Şalteri bir attı artık kapanmıyor!

Güncelleme Tarihi:

Şalteri bir attı artık kapanmıyor
Oluşturulma Tarihi: Nisan 11, 1999 00:00

Haberin Devamı

Kendi halinde bir polis memuruyken aniden isyan eden Kadir Karakaş'ın bitmeyen hikayesi

Dün Türk Emniyet Teşkilatı'nın 154. kuruluş yıldönümüydü. Yine bildik törenler, aşina olduğumuz konuşmalar yapıldı. Bir eksikle! 17 yıl önce mesleğine heyecanla başlayan ancak dört yıl önce ‘‘ihraç’’ edilen polis memuru Kadir Karataş, polislerin bu gününü ‘‘sade vatandaş’’ olarak yaşadı. Doğrusu kendisi 1996'nın 10 Nisanı'nda, henüz polis memuruyken, Ankara'daki Polis Günü kutlamalarına katılmıştı. Tuhaf bir şekilde katılmıştı, ama olsun! Ancak hikayesini aşağıda okuyacağınız üzere, tören sonunda meslektaşlarınca derdest edilip hastane hastane dolaştırılmış, akli dengesi yerinde mi değilmi diye beş gün boyunca bir hastanede tutulmuştu. Sonunda doktorlar aklının yerinde olduğuna karar verdiler ama bu büyüklerinin onu meslekten uzaklaştırmasını engellemedi. 42 yaşındaki Kadir Karataş, ailesine bakabilmek için otobüs şoförlüğü, garsonluk gibi pek çok iş yaptı; şimdi Ege'de turistik bir restoranda kasiyer ve halkla ilişkiler sorumlusu. Bir sıfatı daha var; ‘‘hukuk devletini arayan polis!’’ Tam dört yıldır mesleğe dönmek için mücadele ediyor. Elbette 10 Nisan 1845'ten bu yana Emniyet Teşkilatı'nda değişen çok şey oldu, epeyce gelişme kaydedildi. Ama bu arada başta 1937'den kalma yasa maddelerine ilişkin olmak üzere pek çok tartışma da yaşandı, yaşanmakta. Yani polisimiz bir yandan 2000'li yıllara hazırlanırken, bir yandan da 2000'li yıllara hiç yakışmayacak olay ve görüntülerle zihnimizi kurcalayabiliyor. Son yıllarda bizzat Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Dairesi Başkanlığı'nın yaptırdığı araştırmalarla da gündeme gelen bu tartışmaları bu kez sade ve eski bir polis memurunun penceresinden ele alıyoruz.

Kadir Karataş iş hayatına yıllar önce yaş meyve-sebze ticaretiyle başlamıştı. Aklında polislik filan yoktu. Anayasa'nın eşitlik ilkesine, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ne, Hukuk Devleti'ne filan da kafayı takmamıştı henüz. Ama hayat onu nasıl Emniyet Teşkilatı'nda bir nefer olmaya sürüklediyse, bunlara doğru da iteledi.

Lise mezunuydu. Yaş sebze-meyve işinde iflas edince, ‘‘kısmetmiş’’, Afyon Polis Okulu'na yazıldı. Orada dokuz ay kurs gören Kadir Karataş, tüm polisler gibi hemen göreve atandı. İlk tayin yeri Konya; iki yıl Çumra, üç yıl Akşehir'de görev yaptı. Dört yıl da Diyarbakır'da. Sonra İzmir Selçuk İlçesi'ne tayin oldu. 13 yıl boyunca hep polis memuru olarak mı kaldığını soruyoruz. ‘‘Bizde terfi etmek biraz zordur’’ diyerek bodoslamadan konuya giriyor: ‘‘Belirli becerilerinizin olması lazım; dayınız, siyasi torpiliniz... Birtakım şeylere meyilli olmanız lazım. Yani daha açıkçası rüşvet almak ve vermek, amirlerinizin dediğini yapmak, mesela insanlara kötü davranmak zorundasınız. Bunları yapmazsanız terfi filan edemezsiniz.’’

İKİ DUDAK VE ISTIRAP

İşte Kadir Karataş'ı ağır cezada, idare mahkemesinde görülen davalara, temyiz duruşmalarına, bütün bunlardan önce kafasına beylik tabancasını dayayıp İçişleri Bakanı'nın önüne atlamaya götüren süreç İzmir Selçuk'ta görev yaparken başlıyor. Kısacası Selçuk'ta isyan ediyor, sürgüne gönderildiği Karaburun'da, kendi deyimiyle şalterleri atıyor!

Ne oluyor da birden asi polis durumuna düşüyor Karataş? ‘‘Çalışmaya başladığım günden itibaren meslek içinde hukukla bağdaşmayan şeyler görüyordum. Biri haftada 40 saat çalışıyor, diğeri 72 saat çalışıyor ve aynı parayı alıyor. Bu bir soru işareti olarak hep kafamda vardı. Anayasa'nın eşitlik ilkesi, çalışanlar arasında nasıl çiğnenir, diye hep düşünüyordum. Bir de demokratik görev yapamamanın ıstırabını yaşadım.’’

