Saddam'ı fazla abartmayın

Güncelleme Tarihi:

Saddamı fazla abartmayın
Oluşturulma Tarihi: Şubat 21, 1998 00:00

Haberin Devamı

Özal iki tarafı da tanıyan bir bölge devlet adamı olarak Saddam'ın askeri gücünün abartılmaması gerektiğini ve blöf yapmakta olduğunu batılılara işlemeye çalışıyordu. Çünkü onun inancına göre Saddam'ın elindeki topyekûn imha silahlarının yok edilmesi için bundan iyi bir fırsat olamazdı. Aksi takdirde bu güce sahip bir Irak, Türkiye'nin başına bela olur ve biz de bu işin altından tek başımıza kalkamazdık.

Fotoğrafta Özal'la konuşurken görülen Ali Bozer Körfez Krizi konusunda ülkeyi maceraya sürüklemek istemeyenlerin başında gelmekteydi. Ayrıca, Başkan Bush'la yapılan görüşmeye Amerikalı karşıtı J. Baker girerken kendisinin katılmaması, bizlerle yan odada beklemesi kendisini üzmüştü. Sonunda ipler koptu.

İçeride frenlenen Özal, dışarıda ise yoğun temasları ve telefon görüşmeleri ile adeta bir nevi koordinatör konumundaydı. Başkan Bush ile çok sık görüşmekteydi. Bazen Bush kendisini arar, bazen de Özal telefon ederdi. Artık Beyaz Saray'ın numarasını ezbere bilmekteydim. Her aradığımızda da Başkan Bush ya hemen telefona çıkar veya bir toplantıdaysa, en geç yarım saat içinde bizi arardı.

On günlük Amerika gezisi, Özal'a birçok resmi temaslarda bulunma ve Amerikan medyasıyla programlar yapma fırsatı vermişti. Bu görüşmelerde Türkiye'nin bu kriz konusundaki tutumunu çok açık bir biçimde ortaya koyuyor, Saddam faktörünün de fazla abartılmaması gerektiğini belirtiyordu. Bu arada Türkiye'nin bölgedeki ağırlığını ve rolünü de satır aralarında vurgulamaktaydı. Bu konuşmalarında benim dikkatimi çeken husus, Özal'ın bu krizde batı dünyasına bu işin nasıl çözülebileceğini telkin etmekte olmasıydı. Karşısındaki muhatapları da bölgeden gelen bu dost sese kulak vermekteydiler.


Ertesi gün Cumhurbaşkanı, ABD Başkanı Bush'la Beyaz Saray'da birbuçuk saatlik bir görüşme yaptı. Bu bizim basında da yankılar yapmış olan bir görüşmeydi. Çünkü heyet olarak Beyaz Saray'a gitmiştik. Zamanın Dışişleri Bakanı Ali Bozer ve Güneş Taner de heyetle birlikte Beyaz Saray'a gelmişlerdi.

BOZER'İ KIRAN OLAY

Ancak Cumhurbaşkanı Oval Ofis'e geçerken yanına sadece o zamanki Özel Kalem Müdürü şimdi Büyükelçi Nabi Şensoy'u almıştı. Görüşmenin iki başkan arasında ‘‘başbaşa’’ geçeceği ifade edilmişti. Ali Bozer, Güneş Taner ve ben ise yandaki bir odada Amerikalılar ve bu arada ABD'nin Ankara Büyükelçisi Abramowitz ile sohbet etmek durumunda kalmıştık.

Biz Ali Bozer'le yan tarafta beklerken bir süre sonra Başkan Bush içeriye Dışişleri Bakanı James Baker'ı da almış ve görüşme bu biçimde sürmüştü. Tabii biz bunları sonradan öğrenecektik. Bu olay Ali Bozer'i etkilemişti. Türkiye'de de eleştirilmişti. Bu konu o akşam büyükelçiliğimizde verilen büyük resepsiyonda da özellikle Türk basın mensupları tarafından konuşulan bir husus olmuştu.

