"SADECE DİPLOMAT"IN KALEMİNDEN:SAVAŞ YILLARINDA ROMANYA VE GAGAUZLAR -3- OSMANLI İMPARATORLUĞU'NDA RUMENLER Osmanlı İmparatorluğu -dengi benzerleri gibi- bir "milletler türlüsü" idi. Kimi zaman ezse de, çoğu zaman koruyan, himaye eden bir "şemsiye." Kuneralp'in satırları, Rumen diyarındaki Osmanlı baskısının en asgaride kaldığını yansıtıyor. 9. Elçiliğimizin yukarıda anlattığım istisnai muameleye mazhar olmasının tek sebebi, Tanrıöver'in olağanüstü şahsiyeti değildi, bunu sağlayan başka etkenler de vardı. Biri, Rumenler'in Türkler'e karşı öteden beri besledikleri nispeten müsamahalı hissiyatları idi. Bu hissiyat, hem iki devlet arasındaki münasebetlerde, hem de Rumenler'in Romanya'daki Türk azınlığına karşı aldıkları tutumda kendini belli ederdi. Bunun kökenini, mazide aramak lazımdır. Filhakika, Osmanlı İmparatorluğu'na tabi ekser milletlerden farklı olarak, Rumenler, osmanlılık devirlerini umumiyetle olumlu şekilde anıyorlardı. Eflak ve Buğdan Eyaletleri üzerindeki Osmanlı sultası hiçbir zaman pek ağır olmamıştır. Fethe tekaddüm eden Türk-Rumen çarpışmaları az sürmüş, hafif geçmiştir. Açtıkları yaralar da derin olmamıştır. Ve Romanya'dan çekildikleri vakit Türkler, münsif idareciler diye nâm bırakmışlardır. O derecede ki, "Türkler gitti, her şey bozuldu" deyimi Rumenler'de bir nevi darbımesel halini almıştır. RUMENLER'İN MUHARİPLERE KARŞI HİSSİYATI VE BOMBARDIMANLAR 10. Rumenler'in bize karşı aldıkları bu nispeten yumuşak tutumun bir izahı daha vardır. Osmanlı İmparatorluğu'ndan kopan komşularımızın çoğu, milli şuurlarını büyük ölçüde bize karşı isyan ederek oluşturmuşlardır. Bu milli mücadelelerinde tek hasımları biz idik. Rumenler'in durumu farklı idi. Romanya, bir Slav ve Macar okyanusu tarafından çevrilmiş birLatin adasıdır. Komşuları, başta Ruslar olmak üzere, tarih boyunca Rumenler'in yalnız siyasi varlıklarını değil kültürel hüviyetlerinin bekasını tehlikeye düşüren hasımlar idiler. Biz ise, bütün o zamanda, sırf mevcudiyetimizle bu dengesizliği Rumenler lehine düzelten bir etken idik, onların hasımı olmak şöyle dursun, nevama müttefikleri idik. Tabii değil midir ki, bu şartlar altında Rumenler'in bize karşı olan hissiyatlarında müspet unsurlar bulunsun… 11. Geçmişe ait bu mülahazaların yanında, günün sorunlarından doğam bazı endişe ve arzular vardı ki, bunlar da Rumenler'in olumlu ilgisini memleketimize, dolayısıyla elçiliğimize yöneltmekte idi. Rumenler'in üç muhariplere karşı ayrı ayrı hisleri vardı. Almanlar'ı -müttefikleri olmalarına rağmen veya tam bundan dolayı- sevmezlerdi. Ruslar'dan ürkerlerdi. Anglosaksonlar'ı, bilhassa Amerikalıları, hayranlığa varacak derecede beğenirlerdi. Stalingrad ve Kuzey Afrika'daki Alman hezimetlerinden sonra, harp talihinin Müttefikler lehine döndüğünü anlamışlardı. Rus orduları Rumen hudutlarına doğru hızla ilerlemekte idiler. Memleketin yakın bir gelecekte Sovyetler tarafından işgal edileceği belli idi. Bu işgal ihtimaline Rumen