Güncelleme Tarihi:
AK Parti Sivas Milletvekili Nursuna Memecan, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde Türk Delegasyonu’na başkanlık ediyor. Hükümet içinde Türkiye’yi Batı’ya anlatmaya çalışan sayılı isimlerden. Ülkenin dışarıdaki algısında sıkıntı yaratan unsurları sıralamaktan çekinmiyor. Dahası, Başbakan Erdoğan ile bunlar da dahil her şeyi konuşabilecek bir hukuku olduğunu anlatıyor. Nursuna Memecan ile, yeni alkol düzenlemesiyle yeniden gündeme gelen farklı yaşam tarzlarının bitmeyen çekişmesini konuştuk.
ELİTİST KÜÇÜMSEME 10 YILDIR BİTMEDİ
- Yabancı basında sık sık sizden alıntı okuyoruz ama Türkiye kamuoyunda çok görünür değilsiniz. Siyasette kadınlar biraz öne çıktığı zaman sorun mu oluyor parti içinde?
Partimizin içinde bir sıkıntı olmuyor, kimse ‘Sen niye çıktın’ demiyor. Bu daha çok kendi kendimizi engelleme durumu. Ben kendim istemiyorum ön planda olmak. İçeride de fikrim sorulduğu zaman söylerim ama sorulmadığı zaman ortalara atlayıp ‘Şöyle düşünüyorum’ demem. Bir de televizyona çıkmayı hiç sevmem. Ama bana vazife verildiği zaman ‘Git, yurtdışında Türkiye’yi anlat’ diye, onu yapmak için elimde yaparım.
- Siz bazı düzenlemeleri yaşam tarzlarına müdahale olarak gören kesimle, sık kullanılan tabiriyle Beyaz Türklerle AK Parti arasındaki temas noktalarından birisi oldunuz hep. Şimdi o kesimde bir dalgalanma var.
O kesimdeki dalgalanma hiç bitmedi ki. 10 sene önce neyse hâlâ öyleler. Her şeyden rahatsız olmaya hazır bir kesim var. Bu parti ağzıyla kuş da tutsa, bunun neresi bize karşı diye düşünecek bir kesim var maalesef. Ve hiç entegre olamadılar. Hâlâ bir küçümseme var. Benim sınıf arkadaşlarım içindeki konuşmaları, tartışmaları duyuyorum. ‘Biz çağdaşız; bu başörtülüler, dindar kesim çağdaş değil. Nasıl olur da bunlarla aynı yerde oluruz?’ şeklindeki psikolojiyi aşamadılar. Ben bu entegrasyon sorununun aynısının Avrupa’da göçmenlere karşı olduğunu düşünüyorum. Avrupalılar da hep göçmenleri kendilerine nasıl benzeteceklerini düşünüyorlar. Bizdeki elitist kesim de bir türlü bu insanlarla beraber yaşayacaklarını, aynı yerlerde yiyip içeceklerini, aynı uçağa bineceklerini içselleştirebilmiş değil. Hâlâ eşit bakamıyorlar. ‘Onlarla biz aynı yerde olamayız’ kompleksi var. Bu da aslında o elitist kesimin kendine güvensizliğinden geliyor. Hâlâ o elitistlerin içine sinmiyor. Bu arabaları biz kullanmalıydık, o restoranlara sadece biz gitmeliydik...
TARZIMA MÜDAHALE ENDİŞESİ YERSİZ
- AK Parti’nin iktidardaki 11. yılına rağmen iki toplum kesimi arasındaki sürtüşmenin aslında kapanmadığına yönelik bir tespit yapıyorsunuz.
Aslında diğer kesimin içindeki küçük bir kesimden bahsediyorum. Öbür kesimin güçlenmesi, hayatın içinde yer alması, restoranlara gitmesi, Türkiye’nin sunduğu bütün fırsatlardan faydalanmasından anormal büyük bir mutluluk duyuyorum. Başörtülü kızlar restoranlara, kafelere gidiyorlar, iş kuruyorlar, bunları görünce çok memnun oluyorum. Hepimiz birden böyle zenginleşeceğiz. Sadece biz zengin olursak bu memleket bir şey olamaz. Diğer kesimde bir de acılardan zevk alma durumu gibi bir arabesklik var. Kendine güvenen hiç kimsenin şu anda memlekette hayat tarzıma müdahale olacak mı diye endişe etmesine gerek olduğunu düşünmüyorum. Çok yersiz buluyorum.