Bu görüşme iki Başkan'ın Beyaz Saray'ın ünlü ‘‘Rose Garden’’ yani gül bahçesinde yaptıkları basın açıklamaları ile son bulmuştu. Yapılan kısa açıklamalarda iki ülke arasında Körfez Krizi konusunda tam bir mutabakat olduğu ifade ediliyordu. Tabii bu arada herkesin aklını kurcalayan soru ise Saddam'ın gerçekten söylediklerini yapabilecek güçte olup olmadığıydı. Gerçi batılı kaynaklar Saddam'ın çok önemli bir vurucu güce sahip olduğunun bilincindeydiler, ama bu güce başvurabilecek çılgınlıkta olup olmadığından emin değillerdi. Bu nokta başta ABD olmak üzere, batılılar için çok önemliydi. İşi bir askeri harekât olduğu takdirde en az zayiatla bitirmek zorundaydılar. En başta kamuoylarının bu konuda ikna edilmesi gerekmekteydi.

İşte Özal bu noktada devreye giriyor ve iki tarafı da tanıyan bir bölge devlet adamı olarak Saddam'ın askeri gücünün abartılmaması gerektiğini ve blöf yapmakta olduğunu batılılara işlemeye çalışıyordu. Çünkü onun inancına göre Saddam'ın elindeki topyekûn imha silahlarının yok edilmesi için bundan iyi bir fırsat olamazdı. Aksi takdirde bu güce sahip bir Irak, Türkiye'nin başına bela olur ve biz de bu işin altından tek başımıza kalkamazdık. Halbuki şimdi bu işi kökünden halletmek için önemli bir fırsat doğmuştu.

Nitekim ABD Genelkurmay Başkanı General Powell tarafından verilen bir brifingte ABD'nin ve koalisyon güçlerinin hazırlıkları ve Irak ile Kuveyt'teki durumla ilgili en son bilgileri almıştı. Kriz hızla tırmanmaktaydı. Bir askeri müdahale kaçınılmaz görünüyordu. Ama henüz herkes bu konuda fikren hazır değildi.

Ordumuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan beri savaşmamıştı. Son 16 yılda askeri alanda da birçok teknolojik gelişmeler olmuştu. Kriz sırasında koalisyon güçleri ile yapılacak bir işbirliği Silahlı Kuvvetlerimizin özellikle elektronik savaş alanında bu en son teknikleri öğrenmesine de vesile olacaktı.

HAREKÁT İÇİN SONDAJ

27 Eylül 1990 günü New York'a gelir gelmez, Cumhurbaşkanı Amerikan bankacı ve işadamları ile temas ediyor ve Arnavutluk Cumhurbaşkanı Ramiz Alia ile görüşüyorduk. 28 Eylül'de ise The Park Avenue Bank'ın açılışına katılıyor ve Bulgaristan Cumhurbaşkanı Zhelyu Zhelev'i Peninsula otelindeki suitinde kabul ediyordu. Ertesi gün de Norveç Başbakanı ve Romanya Cumhurbaşkanı İon İliescu ile birer görüşme yapmıştı. 30 Eylül günü ise Birleşmiş Milletler Genel Kurul salonunda ‘‘Dünya Çocuk Zirvesi’’ açılış törenine katılarak Başkan Bush'un açış konuşmasının hemen ardından bir konuşma yapmıştı. Bu Amerika gezisi de Özal'ın her yurtdışı gezisinde olduğu gibi son derece dolu dolu geçmişti. Türkiye'nin yıldızının parladığına artık sadece Özal değil, batı dünyası da inanmaya başlamıştı.

Özal yurda döndükten sonra yoğun programını yurt içinde de sürdürmekteydi. ABD gezisindeki çok olumlu temaslarının ışığı altında bölge ülkelerini de ziyaret ederek onların devlet başkanları ile de temasın büyük yararı olacaktı.