halkı, ufak bir zümre hariç, büyük endişe ile bakmakta idi. Birçok Rumenler'in nazarında, bu tehlikeden tek kurtuluş, Romanya'nın Ruslar'dan evvel İngilizler tarafından işgal edilmesi idi. Bunu da -yine Rumenlerin fikrince- İngilizler Türkiye üzerinden ve Türk ordusunun yardımiyle gerçekleştireceklerdi. İşte Türkiye'ye karşı o sırada duyulan müspet ilginin menşei bu idi. Zulüm mü kuşandın? Milos Forensan'ın "Macarlar" filmini izlediğimde, bu feryadı yaşamıştım. Yanlış zamanda ve yanlış coğrafyada bulunmak talihsizliğine uğrayan milletlerin kötü kaderi, bende isyan uyandırıyor. Tıpkı, dünyanın neresinde olursa olsun, bir uçak düştüğünde feleğimi şaşırdığım gibi… Üniversite öğrencisi iken uçucu hostes idim, uçaklar ve pistler büyüleyicidir. 12. Rumenler'in bu arzularını hamiyetsizliğe veya cesaretsizliğe yormak yanlış olur. Rumen milleti -yine tarihi buna delildir- şerefini korumak için büyük fedakârlıklar yapmayı bilen bir millettir. Bu hususta diğer milletlerden geri kalmaz. Askeri cesareti de müsellemdir. İkinci Dünya Harbi'nde dövüşen Rumen askerlerinin kahramanlığı, Alman müttefikleri tarafından da teyit edilmiştir. İngiliz işgalini arzu etmelerinin tek sebebi, içinde bulundukları ümitsiz vaziyetten, en az zarar verecek şekilde, kurtulmaları için başka çare görmemeleri idi. MÜTTEFİK TEBDİLİ "Müttefik tebdili", savaş şartlarında, ümitsiz, bir çıkış yolu arayışı. Emir büyük yerden gelince, küçük milletlerin çıkış yollarının önü kesiliyor, ne yazık ki. Kuneralp'in bombardıman satırları, benim için, çok canlı. Çünkü, fotoğraf arşivini karıştırırken, küçük bir siyah-beyaz yakalamıştım. Genç diplomatımız, kısa kollu gömleğiyle, elinde dürbün,köydeki sayfiye evinin penceresinden bombardımanı izliyor. Fotoğrafa derhal el koyduğunu söylememe gerek var mı? 13. Askeri harekatın seyri ve Müttefikler'in siyaseti, bu ümitleri boşa çıkardı. Rumenler'e acı gerçeği hatırlatan ilk darbe, Nisan 1944'de Bükreş'in Amerikalılar tarafından bombardımanı oldu. Gerçi ondan on ay evvel, Temmuz 1943'de, Libya'da üstlenmiş olan Amerikan uçakları Bükreş'in kuzeyinde bulunan Ploeşti petrol kuyularını bombardıman etmişlerdi. Fakat o operasyon, mahdut hedefi dışına çıkmamıştı. Bükreş halkı buna seyirci kalmıştı, yalnız ta uzaktan gelen bombardıman uğultusunu duymuştu. Ploeşti bombardımanında Amerikan pilotları sivil halkın masuniyetine bilhassa dikkat etmişlerdi. Bu da Amerikalıların popülaritesini daha da artırmıştı. Nisan 1944'de başlayıp fasılasız devam eden bombardımanlar başka türlü oldu. Bükreş büyük tahribata uğradı, sivil halk fazlasıyla zayiat verdi. Oturduğumuz mahalle yangın bombası yağmuruna tutuldu, şans eseri olarak apartımanımız yangından kurtuldu. 