BAŞBAKAN NİYE GÖZDEN ÇIKARSIN
- Laik kesim açısından...
Herkes laik. Bu memlekette laiklik istemeyen herhalde yüzde 5’lik bir kesimdir. Yüzde 95 laiklikten memnundur. Ama dinini uygulayan var, uygulamayan var.
- O halde bugün kendi hayat tarzına yönelik kaygısı olan kesimi nasıl tanımlıyorsunuz?
İşte elitist diyorum. Elit olmaya özenen demek istiyorum.
- Başbakan 2007’deki meşhur balkon konuşmasında bu kesimleri de kucaklayacağına yönelik mesajlar vermişti. Sonra birkaç kez tekrarlardı bu mesajı. Son dönemde pek bu tür mesajları yok. O kesimleri kazanmaya yönelik bir gündemi yok mu artık?
İnsanlar kendilerine güvensiz herhalde, üzerlerine alınıyorlar. Niye Başbakan birilerini gözden çıkarsın ki? Başbakan bütün milletin Başbakanı. Hele de barış havası esen, sorunlarımıza kalıcı çözümler aradığımız bir sırada niye birilerini karşısına almak istesin ki? Eleştirilecek tarafları olabilir yapılanların. Eksikler olabilir. Bunları bazı arkadaşlarımla konuşuyorum. Ama bazılarıyla hiç konuşmaya yanaşmıyorum. Nasıl olsa duvar çekmiş, gözünü bağlamış, nasıl olsa dinlemeyecek. Bu memleket 10 yıl öncesine göre çok daha fazla imkân sunan, çok daha cazip bir memleket. Ama sen buna başka bir yerden, kötü bir gözle bakmak istiyorsan o senin bileceğin iş.
‘FRAPAN BİR ŞEY YAPMAYIN’ TALİMATI
- Batı’daki siyasetçiler size en çok neyi soruyorlar? Kafalarında en çok hangi konularda soru işaretleri var?
Mesela Türk Hava Yolları ile ilgili çıkan haberleri soruyorlar. Ruj, oje gibi şeyler.
- Ne diyorsunuz bunları sorduklarında?
Ne diyeyim. Ben bunu ilk, uçakta gazete okurken gördüm. Hostese sordum hemen, size böyle bir talimat mı geldi diye. ‘Yoo... Bizde zaten senelerden beri göze batacak, frapan bir şey yapmayın talimat var’ dedi. Ama gündem yaratılmak isteniyorsa birileri gündem yaratmış oldu.
- Ama Türk Hava Yolları, alt düzeydeki yöneticilerin kendi başlarına böyle bir karar aldığını kabul edip geri adım attı.
Yeni bir talimat gittiğini kimse bilmiyor. Birdenbire markaya farklı bir anlam katacak kılık-kıyafet, yemek olmaz. Bunların hepsi bir marka planlaması. Benim anladığım yeni olan bir şey yok orada.
ÖNEMLİ OLAN HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ
- Avrupa’daki meslektaşlarınıza ‘Bizim hâlâ yüzümüz Batı’ya dönük’ argümanını satmak kolay mı?
Çok kolay. Bir kere AB daha üzerinde çalışılan bir proje. Bitmiş bir şey değil. AB gerçekten bir birlik olacaksa daha 5 fırın ekmek yiyecek. Zaten Türkiye’yi almadan dünyadaki diğer küresel güçlerle rekabet edebilecek bir güç olamayacak. Türkiye için de aynı şey. Türkiye son 10 yıl içinde hem ekonomisiyle, hem bölgeye örnek olan reformlarıyla bölgesel bir güç oldu. Ama Türkiye de AB bağlantısı olmadan, AB ile beraber olmadan o kadar etkili bir güç olamayacak. AB ile Türkiye birbirine çok faydalı.
- Türkiye’nin bölgesel gücünü muhafaza edebilmesi için Batı ile ilişkilerinin olmazsa olmaz olduğunu söylüyorsunuz.
Tabii ki. Doğu’da gelişmekte ve demokratikleşmekte olan ülkelerdeki Türkiye hayranlığının en önemli sebebi bu Batı bağlantısı. Batı bağlantısı dediğimiz Avrupa’nın değerleri. Hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları. Türkiye bu değerleri uygulamaya çalıştığı için eksiklerini biliyor. Hukukun üstünlüğünde mesela eksik var. Reform paketi üzerine reform paketi yapıyoruz. Bütün bunlar da AİHM ile sürekli koordinasyon içinde yapılıyor.