İşte bu düşüncelerle Özal 13 Ekim 1990 günü İstanbul'dan Cidde'ye hareket ediyordu. Aynı gece Kral Fahd ile resmi görüşmeleri tamamlayarak ertesi gün Abu Dhabi'ye hareket eden Cumhurbaşkanı orada da Birleşik Arap Emirlikleri Devlet Başkanı Şeyh Zayed bin Sultan Al Nahayyan ile bir görüşme yaparak bir askeri harekât için de sondaj yapıyordu. Burada ertesi gün ikinci bir görüşme daha yapıldıktan sonra Özal Doha'da temaslarda bulunuyor ve oradan da Kahire'ye geçiyordu.

16 Ekim tarihinde Başkan Mübarek ile yapılan resmi görüşmelerden sonra Kubbeh sarayından ayrılan Cumhurbaşkanı, bu sefer de gezisinin son durağı olan Şam'da Teşrin Sarayı'na varmaktaydı. Suriye Devlet Başkanı Hafız el Esad ile de bölgedeki son durumu değerlendiren Özal, 17 Ekim günü yurda dönmekteydi. Bu gezisinde kendisine büyük itibar gösterilmiş, çok olumlu izlenimler edinmişti. Bölge ülkeleri de Irak'a daha doğrusu Saddam'a karşı yapılacak bir harekâtı beklemekteydi. Ayrıca Türkiye'nin bu konuda oynadığı lider ülke konumunun da bilincinde görünmekteydiler.

Türkiye Yumurtalık-Kerkük petrol boru hattını kapatmakla büyük zarara uğramıştı. Ayrıca önemli boyuttaki Irak'la sınır ticaretimiz durmuş, müteahhitlik hizmetlerinden alacaklarımız da sorun haline gelmişti. Tüm bu zararlarımızın karşılanması gerekiyordu. Başta ABD olmak üzere Kuveyt ve Suudi Arabistan bu zararlarımızı telafi edeceklerini ifade etmekteydiler. Özal hem bunun güvencesini almaya çalışıyor hem de bu vesileyle ABD'den askeri yardım elde etmeye çalışıyordu. Bu amaçlarla ve Körfez krizindeki gelişmeler dolayısıyla başta Başkan Bush olmak üzere, bölge ülkelerinin liderleriyle sık sık telefon görüşmeleri yapmaktaydı. Ayrıca Körfez'de bir askeri müdahalenin kaçınılmaz olduğunu görmekteydi.

BİR NEVİ KOORDİNATÖR

Özal çok ilerisini görebilen biriydi. Kuzey Irak'ta bugünkü durumu o zamandan görebilmişti. Aktif rol alma konusundaki ısrarı da zaten bu yüzden idi. Yakın tarihi çok iyi etüd etmiş, Ortadoğu'daki sınırların büyük güçler özellikle de İngilizler tarafından zamanında çok suni bir biçimde ve kendi çıkarları doğrultusunda çizildiğini iyi kavramıştı. Türkiye'nin zamanında haklı ve anlaşılabilir gerekçelerle kullanamadığı fırsat, şimdi bir kez daha önüne çıkmaktaydı. Bu fırsat mutlaka değerlendirilmeliydi.

Konuştuğumuzda bu konuda içeriden dirençle karşılaşmasını anlayamadığını söyler ve şikâyet ederdi. İçeride bu konuda frenlenen Özal, dışarıda ise yoğun temasları ve telefon görüşmeleri ile adeta bir nevi koordinatör konumundaydı. Başkan Bush ile çok sık görüşmekteydi. Bazen Bush kendisini arar, bazen de Özal telefon ederdi. Artık Beyaz Saray'ın numarasını ezbere bilmekteydim. Her aradığımızda da Başkan Bush ya hemen telefona çıkar veya bir toplantıdaysa, en geç yarım saat içinde bizi arardı. Seyahatte olduğu zamanlarda bile kendisiyle ilk fırsatta temas sağlanırdı. Özel uçağında giderken bile görüştüğümüz olmuştu.

