Sahabe anlayışımız ne kadar sağlıklı

Güncelleme Tarihi:

Sahabe anlayışımız ne kadar sağlıklı
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 22, 2014 01:51

İSLAM’I doğru anlayabilmek için, özellikle Hz. Muhammed aleyhisselamın sağlığında olup bitenleri ve onun vefatından sonraki gelişmeleri doğru okumak gerekmektedir.

Haberin Devamı

Özellikle Hz. Peygamber’in yaşadığı zaman dilimi, bizim din anlayışımızın ne kadar sağlıklı olduğu konusunda bize yol gösterebilir. İslam evrensel bir din olduğu için, her zaman ve mekânda yeniden anlaşılmak ve yorumlanmak durumundadır. Bu doğrultuda, belirleyici tek bilgi kaynağımız vahiydir. Akıl ve vahiy işbirliği yaptığı takdirde, aklın evrensel boyutlu doğruları yaptırım gücü kazanmış olur. Akıl her zaman doğruyu gösterir; ancak aklın doğruyu göstermesi, doğru olanın tercih edilmesi ve gerçekleştirilmesi anlamına gelmemektedir. Sahabenin İslam’ı anlama ve yaşama biçimi bizim için elbette çok özel bir anlam taşımaktadır. Ancak, unutmamak gerekir ki, peygamberimizin arkadaşları olan “Sahabe” de, bizim gibi bir insandır ve onların İslam anlayışları da, İslam’ın anlaşılma biçimlerinden sadece birisidir.

Haberin Devamı

SENİ AYAKTA BIRAKIVERİRLER

Bu dikkat çektiğimiz husus, yani “Ashab”ın, bizim gibi bir “insan” olduğu gerçeği, İslam’ın erken döneminde olup bitenlerin doğru anlaşılmasının anahtarı gibidir. Aksi taktirde, ne hilafet tartışmalarını, ne Cemel ve Sıffin savaşlarını doğru anlayabiliriz. Müslüman kültürde karşımıza çıkan en ciddi açmazlardan birisi, Sahabe algısıdır. sahabeye olan saygımız, onların bütünüyle hatasız, günahsız insanlar olduğu şeklinde bir yanılgıyı beraberinde getirmiştir. Oysa sahabenin de bir insan olarak beşeri zaafları olabileceğini unutmamak gerekir. Bu konuda Cuma suresinde dikkat çekilen bir olay, gerçekten düşündürücüdür. Hz. Peygamber, bir cuma günü, cuma namazında hutbe okurken, beklenen bir ticaret kervanının Suriye’den geldiği haberi duyulunca, pek çok kimse hemen dışarı fırlar. Bu olay Kuran’a şöyle yansır: “İnsanlar, dünyevi bir kazanç (fırsatı) veya geçici bir eğlence gördükleri zaman ona doğru koşup seni ayakta bırakıverirler.” (Cuma, 11)
Unutmamak gerekir ki, sahabe, Kuran’da yapıp ettikleriyle, amelleriyle övülmüştür. Hz. Ömer halife olduğu zaman, sahabe ilgili değerlendirmelerinde, “Bedir’den önce Müslüman olanlar, Bedir’den sonra Müslüman olanlar” şeklinde bir ayrıma gitmiştir. Mekke döneminde Müslüman olmak, er kişinin harcıydı; gerçekten yürek istiyordu. Bedir’den sonra İslam’ın yıldızı parlamaya başlamıştır. Müslüman olmak da elbette kolaylaşmıştır; yani her kişinin harcı haline gelmiştir. Bizler, Hz. Peygamber’in sağlığında Müslüman olanların her birinin farklı farklı kimseler olduğunu çoğu zaman unutuyoruz. Hz. Peygamber’e, her gördüğünde Hz. Hamza’yı hatırlatan, acılarını depreştiren Vahşi’nin de Müslüman olduğunu hatırlamakta fayda var. Sahabenin İslam’ı algı düzeyleri, yaşayışları da birbirinden çok farklıdır. Hz. Ömer’in uygulaması şu açıdan çok önemli: Mekke döneminde İslam’a gönül verenler, zor koşullardaki samimiyet sınavını başarmışlar; hem Kuran’ın, hem de Hz. Peygamber’in övgüsünü hak etmişlerdir. Bu sözlerimiz, sahabenin içinde birtakım ciddi yanlışlar yapanların, günah işleyenlerin olmadığı anlamına gelmemektedir.

