Güncelleme Tarihi:
Piyano, Pulp Fiction ve Smoke, Harvey Keitel'in zirveyi ardı ardına yakaladığı filmler serisi oldu. Jane Campion ‘‘Soyun’’ dedi, o beyazperdenin en seksi erkek poposunu ortaya serdi... Tarantino'nun emrinde işbitirici rolünü inanılmaz güzellikte yansıttı. Ve ‘‘Smoke’’ta, Tütüncü filozofu canlandırırken yazar Paul Auster'i bile şaşırttı,
‘‘Cult-movie (İşte böyle oynanır)’’ mesajını Hollywood'a yolladı.
Rüşvetin, yolsuzluğun imajını polis üniforması altında yansıtan bir profesyonel
Peki o zaman önce çevireceğiniz bu yeni filmden söz edelim.
- Koleksiyonumda Western türü yoktu. Her erkek çocuğun bir tabancası olmuştur. Kızılderili öldürmüştür. Bang... Bang... Ben de kuşanıp silah çeker, sonra namluyu üflerdim. İtalyan yönetmen Veronesi'nin teklifi ve senaryo iyiydi.
Kısacası, Spagetti Western mi olacak, yani Sergio Leone'nin bıraktığı yerden mi devam edilecek?
- Yok, bu biraz daha komik... Zaten Veronesi komedi türü filmler yapıyor. Üstelik rol arkadaşım İtalyan sinemasının en gözde komedyeni Leonardo Pieraccioni ile iyi vakit geçireceğiz. O benim oğlum ve bana silahı bıraktırmaya çalışan bir barışsever...
Bu sizin İtalyan yönetmenleriyle ilk filminiz değil. Niçin burayı tercih ediyorsunuz?
Beni dünyaya getirenler
Bağımsız sinemanın daha bir kişiliği var. Sonra ben geçmişte Ettore Scola ile, Lina Werthmüller ile, Dario Argento ile Lizzani ile Damiani ile şimdi hatırımda yok, bir değerli İtalyanla daha film çevirmiştim.
Her fırsatta Jane Campion, Abel Ferrara ve Quentin Tarantino'dan övgüyle söz ediyorsunuz.
- Onlar beni bir bataklıktan çıkarttılar. Beni yeniden dünyaya getirdiler. Otuz yıldır bu mesleği yapıyorum. Çok darbe yedim. Şöhreti yakalamam gerekir anlarda kıçıma bir tekme attılar. Şunun şurasında yedi-sekiz yıldır zirveyi sıkıştırıyorum. Oysa en güzel filmlerimi yetmişli yıllarda çevirdim. De Niro'lar, Scorsese'ler arasında sıkıştım. Abel Ferrara beni tekrar elimden tuttu. Sonra Jane Campion ve Quentin Tarantino... Bu üçü beni yeniden hayata bağladı. Yoksa umutsuzdum. Doğduğum Brooklyn'de avare avare gezecektim.
Biraz ‘‘Piyano’’dan söz edelim.
- Jane Campion global feminizmin ne olduğunu yansıtmaya çalışıyor. Jane Campion ile çalışmak güzel, ama zor. Erkek oyuncuyu bile kadın gibi görüyor, feminist tarzda yaklaşıyor.
Bu filmin en anlamlı sahnesi sizin çırılçıplak poponuzun görülmesi...
- O sahne o kadar doğal oldu ki, sonra ‘‘Sinemanın en güzel erkek poposu’’ unvanı bana verildi.
İşte benim yolum
Sizin bir başka ilginç yanınız, filmlerde dev rakamlara yanaşmamanız...
- Arkadaşlarım için her şeyi yaparım. O kadar beleşe oynamam ama örneğin Abel Ferrara ‘‘Fazla param yok. Hasılattan yüzde alırsın’’ derse, iki kez düşünmem.
Nefis karakterler çiziyorsunuz. Ama birçok filmde rüşvetçi polisi canlandırıyorsunuz. Rastlantı mı yoksa siz mi arıyorsunuz?.
- Sinemada senaryoda iyi vardır, kötü vardır. Beni iyiler arasında bu yüz ifadesiyle bu suratla oynatabilir misiniz? Biz bir mücadele içinde doğduk. O mücadelede herkesin bir çizdiği yol vardır. Benim yolum bilmemekten bilmeye doğru akar.
O yıl sizi bir gün kamera önünden kamera arkasına götürür mü?
- Aslında çok istiyorum... Üzerinde ciddi bir şekilde düşünüyorum. Abel beni destekliyor. Ama henüz erken galiba... Şöyle birkaç filmde daha oynayayım diyorum.
Bu filmden sonra projeleriniz var mı?
- Yine İtalyan Marco Bellochio'nun ‘‘Venedik Taciri’’nde Shylock'u canlandırma fikri var.
Siz Roma'ya gelmeden bir başka filmi bitirdiniz.
- ‘‘Road to Graceland’’da Elvis Presley'i canlandırdım. Tabii Lulu on the Bridge tamamlandı. Cannes Film Festivali'nde gösteriliyor.
Bu Paul Auster sevgisi nasıl oluştu?
- Paul Auster bir Subway, metropol yazarı... ‘‘Smoke’’ta Wayne Wang yönetmendi. Ama Paul her zaman setteydi. Eserlerine hayrandım. Çünkü ben de New York üstelik Brooklyn'liyim. Her satırında kendimi sanki yaşıyordum. Böylece önerisini seve seve kabul ettim.
‘‘Smoke’’da Cult movie örneğini çok iyi yakalıyorsunuz.
