Güncelleme Tarihi:
Yaklaşık 50 yıldır oyunculuk yapan Çolpan İlhan, Dario Fo’nun bir oyunuyla yine sahnede
Çolpan İlhan sevimli Giulia'yı canlandırırken, bir yandan kendini filme alıp izleyiciye ekrandan seyrettiriyor. Yine bir yandan oynarken, bir yandan uzaktan kumandayla görüntüsünü devre dışı bırakıp, ekrana oyunun diğer karakterlerini getiriyor. Gölge oyunlarıyla ve seslerle de desteklenen oyun Dario Fo'nun. Türkçe'ye Egemen Berköz çevirmiş, yönetmen Nefrin Tokyay.
Söz hep O’na geliyor
‘‘Sıradan Bir Gün’’ için perdeler açıldı; ama sıradan bir gün değildi. Takvimler 8 Mart'ı, yeni bin yılın ilk kadınlar gününü gösteriyordu. Sahnede oyun boyunca bir tek kadın görünecekti, Giulia; kocası tarafından terk edilmiş, çıkarcı ilişkilerden, iletişimsizlikten bunalmış ve intihara hazırlanan bir kadın. Ama kimi telefondaki sesiyle, kimi dekordaki gölge oyunuyla sahneye yansıyan pek çok kadın tiplemesi de oyunun hoş kurgusundaki yerini alacaktı. Tek kişilik oyunda rol alan sanatçı Çolpan İlhan olunca, tiyatronun Küçük Sahne Sadri Alışık Tiyatrosu olması çok yadırganmaz herhalde. 35 yıllık ilişkileri boyunca, Sadri Alışık'ın başarılarının ardındaki kadın başka kimdi ki! Ve ölümünün ardından bu tiyatroyu kurup yürüten, adına da 'sadece' Alışık'ın adını veren... Bugün kendisiyle yapılan röportajda bile sözü dönüp dolaşıp O'na getiren... Tıpkı 1959'da evlendiklerinden beri yaptığı gibi. 1950'li yıllarda Güzel Sanatlar Akademisi öğrencisiydi Çolpan İlhan. Uzun yıllar Yeşilçam'ın en önemli aktristlerinden biri oldu ama ilk gözağrısı tiyatroydu. Nitekim okul tiyatro kulübünün sahnelediği Modern Antigone'deki oyunuyla dikkatleri çekmişti ilk. Sonradan esmişti Yeşilçam'da Çolpan İlhan fırtınası, Kamelyalı Kadın, Ak Altın, Bir Şoförün Gizli Defteri, Zümrüt, Yalnızlar Rıhtımı, Kalpaklılar ondan sonra gelmişti. Ağabeyi Attila İlhan'a göre, bir sonraki kuşak için Türkan Şoray ne ise onun kuşağı için de Çolpan İlhan oydu. ‘‘Karşıyaka'da bisikletle dolaşan delikanlıların onu görür görmez elektrik direklerine bindirmelerine neden olacak kadar güzel’’ olan İlhan, aynı zamanda entelektüel birikimiyle de ön planda olan, 'okumuş' bir stardı. Sadri Alışık'a göre ise ‘‘Kopya kağıdı kullanmadan yazılmış, edebi değeri son derece yoğun, içeriği son derece zengin bir sayfa ve tek nüsha!’’ Evlilik fırtınayı dindirdi. Bunda herkesin biraz suçu olduğunu söylemek çok yanlış olmaz. Başta Çolpan İlhan'ın kendisinin! Evlendiklerinde ikisi de mesleklerinin çok iyi bir yerinde olan iki sanatçıyken, kocasına daha çok destek verebilmek ve evliliği yürütebilmek adına kendi kariyerini ikinci plana attı. Türk Sineması'nda ise star geleneği oluşmuştu. Belki 30'larına gelen aktriste 'yaşlı' muamelesi yapılmasına kızdı, belki sinemanın neredeyse tüm alkolik kadınlarını oynamaktan bıktı. Filmler de içerik ve nitelik değiştirmeye başlamıştı. Sinemayla arasına çok fazla olmasa da kalınca bir çizgi çekti, iş hayatına atıldı. Arada bir oynadı, son yıllarda dizilerde bir göründü bir kayboldu. Ama mesleği hep ‘‘oyunculuk’’ oldu. Çolpan İlhan, son üç yıldır, yeniden sahne tozu yutmaya başladı. Kendi çabasıyla yaşattığı tiyatroda. O tesadüf olduğunu söylüyor ama tiyatroda rol aldığı oyunlar daha çok kadın hikayeleri. Cumhuriyet'in dört önemli kadınının, Halide Edip, Afife Jale, Latife Hanım ve Fikriye Hanım'ın vücut bulduğu Allahaısmarladık Cumhuriyet; ilk Müslüman Türk kadın ressam Mihri Müşfik'in hayatını konu alan Ölü Bir Kelebek ve son olarak Sıradan Bir Gün... Hakkı Devrim, ‘‘seyircisini, Çolpan İlhan kadar içten selamlayan bir oyuncu görmedim sanırım’’ diye yazdı. Ne demek istediğini ve ne kadar haklı olduğunu, ancak İlhan'ın oyununu ve sonraki selamını görenler anlayabilir!