Her görüşme sonunda Bush askeri bir harekât konusunda daha çok ikna olmaktaydı. Ancak bunu en az riskle yapmak istiyordu. Ayrıca garip bir psikolojiyle bölgenin uzağında olanlar daha çok endişe duymaktaydılar. Biyolojik silahlardan, zehirli gazlardan örneğin Almanya'dakiler, Türkiye'dekilerden daha çok korkmaktaydılar. O günlerde Almanya'daki bir Amerikan üssünde Saddam'ın biyolojik tehditlerine karşı önlem alınmış panik yaşanmıştı.

Bozer’le ipler kopuyor

İşte ABD Dışişleri Bakanı James Baker 7 Kasım 1990 tarihinde Çankaya'ya geldiğinde hem bu konular hem de Türkiye'ye yapılacak yardımlar konuşulmuştu. Ayrıca genel bir değerlendirme de yapılmıştı. Ama gene de askeri bir harekât konusunda ABD'nin çekinceleri vardı. Özal ise hem en büyük müttefikimizi ikna etme hem de direnen iç engelleri aşma çabası içerisindeydi.

Bu konuda daha ihtiyatlı davranmamız ve riskleri iyi hesaplamamız gerektiğini söyleyenlerden biri de Dışişleri Bakanı Ali Bozer'di. Ali Bozer büyük tecrübesi olan ve uluslararası hukuk çevrelerince de tanınan saygın bir kişiliğe sahip bir devlet adamıdır. Kendisi yıllarca Strasbourg'taki İnsan Hakları Mahkemesi'nde Türkiye'yi temsil ederek hakimlik yapmıştır. Derin hukuk bilgisi onun iyi bir Dışişleri Bakanı olması için de önemli bir temel teşkil etmekteydi. Ayrıca geniş bir dünya görüşüne ve batı kültürüne sahipti.

Ancak tüm bu hususlar Özal'la aralarındaki köprülerin atılmasını engelleyemeyecekti. Ali Bozer Körfez Krizi konusunda ülkeyi maceraya sürüklemek istemeyenlerin başında gelmekteydi. Ayrıca, Başkan Bush'la yapılan görüşmeye Amerikalı karşıtı J. Baker girerken kendisinin katılmaması, bizlerle yan odada beklemesi kendisini üzmüştü. Özal'ın çalışma usullerini içine sindirememekteydi.

Özal ise çok aktif ve şimdiye kadar alışılmamış tarzda bir dış politika uygulamak istiyordu. Aceleci ve sabırsızdı. Ali Bozer'i iyi tanımama ve dostluğumuza rağmen, kendisi ne bana ne de kamuoyuna Özal'la aralarındaki ihtilafın gerçek nedenini hâlâ açıklamamıştır. Bu kendisinin devlet adamlığı ciddiyetine yakışır ketumiyetinden ileri gelmektedir ve takdir edilecek bir husustur. Ancak çeşitli görüşmelerimizde çok sıkıntılı olduğunu bana ima ederdi.

Tabii bunları bir gün açıklamak kendisine düşer. Ancak benim bildiğim kadarıyla tüm bu sıkıntılara ilaveten aralarında bardağı taşıran damla bambaşka bir konudan patlak vermişti. Sonra da ipler koptu. Bozer istifasını verdi. İstifa olayının gerisinde yukarıda sözünü ettiğin hususlar asıl önemli rolü oynamışlardı.

On günlük Amerika gezisi, Özal'a birçok resmi temaslarda bulunma fırsatı verdi. Bu krizde batı dünyasına bu işin nasıl çözülebileceğini telkin etmekteydi. Karşısındaki muhatapları da bölgeden gelen bu dost sese kulak vermekteydiler.

YARIN: ‘‘ENGİN SENİN DEDİĞİN ÇIKTI, BİRAZ ÖNCE BUSH ARADI, 1,5 SAAT SONRA HAREKÁTIN BAŞLAYACAĞINI HABER VERDİ...’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!