Sakat kalmanın hıncını yazarak çıkarıyorum

Güncelleme Tarihi:

Sakat kalmanın hıncını yazarak çıkarıyorum
Oluşturulma Tarihi: Aralık 06, 1999 00:00

Haberin Devamı

Server Tanilli: Yaşıyor olmak bir şans, ben saldırıya uğradım ama ötekiler öldüler

Tam 18 yıldır Fransa'da yaşıyor Server Tanilli. Hiç gelmediği ülkesine birçok tesadüfün biraraya gelmesi sonucu döndü. 18. Uluslararası Tüyap Kitap Fuarı'nın Onur Yazarı seçilmişti. Pera Palas Oteli'nde düzenlenen bir yemekle ödülünü İlhan Selçuk'un elinden aldı. Dostlarıyla buluştuğu o gece mutluluğu gözlerinden okunuyordu. En önemli çalışmam dediği Yüzyılların Gerçeği ve Mirası'nın son cildi de yayınlanmıştı bu yıl. Büyük bir uygarlık tarihi çalışması olan bu serinin son cildini noktaladığında 20. yüzyıl da sona ermek üzereydi. Bu bir anlamda hayatına malolan bir çalışma. Çünkü Uygarlık Tarihi adını verdiği dersleri ve ders notlarından oluşturduğu aynı adlı kitabı yüzünden saldırıya uğramış ve tekerlekli iskemleye mahkum olmuştu. Ama bütün bunlar onu yıldırmadı. Sakat kalmasının hıncını daha çok yazarak aldığını düşünüyor. Uygarlık tarihinin en önemli yazarlarından Server Tanilli ile yeni bir bin yılın eşiğinde konuşmak da çok önemliydi. Bu bize hem bir bilanço çıkarmak hem de gelecekle ilgili bazı ipuçları elde etme imkanını sağladı.

18 yıllık bir ayrılıktan sonra tekrar Türkiye'desiniz. Uzun bir süre bu. Neler hissettiniz geri dönerken?

Bir insan 18 yıl yurtdışında kalırsa yurduna büyük bir özlem ve hasret içine düşüyor. O hasreti, bir an önce yurduna dönme isteğini yaşadım. Bu özellikle son yıllarda ağır basıyordu. Yurdunun taşına, toprağına, havasına, suyuna kavuşmak, insanlarıyla yüz yüze gelmek çok güzel bir duygu.

Aydın tehlikelidir

Türkiye'de aydınlara karşı sistemli bir saldırı var. Bunu çok yakından biliyorsunuz. Son olarak Ahmet Taner Kışlalı'yı bir suikast sonucu yitirdik. Nasıl yorumluyorsunuz bu yaşananları?

70'li yıllarda başlayan bu süreçte nice canlar kaybettik. 80'li yıllarda daha da sistemli bir bastırma politikası uygulandı. Rejimin kafası ve yapısı da buna daha uygundu. Aydın bir yerde tehlikelidir. Çünkü bir düşünce ve fikir sahibidir. Bizim toplumumuzda aydınlardan gelen fikirlere karşı, özellikle 70'lerden başlayarak haksız bir tepki doğmuştur. Ama güzel olan, aydınlar da kendillerine yapılan bu baskıya karşı çıkmıştır. Bunun güzel örneklerini de gene 80'li yıllarda gördük. Sistemli bir tepki söz konusuydu. Bu tepkiden bahsederken Aziz Nesin'i hatırlamamak mümkün değil.

Son yıllarda saldırılar radikal dincilerden gelmeye başladı.

Türkiye'de aydınlanmacı düşünce bize göre yapıcı bir fikirdir ama bazı çevreler için tehlikelidir. Avrupada da bu böyle olmuştur. Aydınlanma hareketine zalimce tepkiler gösterilmiştir. Voltaire'lerin, Diderot'ların çektiklerini düşünün. 90'lı yıllarda bakıyorum da silahlar daha çok aydınlanmacı bilim adamlarına döndü. Uğur Mumcu, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve en son Ahmet Taner Kışlalı. Bunlar Kemalist aydınlanmacılar. Tehlikeli görülüyorlar. Canlarına kastın altında yatan onların aydınlanmacı tavrıdır. Sıradan bir düşüncenin insanları değildiler. Bir dünya görüşünün insanları ve o dünya görüşünün toplumumuzda düşmanları var. Onun için öldürüyor. Başetmesine imkan yok. Aydınlanma hareketine karşı ondan daha ileri, daha aydınlık, daha yapıcı ne söyleyebilir ki fikir olarak.