Tabii ki ‘‘demokratik görev yapamamanın ıstırabı’’nı biraz açmasını istiyoruz Karataş'tan. ‘‘Hiçbirimizin hakları yok’’ diyor. ‘‘Amirinizin iki dudağı arasında hapsolmuş durumdasınız, o ne derse yapmak zorundasınız. Onun çıkarlarına hizmet etmelisiniz. Konuşma, fikir söyleme hakkınız yok. Sürgün, ihraç korkusuyla günde 15 saat çalışıyorsunuz. Bir suçluyu yakalıyorsunuz, cebinde parası, bir de siyasi dayıları varsa, bir kapıdan sokar, öbür kapıdan salarsınız. Bir bakarsınız akşam aldığınız ifade başka, sabah alınan başka...’

Bunalıp konuşmaya başlayınca, kızağa çekildiğini anlatıyor Kadir Karataş. Ama onun bunları hazmedecek hali yok. Oturup bir dilekçe yazıyor ve Cumhurbaşkanlığı'ndan başlayarak 18 makama gönderiyor. Mektubun konusu; Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı çalışma sistemine itiraz. İlk cümlesi; ‘‘İnsanlık adına lütfen bu ayıbı durdurun!’’

Özetle şöyle diyor mektubunda: ‘‘Bizler halkın can ve mal güvenliği için cansiperane olarak görev yapan Türk polisiyiz. Ne yazık ki teşkilatımızdaki adaletsiz ve çarpık çalışma sistemi bizleri hayal kırıklığına uğratmakta ve şevkimizi kırmaktadır. Teşkilatımız genel müdürlük, il ve ilçe emniyet müdürlüğü kadrolarında görev yapan arkadaşlarımız haftada 40 saat çalışmalarına rağmen, 24 saat esasına dayalı görev yapan arkadaşlarımız haftada 60 saat çalıştırılmaktadır, diğer bir grup arkadaşımız ise haftada 72 saat çalıştırılmaktadır. Anayasamızın eşitlik ilkesine ters düşen bu manzara karşısında mağduriyetliğimiz gözönüne alınarak insanlık adına çare bulacağınıza inanıyor, hoşgörünüze sığınarak saygılar sunuyorum.’’

SESİM GELİYOR MU?

Ancak Karataş karşısında sığınabileceği hoşgörü yerine yasaların taş duvarlarını buluyor. 29 Mayıs 1995 günü postaya verdiği mektup, 1 Haziran'da Ankara'da açılıyor ve aynı gün o da açığa alınıyor. Ardından Karaburun'a atanıyor! ‘‘Orası ikibin nüfuslu bir sürgün yatağıdır. Sanki Osmanlı'nın Trablusgarp'ı. İmamı sürgün, kaymakamı sürgün, savcısı sürgün...’’ Orada görev yapıp, bir yandan intiharı düşündüğü, bir yandan da öldürülmekten korktuğu bir sekiz ay geçirmiş. Sonunda düşünmüş, taşınmış ve ‘‘hodri meydan’’da karar kılmış. Bir iki gazeteye, televizyon programına başından geçenleri anlatmış. Hakkında soruşturmalar açılması dışında birşey değişmemiş. Bunun üzerine son yıllarda sesini duyurmanın en geçerli yolundan gitmeye karar vermiş Karataş.

Tarih 10 Nisan 1996. Yine bir polis günü. Ankara İçişleri Bakanlığı önü. Karataş bir gün önce evinde itinayla hazırladığı pankartları ve ‘‘yarı resmi’’ kıyafeti, yani polis montu ve koltuk altında sakladığı şapkasıyla eyleminin keşfini yapar. Törenlerin bitmesini bekler. İçişleri Bakanı Ülkü Güney oralardayken, birinde ‘‘Son on yılda 300 polis intihar etti, neden?’’ diğerinde ‘‘Anti-demokratik sisteme son veriniz’’ yazılı pankartlarını kollarına asıp ortaya fırlar ve bu arada beylik silahını şakağına dayamayı ihmal etmez. Dilekçesinde yazdığı ve cezalandırıldığı düşüncelerini orada da tekrarlar. Sonuç? Tabii, aklı başında kim bunu yapar, derhal deli muamelesi görür! ‘‘Beni aldılar, hastane hastane dolaştırdılar. Beş gün hastanede kaldım. Doktorlar her gün soru soruyorlardı. Deli raporu verecekler diye çok korktum ama sağlam raporuyla çıktım.’’

