OluÅŸturulma Tarihi: Eylül 09, 2001 00:00
Doktor Oya Bayrı, mikrocerrahinin Türkiye'deki kurucusu Prof. Ayan Gülgönen'le birlikte yıllarca tek merkez olan Fransız Pastör Hastanesi'nde binlerce kopuk parmak, el, kol, hatta penis dikti, onlarca mikrocerrah yetiştirdi.Bugün İstanbul Cerrahi ve Vatan hastanelerinde, bazen 20 saat süren ameliyatlarda, çıplak gözle görülmeyecek incelikteki iğne ipliklerle çalışarak mucizeler yaratmaya devam ediyor. Elleri olmayan iki kol görmenin ne kadar feci, onları yerine koymanın ne kadar muhteşem bir duygu olduğunu en iyi o biliyor. Emekli olmayı düşünmek için sıkılmayı, bıkmayı, sevgisinin azalmasını bekliyor ama tık yok henüz. Çok da güzel resim yapıyor. Bu arada umarız gerekmez ama, küçük bir bilgi: Bir uzuv koptuğunda, temiz bir torbaya ve buzun içine konmalı, en geç altı saat içinde -hastayla birlikte- hastanede olmalı.Henüz 19 yaşında olan Feyzullah, geceyi geçirmek istediği otelde yatak ücretini peşin isteyen katip Mustafa'ya fena halde kızdı. Tartışma, Feyzullah'ın Mustafa'nın burnunu ısırarak koparmasıyla sonuçlandı... Muzaffer ve ağabeyi, babaları gibi odun kesmek istemişti. Muzaffer kütüğü koydu, ağabeyi vurdu; kütükle birlikte Muzaffer'in parmakları da gitti... Evindeki kornişleri değiştirmek isteyen Ayşe Hanım, yeni kornişleri omuzuna dayayıp yola koyuldu. Dik duran kornişlerin az sonra tepesinden geçmekte olan yüksek gerilim hattına çarpacağından habersizdi... İşçi Mustafa ise 17'lik matkapla köşebent delerken sözlüsünü düşünmeye başladı. Son gördüğü kanlar içindeki parmaksız eliydi. Ayıldığında bir otomobil içinde hastaneye götürülüyordu. ‘‘Parmaklarım’’ diye bağırdı. ‘‘Merak etme’’ dedi arkadaşı, ‘‘Arkadaki otomobilde geliyorlar.’’KADINDAN CERRAH OLMAZUzun yıllar, onlar gibi binlerce insan, yani Türkiye'deki iş ve
trafik kazalarının, döner bıçağı hadi bıçakları geçelim dişlerin kullanıldığı kavga kültürünün, yüksek gerilim hatlarının, hatta patlatılan dinamitlerin kurbanı olanlar, tek bir merkeze koştu Türkiye'de: İstanbul'daki Fransız Pastör Hastanesi. 1980'lerden itibaren 10 yıl boyunca, yani hastane kapatılana kadar orada dikildi kopan parmaklar, kollar, eller, hatta penisler. Mikroskop camının altında, çıplak gözle görülemeyecek incelikteki iğneler ve ipliklerle, saatlerce sinir dikmek, damar yamamak, herkesin harcı olamazdı elbette. medya yakıştırması benzetmeyle ‘‘insan terzileri’’, her türlü dikişi yapıyor, insanları ‘‘yeniden yaratıyor’’, ‘‘ellerin Türküsü’’nü söylüyor, görünmeyen içimizi ‘‘dantel gibi’’ örüyorlardı. ‘‘Kopan parmakları atmayın’’ diyen, bu mucizenin yaratıcısı doktorlar arasında tek bir kadın vardı: ‘‘Mikrocerrahinin kadın şövalyesi’’ Oya Bayrı. Türkiye'deki tekliğini hala sürdüren Bayrı, İngiltere'nin de dördüncü kadın mikrocerrahıydı.Bayrı, yıllar önce, teknesine neden ‘‘neşter’’ adını verdiğini soran Karadenizli'den ‘‘Kadından cerrah olmaz’’ azarını işitmişti. Ne yazık ki aynı tepkiyi 1966'da Tıp Fakültesini bitirip, cerrahi ihtisası yapmak istediğinde hocalarından da almıştı. Ama engellenemedi! Hatta plastik cerrah, hatta mikrocerrah! (Yeri gelmişken, Güzel Türkçemiz'i bozduğumu düşünenlere not: Aslında ‘‘mikrocerrah’’ doğru bir tanım değil. Mikrocerrahi uygulayan plastik cerrah ya da ortopedist ya da travmatolog demek lazım. Ama bu çok uzun olduğu için kısaca mikrocerrah denilmiş ve yerleşmiş)1942'de Üsküdar, Salacak'ta doğar Oya Bayrı. Ama kendisini ilk olarak Zonguldak'ın Devrek kazasında, inanılmaz yaramazlıklar yaptığı koca bahçeli evde hatırlar. İkinci Dünya Savaşı'nın yokluk yıllarında incecik hortumla çuval dibinden çekilen toz şekerler kalır aklında. Yaramazlıklar liseyi bitirene kadar -ve belki hala- sürer;