Sizi yeniden sahnede görmek ne güzel.
- Sanat ve kültür adına heyecan duyacağımız işler yapmamız gerekiyor. Ben pekala evde oturup televizyon izliyor olabilirdim ama yapamam. Kendimi görevli hissediyorum.
Aynı zamanda Modaevi'ni yürütüyorsunuz.
- Sabah bayağı işe gidiyorum, dokuzda. Akşam da buraya geliyorum. Yorulduğunu anlayan biri değilim. Bir de samimi itiraf; Sadri'yi kaybettikten sonra hayatımı işle dolduruyorum. Giulia gibi boşluk yaşıyorum. Onun öfkesi var ama benim acım var.
Uzun yıllar Yeşilçam'daydınız ama ilk göz ağrınız tiyatro. Yeniden dönüş nasıl oldu?
- Bu kadar süre tiyatroya ara vermemin nedeni, o zaman filmler tüm zamanı alıyordu. Sonra, karı koca hayatı. İkimiz de filme gidiyoruz, bir de gece tiyatroya git, yapamadık. Ama benim içimde hep yarım kalmış bir iş olarak kaldı tiyatro, bir eksiklik yaptım duygusunu hep yaşadım. Burayı açarken çıkış noktam hiç ben oynayayım, değildi. Hatta ilk sene burada kültürel programlar yaptım. O kadar heyecanlandık ki. Ama insanların kültüre fazla ilgileri yok. Zannettim ki, bedava programlar, kapılara kadar dolacak, hiç öyle olmadı.
O DA OYNASAYDI
Neden Sadri Alışık'ın adı bir tiyatroda? Yani filmleriyle tanındığı için soruyorum.
- Başka ne yapabilirdim ki! Şurada Sadri Alışık Sokağı var, burada da tiyatrosu olsun, dedim. Bu tiyatroyu yürütmek isteyince doğal olarak onun adını düşündüm, Sadri-Çolpan Alışık demedim. Hayatım boyunca da hep öyle yaptım.
Farkındayız. Şöyle bir yorum yapılabilir mi; içinizde yarım kalan tiyatroyu yeniden yaşayabilmek için belki Sadri Bey'in vedasını beklediniz.
- Hayır böyle bir şey denemez. Biz bir ara Sadri'yle beraber düşünmüştük bunu. Hatta Ferhan Şensoy'a da bir oyun yazmasını rica etmiş o da yazmıştı. Fakat Sadri'nin sağlık durumu bozulunca kaldı. Yani böyle bir projemiz vardı ve yaşayıp oynasaydı çok da güzel olurdu.
1950'lerden 2000'e sinemadaki değişimi nasıl görüyorsunuz?
- Sinemaya 57'de girdiğim zaman, çok ciddi bir bakış açısıyla karşılaştım. Çok iyi yönetmenler, gayet disiplinli, dikkatli, verici bir set ekibi vardı. Aynı heyecanları paylaştık ve yaptığımız her şeyin iyi olması için çaba gösterdik. O yıllardan sonra bir konfeksiyon dönemi var. Ama onda da gene aynı endişeler yaşanarak seyirciye ulaşmaya çalışıldı. Bugün hálá geçerli olmalarının nedeni, samimi, içe geçen filmler olmasıdır. Bir dönem ise Türk Sineması'nda seyirciye geçmeyen filmler yapıldı. Ondan sonra yavaş yavaş bu gerçek de anlaşıldı. Bakın ne zaman seyirciye geçen filmler yapılıyor, sinema iş yapıyor. Yeniden iyi noktaya gelindi. Hem seçkin konular, hem güzel teknik, özenli çalışma, seyirciyi etkiliyor tabii.
Yeniden sinema filminde oynama kararınızda bu değişimin etkisi var mı?
- Olabilir tabii, ama bilemiyorum. Şimdiki filmler eskisi gibi değil, eskiden star sistemi vardı, şimdi daha yaşayan hikayeler var. Onun için hangi yaşta olursanız olun, bir rolünüz olabilir. Sadri'nin son filmi ‘‘Yengeç Sepeti’’ydi, acaba filmi çıkarabilir miyim diye endişeliydi, en iyi oyuncu seçildi. Bunu son olarak gördüğü için çok mutlu oldum. Zaten oyuncunun yaşı yoktur.
Siz bu anlamda dışarda bırakıldığınızı düşünüyor musunuz?