14. Bombardımanlar halkın maneviyatını sarstı. Almanlar bundan faydalanmak istediler. Rumenler'de bir Anglosakson husumeti yaratmağa çalıştılar. Boşuna. Hava taarruzlarının yaptığı can ve mal tahribatına rağmen, halkın Anglosakson pilotlarına karşı duyduğu sempati azalmadı. Buna refikam ve ben şöyle şahit olduk. Tanıdığımız bir Rumen ailesi bizi, hafta sonu tatilini geçirmek üzere, Bükreş dışında bulunan çiftliklerine davet etti. Çiftliğe vardığımızda bizden evvel gelmiş olan diğer iki misafirle karşılaştık. Tanıştırıldığımız vakit hayretle öğrendik ki bunlar, uçakları Rumenler tarafından düşürülüp kendileri esir edilen biri Amerikalı, diğeri İngiliz iki pilot imiş. Ev sahibimiz o sırada Rumen Genelkurmayı'nda yedek subay olarak vazife görmekte idi. Vazifesi icabı esir kamplarına da giriyordu. Kamp kumandanı, dostumuzun ricası üzerine ve esir pilotlardan kaçmayacaklarına dair şeref sözü alındıktan sonra, bunların hafta sonunu dostumuzun çiftliğinde geçirmelerine müsaade etmişti. Böylece, harbin en karışık bir zamanında, dördümüz, bir Rumen yedek subayı, biri Amerikan diğeri İngiliz iki harp esiri ve ben, Türkiye Elçiliği kâtibi, sanki harp durmuş ve her şey normalmiş gibi, bir masa etrafında oturduk, yedik, içtik, konuştuk ve harpten başka her şeyden bahsettik. 15. Bombardımanlar halkta Anglosakson düşmanlığı yaratmadı, ama harp yorgunluğunu artırdı. Hezimetin önlenemeyeceği kanaatı daha da kuvvet kazandı. Haziran başında müttefikler Fransa'ya çıkarma yaptılar. Doğu cephesinde Rus orduları Rumen hududuna kadar ilerlediler. Mağlubiyetin mukadder olduğu inancı kökleşti, halkın artık bir tek arzusu vardı: bir an evvel mütareke yapılması ve bu sayede memleketin Sovyet istila ve işgalinden kurtulması. Hadiselerin seyri buna cevap vermedi. Gerçi mütareke yapıldı ve Rus orduları Romanya'yı harpsiz istila ettiler, fakat Romanya'daki Sovyet işgali yıllarca sürdü. DARBE "Artema" reklamında olduğu gibi, Sovyetler, II. Dünya Savaşı ertesinde, bu tür darbeleri hep yaptılar. 16. 23 Ağustos 1944 günü Bükreş'te bir darbe oldu. Kralın da tasvip ettiği bir darbe. Hükümet devrildi, yeni hükümet kuruldu, bu da ilk iş olarak Ruslar'la mütareke aktetti. Eski rejimin liderleri tutuklandı. Daha bir gün evvel, Başbakan Mihail Antonescu, yanılmıyorsam Ankara yoluyla, Anglosaksonlar'a bir mesaj göndermişti, teslime hazır olduğunu bildirmişti. Yanlış kapıya vurmuştu, mesaj cevapsız kaldı. Müttefikler anlaşmışlardı, Rumen mütareke talebinin tek muhatabı Rusya idi. Halbuki, Antonescu'lar daha çok anlayış bekliyorlardı, Batılılarla Sovyetler arasında bir zıtlaşmanın zuhuruna bel bağlamışlardı. O anda bu, boş bir ümid idi, zıtlaşma daha çok sonra zuhur etti. Ümidin sonu yoktur. Sovyet orduları memleketlerine iyice yerleştikten sonra dahi, Rumenler Anglosakson nüfuz bölgesine girebileceklerini ümit etmeğe devam ettiler. Ekim ayında bile Bükreş'te, Amerikalıların Dalmaçya sahillerine çıkarma yaptıkları, Romanya istikametinde ilerledikleri, Türkiye'de seferberlik ilan edildiği yolunda rivayetler dolaştı. Bu haberlerin tek nesnedi, arzu idi. 17. Bükreş halkı, 23 Ağustos'u 24'üne bağlayan geceyi şenlik içinde geçirdi. Şehir, sulh zamanını andırır tarzda ışıklara bürünmüştü. Gece bombardımanlarından kurtulalım diye, bize o yaz şehir dışında bir ev kiralanmıştı. Geceleri ve tatil günlerini o evde geçirirdik. O gün, eşim ve ben, umumi sulh psikozuna kapılarak akşam evimize dönmedik, bazı Rumen dostlarımızla müzikli bir açık hava lokantasında