- Başkanlık sistemi bütün bunların neresinde? Türkiye’nin bu bahsettiğiniz hedeflere ulaşması için şart mıdır?
Olmazsa olmaz bir şey değil. Başkanlık sistemi de bir memleketin yönetim sistemlerinden bir tanesi. Anayasa’nın yeniden yazılması söz konusu olduğu için acaba daha iyi bir sistem getirebilir miyiz, o konuşuluyor. Bu parlamenter sistemde bir sürü takılan nokta var. Meclis’in daha hızlı çalışması, reformların daha hızlı yapılması için o sistem de başka bir sistem de değerlendirilebilir. Önemli olan Avrupa standardında hukukun üstünlüğü ve demokrasi olması. Bunu hangi sistem sağlıyorsa o sistem konuşulabilir. Ama devleti değil insanı öne çıkaran sivil bir anayasa yapılması bu memleket için şart.
Siyaset hayat standardımızı düşürdü, Salih perişan
- Eşiniz Salih Memecan’a yönelik ‘yandaş’ eleştirisi sizi kırıyor mu?
Çok kırıyordu ama şimdi hiç ciddiye almıyorum. Söyleyenlere kötü niyetli ve biraz da cahil diye bakıyorum. Salih’in yandaş olması için ne sebep var ki? İhalesi mi var, projesi mi var devletle ki ‘Aman hükümet lehine iki şey çizeyim de beni sevsinler’ desin.
- Eleştiriler daha çok ‘Bir karikatürist hep muhaliftir, Salih Memecan çok devlet gözüyle bakmaya başladı’ gibi bir noktadan geliyor.
Karikatürist muhalif olabilir de, olmayabilir de. Ayrıca neye muhalifsiniz? Beğenmediğin değerlere muhalif olursun. Yapılanı beğendiğin halde zorla benim muhalif olmam gerek demek normal mi? Mesela Kürt açılımı, çok desteklediği bir şey ise hükümet yapıyor diye muhalif mi olacak? İşte bu bizdeki CHP’deki muhalefet anlayışı. Onlar ne yapıyorsa yanlıştır, ben tersini söyleyeyim. Karaktersiz bir muhalefet anlayışı. Hiç mi bir değerimiz yok arkasında duracağımız, savunacağımız. ‘Karısını milletvekili yaptı’ diyorlardı. Bunun ne faydası var ona? Ne ev, ne kapıyla alakam kaldı. Perişan oldu Salih bu yaşında. Görüşemiyoruz bile. Hayat standardımızı düşürdü bir yanda. Ama benim de memlekete katkıda bulunacağım bir fırsat gelmiş, ben bundan büyük bir zevk alarak yapmaya devam ediyorum. Elimden geldiği kadar yapacağım, sonra da başkası yapacak. Bu kariyer için yapılmış bir şey değil. Bu işler gayet vatan millet diye yapılabiliyor.
Gizli ajandası olsa saklayamaz
- Başbakan Erdoğan ile ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?
Benim çok iyi bir ilişkim var Tayyip Bey’le.
- Açık sözlü bir insansınız, Başbakan ile ilişkinizde de öyle misiniz?
Tabii, Tayyip Bey de öyle.
- Sizin de aynı açık sözlülükte olmanız sorun yaratmıyor mu? Başbakan’ın sanki hoşuna gitmeyecek görüşlere karşı sert tepki verebilirmiş gibi bir imajı var.
Yurtdışında da hep bunu soruyorlar. “Sert mizacı var, sert konuşuyor” diyorlar. Tayyip Bey olduğu gibi bir adam. Kendini bir takım kalıplara sokan biri değil, filtresi olmayan birisi. Ben de onun böyle olmasını çok seviyorum. Hep gizli ajandası var derlerdi Tayyip Bey için. Olamaz ki. Saklayamaz ki, neyse o çıkacak zaten. Sır olsa tutamaz herhalde diye düşünüyorum. Bence bazen gerektiğinden çok fazla insanı da dinliyor hatta. Ama insanlarda şöyle bir korku var; “Ya ben konuşunca, herkesin içinde bozarsa”. Bence o tersleme değil aslında, söylediğinin arkasında mısın diye test ediyor. “Olur mu öyle saçmalık” diyorsa bile “Olur” de ve devam et. Ama korkuyorsan zaten bir zafiyet var orada. Kendine güvenen insan çok rahatlıkla konuşabilir. Bir de bakıyorsun başta “Yok olmaz öyle şey” dese bile sonra düşünüyor.