Atatürk Kız Lisesi'ndeki yaşıtları, komşu Mimar Sinan öğrencileriyle flört ederken, o sandviçini okulun çatısında yeme keyfini sürmektedir.Üç-dört yaşındayken aşık olduğu ünlü Kardiyolog Remzi Özcan'ın kucağına her oturduğunda ‘‘Ben doktor olacağım’’ demesi dışında, küçükken kafasına koyduğu bir meslek yoktur. Aslında ‘‘çizme giyip köprüler yapmak’’ gibi bir hayali vardır ama 1960'da arkadaşları grup halinde yazıldığı için, İstanbul Tıp'a girer. Kadından cerrah olmayacağı safsatasını ilk 1966'da mezun olduğunda duyar. Mikrocerrahi eğitimi gördüğü İngiltere'de bile böyle düşünülüyordur. Mecburen kadın doğum eğitimi almaya başlar. Ancak üç yıl sonra, Zeynep Kamil'den, altı aylık cerrahi rotasyonu için Beyoğlu Belediye Hastanesi'ne gönderildiğinde, kaderi değişecektir. Hocası Hayri Seylan cerrahiye olan yeteneğini hemen keşfetmiştir. İhtisasa başladığı ilk gün girdiği 24 ameliyat gözünü korkutsa da cerrahide kalır. Ve ‘‘İlk sünnet’’ini o günlerde yapar! ‘‘Hoca, altı sünnet var, onları yapacaksın, dedi. Ben altı çocuk arıyorum, bir baktım, altı tane kazık gibi herif. Zamanında olmamışlar, bu bir sosyal problem biliyorsunuz. Neyse uyutarak yaptım. Ertesi gün pansumana gittim. 25-26 yaşında genç bir kadınım. Elim değer değmez adamın çükü ayağa fırlıyor, bütün dikişler patlıyor. Ne yapsın, çüküne hiçbir kadın eli değmemiş ki. Sonunda pansumanı bırakmak zorunda kaldım.’’ Bu arada, Atilla Oymak'ın ‘‘ince ince’’ ameliyatları ilgisini çekince, kaderi bir aşama daha kaydeder. (O zaten cilde saygılıdır; hocasının kaba kaba diktiği yerleri o daha sonradan gizlice söküp ince ince dikmektedir). İhtisasını bitirdikten sonra, 1974'te, plastik ve rekonstrüktif cerrahi uzmanı olmak için İngiltere'ye doğru yola çıkar. Beş yılı orada geçecek, bu arada mikrocerrahi Boston'dan dünyaya yayılmaya başlayacaktır.1979'da, ‘‘bütün İstanbul'u koca bir fırçayla boyamak’’ hayaliyle döner. Pastör Hastanesi'nde çalışırken, bu kez eli dikilmiş bir hastayla karşılaşmak onu çok heyecanlandırır. Kimin diktiğini sorar. Kısa bir süre sonra Türkiye'de mikrocerrahiyi başlatan Profesör Ayan Gülgönen'in asistanıdır. Onun ısrarıyla 1982'de Almanya'ya, ‘‘haftalarca günde altı fare kesip dikerek’’ mikrocerrahi eğitimi almaya gider. Kiel Üniversitesi de böylece, 40 yaşındaki bir kadının, peşinde koşacak onca şey varken, küçük bir farenin peşinde koşması olayına ilk kez tanık olur: Heyecanlı doktor Oya Bayrı, fare uyutucusu Hans'ın keyfini beklememek için ‘‘kendi faremi kendim uyuturum’’ demiş, ancak onca farenin arasında orta kulak dengesi bozuk olanını seçeceğini tahmin edememiştir! Fare onu ısırmak için hamle yapınca, bırakıverir. ‘‘Türk'ün biri geldi, ilk gün fareyi kaçırdı’’ dedirtmeyecektir. O fare, öyle ya da böyle yakalanır!10 yıl boyunca Türkiye'nin tek mikrocerrahi merkezi olan Pastör Hastanesi'nde Ayan Gülgönen ve Türker Özkan'la birlikte harikalar yaratan bir kişi daha vardır artık: Oya Bayrı. Az