Benzer bir suikast size karşı da yapıldı. Ölmediniz ama yaşamınız tamamen değişti, tekerlekli sandalyeye mahkum kaldınız. Bunu yapanları daha sonra hiç düşündünüz mü?

Tabii, kişisel olarak insan hırpalanıyor. Bana sorarsanız, düşündüğüm kendimle ilgili olmaktan çok ölen aydınların acısıydı. Bana yapılan şeyden çok onların kaybının acısı kaplamıştır içimi. Evet, bana bu saldırı yapıldı ama ötekiler öldüler.

Çok yazmamın nedeni

Bir anlamda şanslı sayılırsınız?

Hayatta kalmak bir şanstır tabii. Ben bu şansı yaşadım. Bu insana büyük bir mücadele azmi veriyor. Benim bu kadar çok yazmamın, ürün vermemin psikolojik bir kaynağı vardır. İsterim ki kalemimle insanları daha çok aydınlığa kavuşturabileyim. Aydınlığın düşmanları daha çok açığa çıksın. Aydınlık adına bir hınç tabii duyduğum.

Ölümle bir kez karşı karşıya geldiniz. O korkuyu yenmiş gibi görünüyorsunuz...

Hiçbir zaman ölümden korkmadım. Bugün de ölümden kokmam. Bir gün nasıl olsa gelecek olan bir şeyden neden korkayım? Önemli olan beraberimdeki insanların, içinde yaşadığım toplumdaki insanlarımın öldürülme korkusu içerisinde yaşamamaları. Hayatın zevkini tatmaları ve mutlu olmaları.

Size suikastte bulunan kişi yakalandı mı?

Hangisi yakalandı ki benimki yakalansın. Başkalarınınki yakalanmadı ki, benimkine hayıflanacak bir durumum olsun. Giden gitti. Onun için sevindirici olan hayatta kalmış olmam.

Bİr aylık izin

Türkiye'ye dönmeyi düşünüyor musunuz?

Fransada, Strasbourg Türk Etüdleri Enstitüsü'nde çalıştım yıllardır. Emekli oldum ama Enstitü beni birden bırakmadı. Halen birkaç konuda etkinliğimi sürdürüyorum. Öğrencilerimden bir aylığına izin alıp geldim. Dönüp derslerime devam edeceğim. Türkiye'ye dönüşün şartları hem var, hem yok. Durumum bakımından Fransa'nın bana sağladığı olanaklar son derece geniş. Yaşamımı daha kolaylaştırıyor. O koşulları bırakıp Türkiye'ye kesin bir dönüşü düşünmüyorum. Ama şu olabilir, Türkiye'ye yılda birkaç kez gidip geleceğim.

18 yıldır neden hiç gelmediniz?

Bu kadar ara vermemin nedeni şudur: Bir kere 80'li yıllarda nasıl gelebilirdim ki? 90'lı yıllarda da çalışma tempomda büyük bir hızlanış oldu. Arka arkaya bir takım konuların kitaplaştırılması beni daha çok bağladı oraya. Çünkü orada yazma ve okuma koşulları daha fazla. Gelişimin bu yıla rastlamasının nedeni gene entellektüel. Yüzyılların Gerçeği ve Mirası adlı eserimin son cildi 20. yüzyıla ayrılmıştır. Çok arzuluyordum bu seriyi tamamlamayı. Kitabım yayınlandı ve 21. yüzyılın da eşiğindeyiz. Çok denk düştü doğrusu.

İnsanlık tarihini başından itibaren incelediniz ve yazdınız. 21. yüzyıl için düşünceleriniz neler. Bu doğrusu bir kehanetten çok geçmişi bilmekle ilgili bir şey...

