Güncelleme Tarihi:
Şirk varsa, üretilen bütün değerler işe yaramaz hale gelmeye mahkûmdur. Kur’an, şirki en sarsıcı şekilde tanıttığı Zümer suresindebakın ne diyor:
“Yemin olsun, sana da senden öncekilere de şu vahyedilmiştir: Eğer şirke saparsan eylemin/üretimin/ibadetin kesinlikle boşa çıkar ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun.” (Zümer, 65)
Bu hüsran mahkûmiyetini insan hayatından kovmanın tek yolu vardır ve o tek yolun kullanılması, dinler tarihinde ilk kez Kur’an tarafından buyruklaştırılmış, mucize bir devrimle insanlığın önüne konmuştur.
Yol, Kur’an’ın açık söylemiyle şudur:
Dindarlık, özgün ifadesiyle ‘takva’ insanlar arasında bir üstünlük ölçüsü olmayacak, sadece Allah ile kul arasında ölçü olacaktır.
Neden?
Çünkü dindarlık üstünlük ölçüsü yapıldığında dindarlığın nimetlerinden yararlanmak isteyen sahtekârlar, yani ‘dinciler’ gerçek dindarları saf dışı eder, dindarlığın nimetlerini kendileri devşirir.
Tarihin her döneminde ve bugünkü Türkiye’de durum budur. Çünkü bu, değişmez bir gerçektir. Böyle olduğu içindir ki, Kur’an işe el koymuş ve sahtekârlığa giden yolu şu ilkeyi öne çıkararak tıkamıştır:
“Allah katında en seçkininiz, dindarlıkta en ileri olanınızdır.” (Hucurât, 13)
Dincilik geleneği bu ayetten ‘dindarın toplumda üstün olması’ gerektiğini çıkarır. Oysaki Kur’an’ın söylediği ve istediği bunun tam tersidir:
Dindarlık Allah katında bir üstünlük ölçüsü olacaktır, insanlar arasında değil.
İnsanlar arasında üstünlük ölçüsünün ehliyet, liyakat ve hizmet olduğunu da Kur’an bize haber veriyor.
Ehliyet, liyakat ve hizmette riyayı yaşatamazsınız. Çünkü bu değerler açık-kesin ölçülerle tespit edilir. Ama dindarlık alâmeti yapılan ibadetlerin böyle bir ölçüyle tespiti mümkün değildir. Onun için Kur’an, ibadetlerle öne çıkmayı dinin mahvolması olarak görmüş, o yolu kapatmıştır.
Dincilik sahtekârlığı, Kur’an’ın kapattığı bu yolu sürekli açık tutmakta ve kendi hesabına işletmektedir.
Asırlarca üretilen yalanlar halkın bu gerçeği öğrenme imkânını da ortadan kaldırmıştır. Halk işte bu bilgisizlik yüzünden, dinci sahtekârlığa teslim olmayı dine teslim olmak sanmış ve kendi eliyle kendini felaketin kucağına atmıştır.
Kur’an, Hucurât 13. ayette koyduğu yaşamsal ilkeyle de yetinmemiş, şer üretecek yolu kesinlikle tıkamak için ikinci bir tedbir alarak dindarlığın kimde olduğunu ancak Allah’ın bileceğini ifade etmiştir:
“Siz kendi kendinizi aklayıp yüceltmeyin; kimin takva sahibi/dindar olduğunu en iyi Allah bilir.” (Necm suresi, 32)
Gerçek ve samimi takvanın kimde olduğunu sadece Allah bilecekse, insanlar filan veya falana, ‘dindar’ sıfatı veremezler. Verirlerse Allah’ın işine karışmış ve riyaya, sahtekârlığa kapı aralamış olurlar.
Kısacası, Kur’an’a imanınız ve saygınız varsa dindarlığı insanlar arasında asla ölçü yapamazsınız. Çünkü siz, zaten kimin dindar olduğunu bilemezsiniz. Onu bilen Allah’tır ve böyle olunca da dindarlık Allah ile kulu arasında bir değer ölçüsü olacaktır. (Hucurât suresi, 13)
Üstünlük ölçüsü yapılan dindarlığın temel dayanağı olan namaz bile bir şirk aracı haline getirilebiliyorsa (Mâûn suresi, 4-5) gerisini varın düşünün.
Ve mesela Türkiye’ye bakın!
Hayatı Kâbe’ye sövmekle geçmiş niceleri, dinci iktidarlardan kredi ve ihale kapmak için umreci olup çıkmış, hayatında abdest nedir bilmeyen, hatta cenabetten yıkanmayan ve hatta Allah’ı inkâr eden binlerce onursuz yaratık, cami avlularında fotoğraf çektirmeye, namaz-niyaz meddahlığına soyunmuştur.
Aylık bilmem kaç dolar karşılığı başını ‘kilise örtüsü türban’ ile burup bunu dindarlık diye propaganda eden binlercesini de buraya eklemek gerekir.
İşte, ‘dindar adam isterük’ söylemini öne çıkaran dinci sapıklığın, toplumu içine yuvarladığı riya ve yarattığı irinli tablo budur.
Bu arada, dindarlığın toplumsal hayatta, kamu alanında bir üstünlük ölçüsü olmasını bir ‘din emri’ gibi dayatmaya kalkanların, İslam açısından durumlarını ve samimiyet derecelerini de düşünmek gerekir. Bu gerçeği düşündüğünüzde, Türkiye’nin ne durumda olduğunu anlayacak ve ürpereceksiniz.
Kur'an'ın mücadele ettiği olumsuzluklardan biri de, peygamberlerin şirk aracı yapılmasıdır. İslam Peygamberi'ni, ümmeti adına kaygılandıran şeylerden biri de kendisinin ileride böyle bir araç durumuna getirilmesi ihtimalidir.
Hz. Peygamber’in bu yöndeki uyarıları gerçekten sarsıcı ve ibret vericidir.
İşin bu yanını başka bir yazıda ele alacağız.