiçek kaparlar seni kurtlar, sırtlanlar/Kaparlar da koparırlar öperler’’ dizeleri...
Eğer bu alıntılar, bu şiirler, Selçuk'un kültür kaynaklarını ortaya seriyorsa -ki seriyor- ‘Pop felsefe’ türünün önde gelen eserlerinden ‘Sofi’nin dünyası' ve Kuran'ın yanyana olması bile hayli önemli göstergeler...
Selçuk'un 1996 yılında, yani henüz Yargıtay'da 4. Ceza Dairesi Başkanı iken yazdığı ‘‘Kızlık bozma suçu/ Öğreti-içtihat’’ kitabının sunuşu da onun yaşam felsefesini, dünyaya bakışını öğrenmek bakımından değerli ipuçları içeriyor. Sunuş da ilk sayfaları çağrıştırır biçimde Gramatica, Sokrates, Descartes, Tevfik Fikret, Gazali ve İncil ile başlayıp, yine Nazım Hikmet ile bitiyor. ‘‘Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine...’’
HUKUK PATİNAJI
‘‘Hukukla ilgili her inceleme insanı çoğaltır, coşturur’’ Selçuk'un ilk cümlesi bu. Ardından ‘‘duruşmaların tutanak fetişizmine döndüğünü’’, ‘‘temyiz yolunun başkalaşıma uğradığını’’ uzun uzun anlatıyor; ‘‘Türk hukukunun patinaj yaptığı’’ saptamasında bulunuyor. Sunuşun en önemli bölümü ise ‘İslamda skolastik dönem’den sözettiği satırlar:
‘‘Toplumsal düzlemde ‘mitos'tan ‘logos'a evrilememişiz. Öğrenim (instruction) eğitime (education) dönüşmüş. Gazzali'nin çocukları, Sokrates'in, Descartes'in çocuklarının ürünlerine Gazzali'nin yöntemleriyle yaklaşıyor, bilimsel yöntemle sürgit çatışıyorlar. ‘Şüphe nura koşmaktır' (T.Fikret). Ama yaptıklarımızın sağlamlığından ya hiç kuşkulanmıyor ya da kuşkulanıp yanlışların üstüne yürüyenleri engellemekte birer ‘çağdaş Gazzali' olup çıkıyoruz. Gazzali'yi mi küçümsüyorum? Haşa. Bu büyük beyin zamanını aşacak ve etkileyecek kadar derindi elbette. Ama çok şey onunla birlikte kilitlendi. İslamda skolastik dönem başladı. Şimdilerde bile onu yaşıyoruz. Vurgulamak istediğim nokta bu.’’
GÖRÜŞLERİ DEĞİŞTİ Mİ?
İslamda ‘‘skolastik dönem’’den kastedilen, ‘‘medrese felsefesi’’ydi. Bu felsefenin temsilcisi durumundaki Gazzali, ‘‘akıl ve inancı uzlaştırmaya çalışmak boşuna’’ düşüncesini savunuyordu. Yukardaki satırlardan anlaşıldığı kadarıyla Selçuk da Gazzali'yi, İslam'da felsefe ve akılcı düşüncenin yüzyıllar boyunca duraklamasına yol açtığı gerekçesiyle eleştirenler safında yer alıyordu.
Mart 1996'da yazılan bu satırlar, Selçuk'un İslam'a bakışını da yansıtıyor. Ancak Selçuk'un üç yıl sonra Eylül 1999'da Yargıtay Başkanı olarak yaptığı Adli Yılı açış konuşmasındaki İslamla ilgili ifadeleri, kitaptaki satırlarla tam olarak örtüşmüyor:
‘‘Bağımsız kararı (içtihat), danışmayı (şura), oydaşmayı, uzlaşmayı benimseyen bir din çağcıldır, kanımca çoğulcudur, laikliğe elverişlidir. İslamın bu damarını işleyerek onu laiklikle bütünleştirebiliriz.’’
İslamda skolastik dönem hala sürüyor ise nasıl oluyor da çağcıl, içtihada açık bir din olabiliyor? Acaba üç yıl içerisinde Selçuk'un görüşleri mi değişti?
Bu soruları Selçuk'a yönelttik. Arada bir çelişki olmadığını söyledi; ‘‘Kitapta, hala o anlayışı savunanların varolduğunu yazdım. Açış konuşmamda ise İslam'ın özünden sözettim. İslam çağcıl, yeniliklere açık bir dindir.’’
Selçuk, ‘‘Kızlık bozma suçu’’ kitabının kendisi için önemini de vurguladı. Eskimiş hukuk anlayışına karşı çıktığı kitabının kapağını süsleyen Adalet tanrıçasının gözünün açık olduğuna dikkat çekti. ‘‘Eski adalet anlayışında, Adalet Tanrıçası'nın gözleri bağlıdır, yeni adalet anlayışında ise açıktır’’ dedi.