21. yüzyıla yaşadığımız 20. yüzyıldan çok büyük sorunlar kalacak. En başta tüketim toplumuna endekslenmiş tekniğin, yer yuvarlağına ne türlü zararlar verdiğini görüyoruz. İnsanlar yer yuvarlağının ellerinden gitgide çıktığını farkedecekler. Doğa ve iklim dengesizliklerine kadar korkunç şeyler yaşıyor dünya. Bu bütün insanları tehdit ediyor. Bunların kaynağı tekniği dünyayı mahvedecek şekilde kullanan kapitalizmdir. O elde edeceği karına bakıyor, havanın kirlenmesi, doğanın dengesinin bozulması umurunda değil. Zannediyorum 21. yüzyılda insanlar bu tehlikeyle karşı karşıya kalınca daha da bilinçlenecekler ve dünyayı kurtarmanın ardına düşecekler.

İkinci sorun, nüfus sorunu. Bütün dünyayı ilgilendirecek bir sorun bu. Nüfus arttıkça insanlar dünyanın olanaklarını zorlayacak. Açlık sorunu ortaya çıkacak. Bu ve buna benzer bir takım büyük sorunlar kalacak 21. yüzyıla.

Peki kazançları?

20. yüzyıldan 21. yüzyıla bir iki konu kalacak ki, 21. yüzyıl ona çok sahip çıkacak. O da demokrasi ve insan haklarıdır. 2. Dünya Savaşı'nda faşizmin acısını çektikten ve onu yendikten sonra insan hakları evrensel bildirisiyle başlayan çok güzel bir dönemin içine girilmiştir. Totaliter rejimlere karşı demokrasi kesin zaferini kazanmıştır, 20. yüzyılda. Bunlar yüzyılımızın gelecek yüzyıla aktaracağı kazançlardır. Sanıyorum demokrasi 21. yüzyılda biçimsel bir özellik olarak kalmayacak. Demokrasinin sosyal içeriği öne çıkacaktır.

DEMOKRASİ ŞART

Yapılan bir söyleşide artık fikirlerinizin eskisi kadar keskin olmadığını söylüyorsunuz. Nedir bu değişimin nedeni?

Ben hem aydınlanmacı hem de Marksistim. Marksist dünya görüşüne inanırım. Ama bir toplumun sosyalizme geçmeden önce aydınlanmasının çok yararlı olduğuna inanırım. Bu demokrasinin kuruluşunu da kolaylaştıracak. Marksist dünya görüşüne inanışım sürüyor ama yöntem planında. Çünkü Marksizm bir düşünme yöntemi önermiştir. O da materyalist diyalektiktir. O yönteme sırtınızı çevirerek hiçbir şeyi izah edemezsiniz. Yöntemimde değişiklik yok, aynı dünya görüşü açısından bakıyorum. Ama özellikle sosyalizmin uygulamasında bir takım aksaklıklar oldu. Örneğin bütün sosyalist uygulamalar proletarya diktatörlüğü anlayışına sahipti. O sıralarda görmedik durumu. Ama anladık ki, proletarya diktatörlüğü proletaryanın üstünde yürümüş gitmiş. Belki sosyalizm kurulurken bu kadar sert değildi, ama sonra o demokratik unsurlar kalktı ve bildiğimiz diktatöryal yapı altında çok şey çekti toplumlar. Ben proletarya diktatörlüğünü savunamam. Çünkü bunun acılarını çok çektik.

Sonra sanat konusunda da görüşlerim değişti. O dönemde güdümlü bir hale getirildi sanat. Bu çok pahalıya maloldu sosyalist ülkelere. Sanatın sloganlaşmasını, yoksullaşmasını getirdi. Sanat ve edebiyat özgürdür. Kısaca bu konularda değiştiğimi söyleyebilirim.

Berlin Duvarı'nın yıkılışını nasıl değerlen-diriyorsunuz?

Tarih, toplumlar duvarları tanımıyorlar. Duvarlar yıkılmaya mahkum. Ne kadar güçlü yaparsanız yapın. Berlin Duvarı bunu kanıtlıyor. Yalnız sosyalist uygulamanın yıkılmasını değil, duvarın toplumlara bir şey getirmediğinin de simgesi. Yeryüzünde bir tek duvar kaldı; Çin Seddi. O da artık turizme hizmet veriyor.

Yirminci yüzyılı kısa bir cümleyle özetlesiniz ne derdiniz?

Aranışlar yüzyılı. Hemen her şeyi denedi. Sosyalizmi, faşizmi... Ama bu aranışların içerisinde bizim de sahip çıktığımız tek olumlu değer demokrasi ve insan haklarıdır.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!