BİRA ŞİŞESİYLE DOLAŞAMAZSIN
- ‘Gizli ajandası olamaz, olsaydı hemen çıkardı’ diyorsunuz ama bir kesim de alkol yasaklarını falan örnek gösterip ‘İşte sonunda çıktı ajandası’ diyor.
Ben Türkiye’nin demokratikleştiğini, insan haklarına daha çok saygı gösterildiğini, bu yolda çok adım atıldığını ve daha çok reform yapılacağını görüyorum. E bunlar yapılırken, bir yandan da geriye götürelim diye bir zihniyet olmaz ki. Burada korkacağımız ne olabilir? İnsanlara baskı uygulamak. Bir tek korkacağımız şey o olabilir. İstediğimiz gibi yaşayamayacak mıyız acaba?
- İşte soru tam da bu.
Ama bu kadar demokratikleşme, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile bile bu kadar uyum... O yüzden ben bunları yersiz endişeler olarak görüyorum. Dün de yersiz endişe olarak görüyordum, bugün de. Adında alkol geçen bir yasa çıkıyor denildiği zaman niye insanlar paniğe kapılıyor? Makul düşünelim, bir bakalım eller nasıl uyguluyor. Ben Amerika’da yaşadım uzun süre. Pazar günleri alkol hiçbir yerden satın alamazsın çünkü onların ibadet günü. Eğer alacaksan başka günlerde alacaksın. Diğer günlerde de hiçbir markette alkol satışı yoktur. Alkol sadece alkol satılan dükkânlarda satılır. Kamuya açık yerlerde içki içilmez. Elinde bira şişesiyle sokakta dolaşamazsın.
- Burada asıl soru işareti yaratan, nereden ve ne zaman satın alındığından çok görünmemesine ve kamuflajına yönelik azami çaba. Otelde havuz başında bile bira servisi yapılamayacak noktaya getirmiş son düzenleme.
O kadar detayını bilmiyorum. Ne desem yalan olacak.
Ben de daha fazla adım atılsın isterim
- 2008’de bu evde verdiğiniz, Başbakan Erdoğan ve Emine Hanım’ın da katıldığı yemek çok konuşulmuştu. İçki servisinden mönüye kadar her detay tartışılmıştı. Hâlâ bu tür yemekler veriyor musunuz?
Benim evimde her zaman yemekler oluyor. Bu benim bir aile geleneğim. Benim dedem de siyasetçi ve işadamıydı. Onun evinde de böyle büyük yemekler olurdu, annemin evinde de. Kendi evimde de kapım hep açıktır. Ben bir yemek ortamında konuşmanın, hem yemeği hem de fikirleri paylaşmanın çok yararını gördüm. Herkes birbiriyle yeni fikirler paylaşabiliyor. Bu ortamlarda insanlar daha rahat birbirini anlayabiliyor. Bir sürü önyargıları olan insanlar bir yemek sofrasına oturduğundan çok farklı ilişki kurabiliyor karşındakiyle. Hele ev ortamında yemek sofrasında çok farklı bir etkileşim oluyor. Daha samimi bir ortam, aile ortamına giriyorsun insanların.
- Artık davet verdiğimde medyanın haberi olmasın gibi bir kaygınız var mı?
O zaman da böyle bir kaygım yoktu, şimdi de yok. Duyarsa duysun. Belki de o zaman yazan çizenler ‘Beni neden davet etmedi’ diye yazdılar. Her zaman herkesi davet etmek de mümkün değil. Belli bir kapasitesi var evin. Ama hoşuma gidiyor. Misafir olmak da, misafir ağırlamak da. Farklı kesimlerden insanların birlikte olması çok hoşuma gidiyor.
- O yemeğe katılan isimlerden bazılarının bugün hükümetle ilişkileri biraz limoni. AK Parti ile liberaller arasındaki o bağı zayıflatan nedenleri siz nasıl yorumluyorsunuz?
Bu insanların 28 Şubat’ta gerçekten fedakârca katkıları oldu o kapalı rejimin değişmesine ve demokratikleşmeye. Onları katiyen yadsıyamayız. Kimileri ölüm tehditleri aldı, dışlandılar. O yüzden onların bu süreç içinde kırılmaları, üzülmeleri beni de üzer. Ama Türkiye sivilleşme yolunda çok büyük adımlar attı. Onlar bunun da farkındalar. Daha fazla adım istemeleri de normal. Ben de daha fazla istiyorum.