Kadir Karataş bütün bunları yapmakla, sesini duyurmak bir yana, mesleğinden olacaktır. Çünkü Emniyet Genel Müdürlüğü bu hareketini ‘‘mesleğin onur ve saygınlığını zedeleyici davranış’’ olarak tanımlar; basın ve TV'ye bilgi vermiş, siyasal (Pankart açıp beylik silahını şakağına dayamak) eylemde bulunmuştur! İhraç edilmeden önce savunması istenir. Oturur yine döktürür Kadir Karataş:

‘‘Suçlamaları kabul ediyorum. Demokratik ve hukuk devleti olduğuna inandığım ülkemde mektup yazmanın suç olduğunu bilmiyordum. Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı çalışma sisteminin düzeltilmesini istemiştim. Karşımda susan insanları gördüğüm için bu eylemi yapmaya karar verdim. Antidemokratik sisteme karşı vermiş olduğum mücadeleden dolayı pişman değilim. Mesleğimi ve ülkemi en az sizler kadar sevmekteyim. Siz beyefendiler, ne yaptınız? Yalnızca susmayı tercih ettiniz. Diyalog ve hoşgörüden uzak durdunuz. Beni hissi ve keyfi olarak yargıladınız.

Öyle bir polis teşkilatı düşünün ki demokratik haklardan yoksun, kart ve torpilin pirim gördüğü, yağcılık, ispiyonculuk, taklacılık ve amirlerin kişisel çıkarlarına hizmet eden bir sistem, insan ve sınıf ayrımının yaşandığı bir teşkilat. Beyler böyle bir polis teşkilatı ile çağı yakalamak mümkün değildir.’’

Tabii ki bu savunma, sadece ihraç sürecini hızlandırmaya yarar. Hakkında dört ihraç kararı verilir. Biri ‘‘siyasi eylem’’inden, diğerleri gazetelere ve televizyona demeç vermekten... Hepsine iptal davası açar. Bu arada bir de ağır cezada yargılanır; söylediğine göre Susurluk'u önceden tahmin ettiği için! ‘‘Bakın, 21 Temmuz 1996 tarihli bir gazete, polis mafya bağlantısı kuruyorum. Diyorum ki, ‘Eğer Türkiye'de mafya varsa polis şeflerinin kendisidir.' Susurluk kazasından birkaç ay önce. Bu röportajımdan dolayı ağır cezada yargılandım ve beraat ettim.’’

Bu arada bir-iki ilginç eylem daha gerçekleştirir protestocular kralı polis memuru Kadir Karataş: İlk ihraç kararını alır almaz, dönemin İçişleri Bakanı Ülkü Güney’e kına yollar! İkinci ihraç kararında ise o zaman bakan olan Mehmet Ağar'a...

Masasının üzerinde şu kitaplar var Karataş'ın: Emniyet Disiplin Tüzüğü, T.C. Anayasası, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Kutlu Savaş'ın Susurluk Raporu... Bugüne kadar 2000'in üzerinde yazışma yapmış. Belli ki daha önce pek ilgilenmediği Anayasa, yasalar, uluslararası hukuk sözcükleri şimdi dilinden düşmüyor. Bunların hayata geçmesini istiyor. Şunun altını da çiziyor: ‘‘İdeolojim yok. Ben cumhuriyete inanmış, laik bir Atatürkçüyüm.’’ Eylemi nedeniyle açtığı ihracı iptal davasını kazanmış durumda. Ancak Emniyet Genel Müdürlüğü temyiz ettiği için, diğer üç davayla birlikte dört davası da sürüyor.

Kadir Karataş umutlu. ‘‘Eğer Türkiye bir hukuk devletiyse, suçsuzluğum ortaya çıkacak ve mesleğime döneceğim’’ diyor. Ama ya olmazsa? ‘‘O zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gideceğim.’’

Ne bekledim?

Evet, haklısın demelerini umutla bekledim. Doğrusu bunları beklemedim.

Polis arkadaşlarımın yüzde 99'u benim gibi düşünür, ancak yüzde biri, yani suyun başında çalışanlar karşı çıkar söylediklerime. Diğerleri kimdir, mesela çevik kuvvettir, ‘‘ağır işçi’’, cop sallamaktan anası ağlar!

Sistem her yerde aynı. Vatandaş da uyum sağlamış, geliyor tıkır tıkır rüşvetini veriyor.

Gerçekten cevaplanması gereken bir soru. Polisler neden intihar ediyor? İntiharı ben de düşündüm. Ama sonunda bunun doğru yol olmadığına ve mücadele etmeye karar verdim.

Artvin'de görev yapan bir polis memuru, çok ölümlü kazanın olduğu bir yerde trafik önlemleri alınması gerektiğini yazdığı için suçlanıp soruşturmaya maruz kaldı.

Polislerin çoğu cahil. Eğitimimiz de yeterli değil. Kurstan mezun olur olmaz göreve gönderiliyor. İşi bilmiyor ama beline bir silah veriliyor, kendini Kral Faruk sanıyor. Ben de başlangıçta böyle hissettim gerçekten. Ama sonra insan olgunlaşıyor, gerçekleri gördüm.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!