yemek yedik. Bu hayali sulh atmosferi fazla sürmedi. Almanlar mukabil harekete geçtiler. Yemeği müteakip evimize dönerken şehri kuşatan Alman kıtalarının çemberinden geçtik. Daha sonra öğrendiğimize göre, gece bunu yapabilen son arabalardan biri bizimki imiş. Ertesi sabah, erkenden çarpışmalar başladı. Almanlar şehir üzerine yürüdüler, Stuka uçakları şehri bombardıman etti, Rumenler kendilerini savundular. Şehir yine tahribe uğradı, can kaybı da fazla oldu. Dünkü müttefikler arasındaki bu kanlı boğuşma, 29 Ağustos'a kadar devam etti. O gün Doğu'dan ilerleyen Rus kıt'aları Bükreş'e girdiler. Gerileriyle irtibatları kesilen Alman birlikleri teslim oldu. DEMİR PERDE 18. Bükreş'e giren Rus ordusunu Rumen halkı, sun'i bir sevinç perdesi ardında gizlenen endişe duygularıyla karşıladı. Yeni müttefikinden gördüğü muamele endişesini gidermedi, artırdı. Sovyet işgal makamlarının geniş çaptaki el koymaları, Rus askerlerinin yağmalarıyla tecavüzlerini gören Rumenler, eski ve yeni müttefiklerinin davranışlarını karşılaştırarak, vâki tebeddülden pek kârlı çıkmadıklarını düşünmeğe başladılar. Fakat, komşuları Macaristan'ın uğradığı feci akıbeti öğrendikleri vakit, zamanında mütareke akletmek suretiyle Sovyet istilasını yine ucuz atlattıklarını anladılar. Romanya cephe değiştirdikten sonra Rumen ordusu, mütareke şartları gereğince, Sovyetler'e iltihak ederek Almanlara karşı harp etti. Macaristan ve Çekoslovakya cephelerinde dövüştü, büyük zayiat verdi, varlık gösterdi. Müttefikler cephesinde harbe katılan asker sayısı bakımından Romanya dördüncü oldu. Galip devletlere bunu hatırlatarak sulh müzakerelerinde uygun şartlar sağlayabileceğini, bilhassa Sovyetler'in içişlerine fazla karışmalarına mani olabileceğini ümit ediyordu. Bu ümidi de, tabii boşa çıktı. 19. Romanya'daki siyasi gelişme bundan sonra, Sovyet işgaline uğrayan diğer memleketlerde olduğu gibi, malum seyrini takip etti. Mütareke ve işgali izleyen ilk aylar, memlekette nisbi bir hürriyet ve demokrasi havası esti. Kurulan koalisyon hükümeti o tarihte mevcut siyasi eğilimler dengesi bakımından az çok temsili sayılabilirdi. Geleneksel partilere mensup nazırlar ekseriyette idi. Uygulanan siyaset, durumun verdiği imkânlar muvacehesinde, liberal telakki edilebilirdi. Basın, Sovyet işgal makamlarının davranışını eleştirmemek şartiyle, istediğini yazmakta serbest idi ve bundan geniş surette yararlanıyordu. Bu serbesti peşinde partilerarası mücadele de geldi ve bu da etraflı şekilde basına intikal etti. Mücadele şiddetini tedricen artırdı, ta ki nihayet hükümetlerin dayandıkları koalisyon bozuldu. Komünistler bundan faydalandılar. Ateşi körüklediler, solcu olmayan hükümet üyelerini siyasetten hırpalamağa başladılar. Parti mücadelesini sokağa aktardılar, nümayişler tertip ettiler, öbür partiler mukabelede bulundular, ortalık karıştı. 