- Aslında bir tiyatro oyunu gibiydi... Bir tür fantazi içerisinde yolculuk anlatan, dinleyen, yaşayan, yaşatan bir filozof bundan daha iyi yazılamaz, satırlara dökülemez.
Bosna savaşına ve sonrasına çok yakındınız. Hatta bir film çevireceksiniz.
- Balkanlar beni çeker. Belki babam Romen'di, annem de Polonyalı... Yunan yönetmen Thodoros Anghelopoulos Bosna trajedisini yansıtacak. Anlaştık.
Vahşi batıda komedi
Hep yeniden doğdum diyorsunuz. Gerçek ikinci Harvey Keitel dönemi ne zaman başladı?
- Kesinlikle ‘‘Thelma ve Luise’’deki kadın özgürlüğünü destekleyen anti konformist polis rolüyle başladı. Beni Oscar'a aday gösteren aynı yılın filmi ‘‘Bugsy’’ ile perçinleşti.
Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
- Olduğum gibi. Çirkin, sert, vahşi, asık yüzlü zor bir cins, inatçı ve kendinden emin. En azından şimdilerde...
Film 10 hafta sürecek. Toskano bölgesi çok güzel. Eğlenceli geçeceğe benzer.
- Bol makarna yiyeceğim... İlkbahar meyvelerini tadacağım. Hiçbir şey düşünmeyeceğim. Bir nevi tatil olacak. Vahşi Batı'da komedi ancak böyle olur.
Siz Harvey Keitel'in böyle dediğine bakmayın. Aslında içi kan ağlıyor. Çok sevdiği kızı Stella boşandığı karısı Lorraine Bracco ile birlikte... Bracco'da aktör yönetmen Edward James Olmas ile yaşıyor. Olmos'un daha önce küçük kızlara cinsel tacizde bulunması içini kemiriyor.
‘Piyano’ filminde ‘En güzel erkek poposunu’ sergiledi
Önce Harvey Keitel'i çok iyi tanımak gerek...
Keitel, o bildiğimiz Hollywood klasik erkek oyuncularından biri değil.
Sert bakışlarının arkasında yatan nefret, geç yakalanmış bir şöhretin suçunu bağımlı Amerikan sineması mafyasına yüklemesinin bir yansımasıdır...
Altmış yaşına merdiven dayayan Keitel kendisini zaman tüneline sokanlarla, çıkartanları çok iyi ayırt eder. ‘‘Black Out’’ yıllarını hiç unutmamıştır... İşsiz günlerin, Avrupa'ya sürgüne gidiş zorunluluğunun acılarını suratında taşıdığını rahatlıkla söyler.
Robert de Niro'ya değil ama Martin Scorsese'ye kin tutmuştur. ‘‘Taxi Driver’’, ‘‘Mean Streets’’te çizdiği nefis karakterler, hâlâ zihinlerdedir. Ne var ki Beverly Hills simsarları onu bir kalemde silmiştir. Francis Ford Coppala ile yaşanan sert bir münakaşa sonrası ‘‘Apocalypse Now’’ setini rahatlıkla terk edebilmiştir. Bu konuda çok açıktır. Sorun yaratana, sorun yaratarak yanıt verir. Tıpkı Stanley Kubrick'e bir kafa atıp ‘‘Eyes Wide Shut’’ setini terk ettiği gibi...
Prensiplerini asla çiğnemez. Ama o denli de profesyoneldir. Zaten profesyonelliğine bağlılığı Keitel'e tekrar şöhret kapılarını ardına kadar açmıştır.
Onun için Jane Campion, Abel Ferrara ve Quentin Tarantino birer koruyucu melektir... Bataklıktan bu üç yönetmen kendisini kurtarmıştır...
‘‘Piyano’’, ‘‘Pulp Fiction’’ ve ‘‘Smoke’’ Harvey Kaitel'in zirveyi ardı ardına yakaladığı filmler serisi olmuştur.
Jane Campion ‘‘Soyun’’ demiş, o beyazperdenin en seksi erkek poposunu ortaya sermiştir... Tarantino'nun emrinde işbitirici rolünü inanılmaz güzellikte yansıtmıştır. Ve ‘‘Smoke’’ta, Tütüncü filozofu canlandırırken yazar Paul Auster'i bile şaşırtmış, ‘‘Cult-movie (İşte böyle oynanır)’’ mesajını Hollywood'a yollamıştır.
Yeni yönetmenler bu haşin ve vahşi bakışlı aktörü giderek paylaşamaz hale gelmişlerdir. 18 yaşında askerliğini deniz bahriyelisi olarak yapan, şiddetin suratında bu dönemde iz bıraktığını övünçle söyleyen Keitel, Paul Auster'in son filmi ‘‘Lulu on the Bridge’’de Mira Sorvino'nun karşısında rol aldıktan sonra rotasını İtalya'ya çevirdi. İtalyan yönetmen Giovanni Veronesi'nin cazip önerisini kabul ederek bir Western filminde insan avcısı olarak bol bol silah çekecek, elbette kötü adamın tarifini bir kez daha üstlenecek...
İşte bu filmin çekimleri başlamadan Roma'da Harvey Keitel ile görüştük.
Daha yönelttiğimiz ilk soruda kendisini kızdırdık. Stanley Kubrick ile arasında geçen olay hakkında tek kelime söylemediği gibi, ‘‘Çeker giderim’’ tehdidinde bulundu, sonra Amerikalı yönetmene okkalı bir küfür savurdu.