Haberin Devamı

SAHABEYİ DOĞRU ANLAMALIYIZ

Hz. Peygamber’in vefatını müteakip, henüz naaşı ortada dururken, Sakifetu Beni Saide denilen yerde hilafet tartışmalarını başlatan Medineli Müslümanlar, yani Ensar’dı. Hz. Osman’ın şehit edilmeden önce sakalına yapışan ismin, Hz. Ebu Bekir’in oğlu Muhammed olduğu, “Baban seni bu halde görseydi çok üzülürdü” sözleri üzerine oradan uzaklaştığı, pek çok kaynakta yer almaktadır. Cemel savaşında, bir tarafta Peygamberimizin eşi Hz. Aişe, karşı tarafta da Peygamberimizin damadı Hz. Ali vardır. Sahabeyi doğru anlayamaz, kutsallaştırırsak, onların hatalarını dinleştirmiş oluruz. Bu ise bizi maziye mahkûm eder. Sahabeye saygı duymak, öncelikle doğru bilgiyi ve anlamayı gerektirir.

Haberin Devamı

Sahabe anlayışımız ne kadar sağlıklı

Endülüs’te bir arada yaşama kültürü

Prof. Dr. Özdemir, Endülüs medeniyetinin inşasında Müslümanların yanında, Müslüman olmayanların da alınteri ve göz nurunun bulunduğu hatırlatıyor.
Prof. Dr. Mehmet Özdemir - Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

HZ. PEYGAMBER’in vefatının hemen ardından başlayıp Emeviler dönemi boyunca devam ettirilen ilk dönem İslam fetihleri, hiç şüphesiz sadece İslam tarihinin değil, bütün insanlık tarihinin en önemli gelişmelerinden biridir. Bu fetihlerin en fazla dikkat çeken özelliği ise, başka bir sürü istila hareketinden farklı olarak kalıcı sonuçlar üretmiş olmalarıdır. Bu sonuçların en başında, fethedilen coğrafyalarda farklı dinlere mensup halklar arasında İslam dininin tedrici bir şekilde yayılması gelir. Bir diğer sonuç, uygulamaya konan birlikte yaşama modelidir. Herhalde bir başka sonuç olarak yeni fethedilen coğrafyaların istisnasız hepsinde benzeri görülmemiş bir imar, ıslah, ilim ve irfan hamlelerinin başlamasını zikretmeliyiz.

Haberin Devamı

İspanya’nın fethini bu çerçevede nasıl değerlendirebiliriz?

İlk dönem İslam fetihleriyle İslam yurdu haline getirilen coğrafyalardan biri de İspanya’dır. Müslümanlar fethini gerçekleştirdikleri ilk günden itibaren bu coğrafya için İspanya yerine Endülüs adını kullanmayı tercih etmişlerdir. Endülüs, diğer birçok yer gibi büyük ölçüde savaş olmaksızın, fatihlerle yerli halk arasında antlaşmalar yapılmak suretiyle fethedilmiştir. Fetih esnasında Endülüs’te yerli halkın çoğunu Hıristiyanlar teşkil etmekteydi. Ayrıca değişik şehirlerde veya şehirlerin kenarlarında yaşayan Yahudi toplulukları da mevcuttu. Müslüman fatihler fetih esnasında yerli halkla yaptıkları antlaşmalar çerçevesinde gerek Hristiyanlara gerekse Yahudilere canlarını ve mallarını muhafaza, dinlerini yaşama, cemaat içi meseleleri kendi dinlerine ve örflerine göre çözme, dillerini konuşma hakkı tanıdılar. Her iki dinin mensupları, bu haklar karşısında güvenlik vergisi olarak cizye, toprak vergisi olarak haraç ödemekle mükelleftiler. Bu yeni durum özellikle Yahudiler açısından hayal ettiklerinin ötesinde bir gelişmeydi. Söz konusu antlaşmalar, belli istisnalar dışında, büyük ölçüde Müslümanlarla Müslüman olmayanları eşit hale getirmekteydi.

Haberin Devamı

Hıristiyan ve Yahudiler bu haklara nasıl tepki verdi?