daha beklese çöpe gidecek olan binlerce el, kol, parmak; saçla birlikte makineye kapılmış kaşlar, gözkapakları, zamanla yarışarak yerlerine takılır. Gerçekten üç kişilerdir uzun süre. Türkiye gibi işçinin çok, koşulların ilkel, insanın eğitimsiz ve kurcalamaya meraklı olduğu bir ülkede, işleri bitecek gibi de değildir. Parçalanmış damarlara yama yaparlar, mikroskobu bire 45 büyüterek sinir dikerler, yokolmuş dokuları yeniden ‘‘inşa’’ ederler. Gerçi Türk hasta sonra cildin üzerindeki dikişle ilgilenir ama olsun.Parmaklarını dikmek için üç gün uğraştığı Levent, pansuman sırasında soruverir: ‘‘Oya abla sen evli misin?’’ Cevap hazırdır: ‘‘Evli olsam üç gün seninle uğraşabilir miyim?’’ Doğru. Hiç evlenmez. Hayatında aşka uzun süre vakit ayırmaz. Çocuk doğurmamaya ise zaten 17 yaşında karar vermiştir; oğlu karşıdan karşıya geçen bir annenin yüzündeki endişeyi gördüğünde. ‘‘Hayat boyu bu endişe yaşanmaz’’ demiştir. KARADENİZLİNİN YERİ BAŞKAÜç gün hastaneden çıkamadığı, tam çıkarken bir ambulans görüp geri döndüğü çok olur. İnanılmaz hikayeleri olan hastaları da tabii... İşadamı Necati Kurmel'in oğlu Ahmet, patlayan dinamitlerin ortasında kalır bir gün; 25 metre uçup evlerin damlarını görür. Şans eseri, iki ayağının üzerine düşer. Ama bu da bütün kemiklerinin aşağıdan yukarıya doğru kırılmasına, damarların parçalanmasına neden olur. Hastaneye getirildiğinde, etrafında bayağı bir dolanacaktır Doktor Bayrı, ‘‘Nereden başlasam’’ diye... En zorlusu, sekiz yaşında bir çocuğun, bir çamaşırcı tarafından ‘‘biraz fazla’’ kesilen penisini yerine taktığı ameliyat olur.Karadenizlilerin yeri ise apayrıdır Bayrı'nın meslek hayatında: Bir gece yarısı
haber gelir. Karadenizlinin biri, elektrik süpürgesinin ucuna bir kesici takmış, bir ÅŸeyi rendeleyecekken, iki parmağını koparmıştır. Ameliyattan sonra, ‘‘gecenin bu vaktinde yapmaya mecbur muydun bu iÅŸi?’’ diye sorar Bayrı. ‘‘Aa doktor hanım, bugünün iÅŸini yarına bırakmayacaksın’’ cevabı alır! Aynı bölgeden bir diÄŸeri telefonda, yakınının kopan elini nasıl getireceklerini sormaktadır. Bayrı, temiz torba, buz, filan derken soru gelir: ‘‘Hastayı da getirecek miyiz?’’ Bir odada oturmuÅŸ sohbet etmekte olan üç Karadenizli hastası boÅŸuna şöyle dememiÅŸlerdir: ‘‘Doktor hanım biz de olmasak siz aç kalacaksınız!’’ Evet, 20 yılı aÅŸkın bir süredir mikrocerrahinin tek kadını olarak, ‘‘dokulara saygılı’’ ameliyatlarını sürdürüyor Bayrı. Böyle bir iÅŸ yapmasına raÄŸmen hastaları ona ‘‘terzi’’ deyip çıkıyor; onulmaz vakalara bile ÅŸans verip olmadığı zaman da Oya Bayrı yaptı olmadı, diyorlar; bazen rüyasında üzerine üzerine gelen dev damarlar görüyor ama olsun. Rüya deyince, savaÅŸtan sonra Azerbaycan'a gittiklerinde Refah Partisi'nin kazandığını duymuÅŸ ve bütün gece rüyasında parmak yemiÅŸ (Tadı da ekÅŸiymiÅŸ). Organları ısırılıp koparılan hastalarına karşılık onun tek vukuatı bu!Oya Bayrı'nın muayenehanesi sanat galerisi gibi. Duvardaki ya da çerçevedeki resimler kendi fırçasından çıkma. Bir duvarda Diyojen ve Mikelanj, diÄŸerinde Aristo ve Leonardo da Vinci. Sokrat ve Büyük Ä°skender de birlikte. Bayrı denize olan tutkusuyla da tanınıyor. Bir ara elma likörü yapmaya kafayı takmış ama ÅŸimdilik Türkbükü'nde bir restoran iÅŸletmeye çalışıyor. Bir de ‘‘doktorlar korosu’’ projesi var ama seneye...Â
button