İFFETİN NİŞANESİ ZAR
Gerçekten Selçuk, ‘‘Kızlık Bozma Suçu’’ kitabında, Türk Ceza Yasasının 423. maddesinde tecavüz suçlarından bağımsız olarak yer alan ‘‘evlenme vaadiyle aldatarak 15 yaşını dolduran bir kızın kızlığını bozma suçu’’ konusundaki yerleşik anlayışa karşı çıkıyor. Yerleşik hukuk anlayışının ‘‘kızlık bozma’’yı, yasada böyle bir tanım olmamasına karşın ‘‘kızlık zarının bozulması’’ olarak algıladığını, bu tür vakalarda illa da ‘‘zarın yırtılmış olması’’ koşulu aradığına dikkat çekerek, eleştirilerini sıralıyor:
‘‘Yargıtayımız'a göre, Türk Ceza Yasası'nın 423.maddesindeki temel öğe, yırtılan, yasa koyucu tarafından korunan ve değer verilen kızlık zarıdır. Yeter ki, bu zar bozulsun. Nasıl bozulduğu da önemli değil. Çünkü, Yargıtayımız'a göre, yasa koyucu ülkemizde genellikle namus ve iffetin bir nişanesi, ülkemizin gelenek ve görenekleri açısından kızlık iffetinin simgesi sayılan, toplumsal bir değer olan kızlık zarı korunmaktadır.
Bu öylesine önemlidir ki, suçun oluşması için sözcüğün tam anlamıyla yırtılıp bozulmalıdır. O yüzden zardaki arıza bilirkişilerce özenle saptanmak gerekir (?!)
Zarda görülen ufak tefek örselenmeler, eğer kendisinin cinsel ilişkide bulunduğunu gösterecek, ama bu yüzden de hoş görülecek (?!) boyutta iseler suçun oluşmasına yetmeyeceklerdir.
O nedenle kızlar için ar, namus ve manevi kızlık haysiyeti beratı olan kızlık zarındaki arızanın mağdurenin bu telakkilerinin ihlaline kafi olup olmayacağının tayini, kendisiyle evlenecek bir kimsenin zardaki bu arızayı görünce mağdureyi başkalarıyla münasebette bulunmuş sayıp saymayacağının bilirkişilere tespit ettirilmesi ve kafi ise bozmanın tam sayılması gerekirken teşebbüsten ceza verilmesi ve de bu suçta teşebbüsün sözkonusu olmayacağının gözetilmemesi yanlıştır.’’
ZARI KUTSAYAN HUKUK
Selçuk, bu eleştirisinin haklılığını ve ‘‘ille de kızlık zarı denilmesi’’nin sakıncalarını ortaya koymak için örnekler de veriyor kitabında:
‘‘Nitekim cinsel ilişkiyle bozulmayan kızlık zarları söz konusu olduğunda önce kızın bu cinsel ilişki nedeniyle gebe kalması beklenecektir. Eğer gebe kalmışsa, yaşamı pahasına da olsa, bu gebeliğin, karın duvarını ve dölyatağını kesme (sezaryen) yöntemiyle değil, mutlaka doğal olarak sona erdirilip kızlık zarının yırtılması sağlanacaktır.’’
Yargıtay'ın zarın yırtılmasını cinsel ilişkinin tek kanıtı saymasının sakıncalarına örneklerle değindikten sonra Selçuk, itiraz noktalarını çeşitli sorular yönelterek ortaya koyuyor:
‘‘Evlilik adayı kadında aranan eldeğmemişlik/ kızlık nitemi, erdenlik bozulduğu halde, bunun, atipik anatomisi nedeniyle kızlık zarının bozulmamasıyla ne ilgisi vardır? Yoksa kızlık zarı, kızlıktan, el değmemişlikten, iffetten daha mı önemlidir? Böyle bir anlayış, kızlık zarı cinsel ilişkiye rahatça elverişli olanları, ikiyüzlü bir ahlak anlayışına ve evlilik öncesi yapılmaması gereken cinsel ilişkilere itmeyecek midir? Evlenme bağıtı yapılırken kadının bu durumunu gizleyebilmesi ve daha sonra öğrenilmesi sonucu niteliğinde işlenen bu yanılgı ileride boşanma vb. daha büyük facialara yol açmayacak mıdır?
Yoksa yasa koyucu evlilik öncesi istediğiyle yaşayan ve fakat evlendiği sırada ille de kızlık zarının yırtılmamasını arayan ikiyüzlü bir kamu ahlakını mı özendirip desteklemektedir? Dahası, bırakınız cinsel ilişkide bulunmayı, kızlık zarının bozulmasını ve evlenme şansını yitirme olasılığını gözeterek, cinsel doyumunu anal yolla ya da kızlık zarını bozmayacak oranda penisi kabulle gideren bir kızın, kızlığından / eldeğmemişliğinden / erdenliğinden söz edilebilir mi? Elbette söz edilemez.’’
Görüldüğü gibi Selçuk, ‘‘kızlık zarını kutsayan’’, onu koruyan eski hukuk anlayışına karşı çıkarken, ‘‘kızlık’’ kavramını kutsayan gelenekleri eleştirmiyor, hatta yüceltiyor. Halbuki Selçuk da dünyada böyle bir suç anlayışının kalmadığını kabul ediyor; ancak bu suçla ilgili düzenlemenin kaldırılması gerektiği görüşlerine, Türkiye'de yargı önüne çok sayıda ‘kızlık bozma' davası geldiğini hatırlatarak yanıt veriyor. Tüm dünyada eskimiş olan ‘Kızlık bozma' suçunu, ‘hileli yolla tecavüz' suçu olarak, yani kadına bedenine karşı işlenmiş bir suç olarak görmeye yanaşmıyor. Oysa Selçuk, askeri dönemde yapıldığı gerekçesiyle Anayasa'ya karşı çıkarak yerleşik fikirlere karşı bayrak açabilen bir hukukçu...