20. Komünistler memlekette bir azınlık idiler, küçük bir azınlık. Liberal ve demokratik rejim devam ettiği müddete de, azınlık kalmağa mahkûmdular. Onun için gayeleri, rejimi yıkmak idi. Giriştikleri bütün siyasi manevralar bu hedefe yönelik idi. Sovyet işgal makamlarının desteği ile nihayet gayelerine vardılar. Gereken inzibati kuvvetlerden yoksun olan demokratik hükümet, sosyal hayatın huzur ve istikrarını bozan bu sokak nümayişleri karşısında aciz kalınca ve buna Sovyetler'in zoru da inzimam edince istifa etti. Başka seçeneği yok idi. Böylece, mütarekeden bir sene sonra, tamamen Sovyetler'e tabi, Komünistler'in idare ettikleri bir hükümet iktidara geçti. Üç sene sonra, Kral da memleketi terketti, Romanya komünist cumhuriyeti oldu, Demir Perde'nin arkasına düştü. 21. Bu hazin piyesin son perdesi oynandığı vakit, Romanya'dan ayrılıp memlekete dönmüştük. Fakat, diğer bütün perdeleri mahallinde seyrettik. Rumen milletinin nasıl sonuna kadar batı dünyasında yer alabileceği ümit ve hayali içinde yaşadığını gördük. Sovyetler'in elinde kukla olan Groza Hükümeti iş başına geçtikten sonra bile Rumen halkı,büyük ekseriyetiyle bu ümitte sebat etti. Memlekette, Yalta Konferansı kararlarına uygun olarak, serbest seçimler yapılmasını iştiyak ile bekledi. Seçimlerin, Komünistlerin mağlubiyetiyle neticeleneceğini biliyordu. Sovyetler de bunu biliyorlardı, onun için serbest
seçim yapılmasını engellediler. Anglosaksonlar da, umumi siyasetleri icabı, boyun eğdiler. 22. Hayal dünyalarından bir türlü ayrılmak istemeyen Rumenler'in ümidi bu sefer başka bir yöne döndü. Sovyetler'le Anglosaksonlar'ın arası açılacağı yolunda Bükreş'te şayialar dolaşmağa başladı. Anglosakson çıkarmalarına karşı Sovyetler tarafından Karadeniz sahillerinde istihkâmlar inşa edildiğinden bahsedildi. Bunlar hayal idi, yalnız bir şey doğru idi: Romanya'daki Anglosakson temsilcilikleriyle Sovyet işgal makamları arasındaki münasebetlerde peyda olan soğukluk. Sovyetler Yalta mukarreratını hiçe saymakta idiler, Rumen iç meselelerine açıkça müdahale etmekte idiler. Himaye ettikleri Komünist Partisi de demokrasi kaidelerine taban tabana zıt bir davranış içinde idi. Anglosaksonlar bunları görüyorlardı, ama bir şey yapamıyorlardı. Hoşnutsuzluklarını gösterdiler, milli bayram ilan edilen Sovyetler'le mütarekenin yıldönümü törenine Anglosakson temsilcileri katılmadılar, Kral da gelmedi. Boş bir jest idi, Sovyetler gittikleri yoldan bir santim bile ayrılmadılar. SON KIPIRDANMA 23. 1945 yılının kasım ayında Rumen halkı, son bir defa kaderine meydan okudu. Halkın bu şahlanışına, ben de görgü şahidi oldum. 