- Yoo hayır, ben kendim dışarda kaldım. Bir dönem senede 8-10 film yaptık. Sonra 70'lerin sonunda seks ve türkü filmleri başladı. Hepimiz geri çekildik. Ben o dönemde birşey yapamadığım için sıkıldım ve modaevini kurdum. Çalışkan bir yapım var, hiçbir şeyi elimin ucuyla tutarak yapamadığım için kendimi iş kadınlığına verdim. Arada oyunculukla ilgili hatır kıramadığım süs işler yaptım ama...
ONUR ÖDÜLÜ GELİNCE...
Yeşilçam tarihi içinde değeri yeteri kadar anlaşılamamış bir oyuncusunuz bence. Siz ne düşünüyorsunuz?
- Olabilir, bilmiyorum, belki şanstır. Bu seneki İstanbul Film Festivali için bir kağıt geldi bana, onur ödülü verilmiş. Mektubu açınca beş dakika elimde tutup düşündüm. Akıllarına gelmez gibi bir duygu içindeydim demek ki. Öyle değilmiş.
Küskünlük var mı içinizde?
- Hayır yok. Çünkü ben kendim geri çekildim. Ve öyle zamanlar oldu ki, bazı dostlarımızla konuşurken, bana sinemanın nasıl yapıldığını anlattıklarını farkettim. Şöyle arkama baktığımda 200 civarında film vardı. O kadar unutturmuşum...
Niye bu kadar iddiasızsınız? Hep, bilerek, geri planda? Sadri Alışık varken de öyleydi, şimdi de. Bu sahnede kendi halinizde oyun oynayarak mesela...
- İddiasız derken çok iddialıyım aynı zamanda. Bir tiyatro yürütüyorum. Ve bir oyunda oynuyorum. Bir modaevi yürütüyorum. Çok fazla iş yapıyorum. Öbür yanına gelince, davranış olarak öyleyim. Kendi kendime nasıl ortalığa çıkayım...
SEYİRCİ ONU UNUTMADI
Kariyerinizin en yüksek noktasındayken eşininiz arkasında kalmayı seçtiniz. Aslında buna biraz da kızıyorum. Sadri Alışık o zaman neyse, Çolpan İlhan da oydu ve aynen devam edebilirdi...
- Hatta o dönem Çolpan daha öndeydi. Ben bunun kendi kendime muhasebesini yaptım. Eğer aynı iddiada götürseydim, bizim evliliğimiz belki böyle 35 yıl yürümezdi. Yürümeseydi, diyeceksiniz! Ama o kadar iddia edecek bir ortam görmedim belki. Bir evliliğe giriştik, ona güç vereyim dedim.
Pişman oldunuz mu hiç?
- Belki... Bazı... Ama genelde çok hakim bir pişmanlık duymadım.
Daha samimi bir itiraf gerekse...
- Çok samimi konuşuyorum inan ki... Yalnız şöyle bir şey oldu: Ben ne kadar kenara çekilsem, ara versem, başka şeylere koştursam da hiçbir şekilde seyircinin kafasındaki yerimi kaybetmedim.
Öyle yapmasaydım da kariyerime devam etseydim ne olurdu, diye düşündünüz mü hiç?
- Ne olurdu?
Ne olurdu?
- Belki daha çok film yapardım. Belki basın benimle daha çok ilgilenirdi, falan. Büyük bir kayıp değil.
Tam beş sene oldu!
Sizin entelektüel birikiminizle Sadri Alışık'ın temsil ettiği kültür, biraz farklı değil miydi?
- Yoo, Sadri içi çok derin bir adamdı. Sayılı birikimleri olan fevkalade zengin bir adam. Yoksa bir arada olamazdık.
O en çok hatırlanan filmleri, Turist Ömer'ler filan...
- Ama onlar Sadri'nin oyunculuğu içinde çok ustaca yaptığı kompozisyonlar. Ah Güzel İstanbul'da oynuyor, bir Paydos'ta oynuyor, sonra gidip Turist Ömer'i yapıyor. Bir oyuncu için çok önemli. Sadri aslında baba bir aktördü. Yılmaz Erdoğan bugün dedi ki, dehşete kapılıyorum izlerken, yerine varmam için o kadar zaman geçmesi lazım ki! Sadri'yle yaşamak her an heyecan içinde olmak ve ayakta durmak demekti. Hiçbir monoton şey yaşayamazdınız onunla.
Aynı zamanda onunla birlikte yaşayan bir kadın için yorucu bir adam değil mi? Özellikle egoizmiyle.
- Çok yorucu ama çok da sıcak bir insandı. Anlatırken hep Çolpan yoksa ben yokum, derdi. Meclislere can katardı. Şu anda mezarına git, binlerce mektup, binlerce taşta yazı! Hálá. Beş sene oldu.