Yukarıda sayılan haklar kısa sürede Hristiyanlar ve Yahudiler nezdinde olumlu tesirlerini gösterdi. Başlangıçta Müslüman yönetimine tanımadıkları için şüpheyle yaklaşan, hatta bir kısmı şehirleri terk eden Hristiyanlar, uygulamayı gördükçe tavırlarını değiştirdiler. Müslümanlarla birlikte yaşamaya adapte oldular. Bir taraftan kendi dinlerini ve kültürlerini yaşatır ve geliştirirken diğer taraftan Müslümanların Doğu’dan Endülüs’e taşıdığı İslâm kültürünün birikimlerinden yararlanmayı ihmal etmediler. İslâm kültürünün etkisiyle Hristiyan gençler kendi din ve edebiyat dilleri olan Latince yerine o zamanın kültür ve medeniyet dili olan Arapçayı kullanmaya, Arapça şiirler yazmaya, Müslüman düşünürlerin eserlerini okumaya başladılar; Müslüman bilginlerin yazdıkları kitaplardan kütüphaneler oluşturdular. Hıristiyan halk Müslümanlar gibi giyinmeye, Müslümanların mutfak kültürünü taklit etmeye, evlerini Müslüman evleri gibi süslemeye, sünnet olmaya, hatta domuz etinden uzaklaşmaya yöneldiler. Bu sebepledir ki Endülüs’ün sınırları dışında kalan İspanya Hıristiyanları, Endülüs’teki dindaşlarını “Araplaşmış kimseler” anlamında Mozárabes diye adlandırmışlardır.

Endülüs medeniyetini nasıl tanımlarız?

Müslümanlar, hiç kuşku yok ki Endülüs’te mimaride, sanatta, bilimde, edebiyatta, hasılı kelam hayatın muhtelif alanlarında önemli medeniyet hamleleri yaptılar. Yukarıda sunulan bilgiler bize, Endülüs toprağında sadece Müslümanların değil Hristiyanların ve Yahudilerin de bir arada yaşama modelinin sağladığı sinerji sayesinde önemli başarıların altına imza attıklarını göstermektedir. Eğer bugün bir Endülüs medeniyetinin varlığından söz edebiliyorsak bu medeniyetin inşasında Müslümanların yanında Müslüman olmayanların da alınteri ve göz nurunun bulunduğu muhakkaktır.

Kuran’dan Dualar

NÛH, “Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum” dedi. (HUD/47).

Münafıklar kesinlikle yalan söylüyor

MÜNAFİKUN SURESİ: Münafikun suresi Medine’de, Uhut savaşından kısa bir süre sonra inmiştir. “Hz. Peygamber’in ve arkadaşlarının Medine’ye göç ettikten sonraki ilk yıllarında karşılaştıkları ikiyüzlülük problemine tahsis edilmiştir.” (Esed, 1150) “Münafık”, Arapçada çift giriş çıkışı olan tarla faresi yuvası anlamına gelen “nefak”tan türemiştir; ilkesiz, çıkarlarına göre hareket eden, olduğundan başka türlü görünen, “ikiyüzlü” insan tipini ifade için kullanılan bir kavramdır. Münafıkların en belirgin özelliği yalan söylemektir. “Ey Peygamber! Münafıklar sana geldiklerinde, ‘Biz senin gerçekten Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik ediyoruz’ derler. Evet, Allah biliyor ki, sen elbette O’nun elçisisin. Fakat Allah şahittir ki, münafıklar kesinlikle yalan söylüyorlar.” (Münafikun/1)

Yedi dirhemi kime dağıttırdı

HZ. PEYGAMBER, hastalığı esnasında yanında bulunan yedi (bazı rivayetlerde beşten dokuza kadar çeşitli rakamlar verilmektedir) dirhemin fakirlere dağıtılmasını istemiştir. Bu bakımdan o, nakit miras bırakmamıştır. Daha önce kölelerini de azat ettiğinden, vefat ettiği esnada kölesi ve cariyesi de yoktu. Bazı kaynaklar onun geriye develerinin, giyim eşyalarının, yüzüğünün, zırhının kaldığını kaydederler. Hayvanları ile bazı ev aletleri ve ayakkabılarının Ali ailesine verildiği kaydedilir. Hırkası, kılıcı ve yüzüğü ise devlete kalmıştır. Arazilere gelince, vefatından sonra kızı Hz. Fatıma başta olmak üzere bazı yakınları Hz. Ebu Bekir’den onun mirasını istediler. Hz. Ebu Bekir, Rasulüllah’ın “Biz Peygamberler miras bırakmayız, bıraktığımız sadakadır” buyurduğunu söyleyerek, onun terekesini taksim etmeyeceğini, ancak hayatta iken kendisinin bakmakla mükellef olduklarına bakacağını ve onun sarf ettiği yerlere de aynen sarf edeceğini bildirdi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!