8 Kasım günü, Kral''n doğumgünü idi. Kral, Ruslar'ın uydusu olan Groza Hükümeti'ne muhalif idi. Bu biliniyordu ve Kral bu sebeple Ruslar'a karşı direnmenin bir nevi sembolü olmuştu. Kralcıların daveti üzerine,halk 8 Kasım günü Kral lehine tezahüratta bulunmak için Kraliyet Sarayı önünde toplandı. Bu nümayiş, aynı zamanda hükümete ve hükümeti destekleyen Sovyet işgal rejimine karşı bir muhalefet ifadesi idi. O günün erken saatlarından beri, Saray'ın önündeki büyük meydanı dolduran halk -Kral o gün şehre gelmemeyi daha uygun görmüştü- durmadan Kraliyet marşını söylüyor. Kral lehine ve hükümet aleyhine sloganlar bağırıyordu. Öğleye doğru en kabarık halini alan bu kalabalığa, merakımı tatmin için ve gençliğin verdiği hevesle, ben de katıldım. Tam o sırada, kamyonlara bindirilmiş Komünist Partisi milisleri peyda oldu. Nümayişçileri dağıtmak vazifesini almışlardı. Halk bunları görünce öfkelendi, milisleri tartaklamağa başladı, bazı kamyonları yaktı. Sıkışan milisler geri çekildiler. Sarayın karşısında bulunan Dahiliye Nezareti binasına iltica ettiler. Milisi kovalayan halk, zafer nidalarıyla Dahiliye Nezareti'ne doğru hücuma geçti, ben de beraber. O anda Nezaret binası pencerelerinden makineli tüfekle bir yaylım ateşi açıldı. Kendimizi korumak için yere serildik. Ateş durunca kalktık, seri ricat halinde meydanı tahliye ettik. Elçiliğe avdetimde kahraman olarak karşılanmadım. Bilakis, Elçiden (Tanrıöver memlekete dönmüştü, yerine o zamana kadar Müsteşar olan Şefkati İstinyeli geçmişti), bir temiz azar işittim. Beni azarlamakta haklı idi ve bugünkü kafamla aynı şeyi yapardım. Ertesi gün yayımlanan resmi açıklamada nümayişçilerden 11 kişinin öldüğü, 85'inin de yaralandığı bildirildi. GİDENLER ve KALANLAR "Tanrı'nın ilk yarattığı şey yolculuktur… Sonra da, vatan hasreti ve şüphe…" Theo Angelopoulos'un 1995 Cannes
Film Festivali'nde büyük ödül kazanan "Ulysee'nin Bakışı" adlı (baÅŸ aktörü, Harvey Keitel; "Piano" gibi eserlerin unutulmaz oyuncusu) filminden. Rumenler -ve de Gagauzlar- tıpkı Macarlar ve öbürleri gibi, Balkanlar'ın çileli halkı. Gagauzlar için açıp okumak bana, hafızalarımıza kazınan "Balkan, Balkan" filmini hatırlattı. Filmin kahramanı Dragomir'in birkaç sözünü aktarmak istiyorum. Yalın acının feleÄŸin sillesini yemenin ne olduÄŸunu, bir kez daha, onda görmüştük… "Kaderin istekleri, bizimkilerden daha güçlü…" "Ä°nsanlar özgür, birbirini boÄŸazlamakta özgür…" "Bütün bildiÄŸim, aptalca yaÅŸayıp gittiÄŸimiz. Acı çekiyoruz ve ölüyoruz. Neden ve nasıl yaÅŸadığımızı bilmeksizin…" (Bu sonuncu, Dragomir'in filmindeki son sözleri idi.) 24. Romanya'ya Demir Perde indikten sonra, Rumen dostlarımızdan yolunu bulan memleketi terketti, dışarda geçim aradı. Ötekiler, memlekette kaldı. Giden, belki, daha huzurlu, daha rahat bir hayat sürdü, fakat memleket hasreti çekti. Kalan, zor devirlerden geçti, belki hapse bile girip çıktı, hayat standardı düştü, fakat muhitinden ayrılmadı ve daha sonra yeni yaÅŸam ÅŸartlarına şöyle böyle intibak etti, çocukları büsbütün. Bilmem, kim daha iyi etti, giden mi, kalan mı? SON. Jülide ERGÃœDER - 15 Aralık 2000, Cuma Â
button