Güncelleme Tarihi:
İSLAM kaynakları ilk Müslümanlardan Mikdad b. Amr’ı, “Uzun boylu, esmer tenli, iri karınlı, çok saçlı, iri gözlü, çatık kaşlı” olarak tasvirler. Habeş kökenli bir köle olduğu rivayet edilir. Babasının, işlediği cinayet nedeniyle ailesini terk etmesi sonrasında, Hz. Muhammed’in dayısı Esved b. Abdi Yağus b. Vehb tarafından evlat edinildi. Bu nedenledir ki uzun yıllar “Mikdad b. Esved” ismiyle anıldı, Ahzab Suresi’nin 5. ayeti nazil olana dek. “Onları babalarına nisbetle çağırınız! Bu, Allah katında daha doğrudur...” ayeti doğrultusunda baba kökenli ismine döndü; “Mikdad b. Amr” adını aldı. İlk Müslümanlardandır.
Sağ kanat komutanı
Kısa sürede Hz. Muhammed’in en yakınındaki isimlerden biri oldu. Bedir Savaşı öncesinde düzenlenen istişare toplantısında, “Ya Resulallah! Biz Musa’nın kavminin Musa’ya; ‘Sen Rabbinle beraber gidip savaşın, biz işte şurada oturacağız (Maide 24)’ dediği gibi, demiyeceğiz. Lakin biz senin sağında solunda, önünde ve arkanda bulunup kafirlerle çarpışacağız” sözleriyle verdiği destek önemlidir. Savaşa katılan Müslümanlar arasındaki az sayıdaki süvariden biriydi; bu nedenle “Resulullah’ın Süvarisi” unvanını kazandı. Uhud Savaşı’nda ise ismi pek çok rivayette “Ordunun kumandanı” olarak geçer. Mekke’nin fethinde ise ordunun sağ kanat komutanıydı.
Hz. Muhammed’le akrabalık
İmam Zehebi’nin “İslam Tarihi” çalışmasında evliliğiyle ilgili şu bilgi verilir: “Sabit el-Bünani anlatıyor: Abdurrahman ve Mikdad konuşuyorlardı. Abdurrahman b. Avf ‘Neden evlenmiyorsun?’ deyince Mikdad, ‘Haydi beni kızınla evlendir’ dedi. Abdurrahman ona ağır konuşup darıldı, Mikdad da gelip Peygamber’e şikayet etti. Üzüntüsünü yüzünden anladı ve ‘Seni ben evlendireceğim, üzülecek bir şey yok’ buyurup, Mikdad’ı amcasının kızı (Zübeyr b. Abdulmuttalib kızı) Dubaa ile evlendirdi. Dubaa, Peygambere olan akrabalığı dışında çok güzel, çok akıllı biriydi.”
Uzun boylu ve iri karınlı
Buradan başa dönelim ve yenileyelim; “İslam kaynakları ilk Müslümanlardan Mikdad b. Amr’ı, “Uzun boylu, esmer tenli, iri karınlı, çok saçlı, iri gözlü, çatık kaşlı” olarak tasvirler. Peki Mikdad b. Amr nasıl öldü? Rivayetlerden ikincisiyle başlayalım ve bir kez daha İmam Zehebi’den okuyalım: “Hbu Faid der ki: Mikdad b. Amr, keneotu yağı içip zehirlenerek öldü. Onun Medine-i Münevvere’den üç mil mesafe uzaktaki Cüruf denen yerde öldüğü ve Baki mezarlığına defnedildiği rivayet edilir...” Ölüm tarihi Hicretin 33. yılıdır, cenazesi dönemin halifesi Hz. Osman tarafından kıldırılmıştır.
Mikdad’ın göbeğindeki yağlar
Peki ya rivayetlerin ilki... Bu rivayet bizi bambaşka bir olasılığa götürüyor, şaşırtıcı bir ölüme. Elnure Azizova’nın “Hz. Muhammed Döneminde Çalışma Hayatı ve Meslekler” adlı doktora tezine bakalım: “Cüsseli ve şişman bir vücuda sahip olduğu bilinen sahabiden Mikdad b. Esved’le ilgili İbn Habib es-Sülemi’nin aktardığı ve İbn Hacer tarafından da desteklenen rivayete göre Mikdad, muhtemelen tabiplikte bilgi ve tecrübe sahibi olan Rum kölesine kendisini rahatsız eden göbeğindeki aşırı yağları cerrahi ameliye ile aldırmış, fakat ameliyatın tekrarlanması sırasında hayatını kaybetmiştir.”
Ameliyat sırasında vefat
Azizova, dipnotunda Mikdad’a yapılan operasyonla ilgili bilgiyi detaylandırıyor: “... Mikdâd’ın karnının yarıldığına ve içinden yağların çıktığına dair Vakıdi’den gelen kısa bir rivayet zikredilmektedir. İbn Hacer, Rum kölenin Mikdad’a göbeğindeki yağları alabileceğini söylediğini, bunu kabul eden Mikdad’ın ameliyat sırasında vefat ettiğini, kölenin kaçtığını aktarmaktadır.” Mikdad b. Amr’ın talihsiz ölümü ya da 21. yüzyılın adlandırmasıyla “liposuction” kazası mı demeliyiz yoksa?
Konulu Hadis Projesi
ÖLÜM gerçeği karşısında Efendimizin metaneti... Hicret’in onuncu yılı... Daha önce iki evladının acısını görmüş olan Efendimiz bu kez de henüz on altı aylık yavrusu İbrahim’i kaybetti. Resûlullah (sav), zaman zaman sütannesinin yanında olan İbrahim’i ziyaret ederdi. Bir gün hastalandığını duydu ve hemen oraya gitti. Ancak İbrahim’in bedeni can veriyordu. Resûlullah’ın gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Bu durum karşısında, “Sen de mi yâ Resûlallah!” diye şaşkınlığını ifade eden Abdurrahman b. Avf’a, Allah’ın elçisi “Ey İbn Avf, bu bir rahmettir.” Buyurdu ve ekledi: “Göz ağlar, kalp üzülür. Biz ise Rabbimizin razı olacağı sözden başkasını söyleyemeyiz.” Sevgili Peygamberimiz sözlerini yavrusuna hitaben şöyle tamamladı: “Eğer ölüm doğru bir vaad ve herkes için geçerli bir hakikat olmasaydı ve arkada kalan, önden gidene hiç kavuşmayacak olsaydı ey İbrahim, biz şu anda duyduğumuzdan çok daha büyük bir üzüntü çekecektik. Biz gerçekten senin için çok hüzünlüyüz.” (Buhârî, Cenâiz, 43, no: 1303; İbn Mâce, Cenâiz, 53, no: 1589)
Hazırlayan: Dr. Mahmut Demir
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
Sakal-ı Şerif kuyruğu
GAZİANTEP’te ramazan ayı etkinlikleri kapsamında Hz. Muhammed’in Sakal-ı Şerif’ini görmek isteyen binlerce Müslüman uzun kuyruklar oluşturdu. Şehitkamil Belediyesi’nin organizasyonuyla Uzay Çatılı Pazar Yeri’nde cam tüp içinde ziyarete açılan Sakal-ı Şerif’i görmek isteyen kadın ve erkekler ayrı sıraya girdi. Ziyaretçilere ücretsiz meyan şerbeti ve kandil simidi dağıtıldı. Şehitkamil Belediye Başkanı AK Partili Rıdvan Fadıloğlu, Sakal-ı Şerif’i yaklaşık 40 bin kişinin ziyaret ettiğini söyledi. ? Ahmet KAYA / DHA
ESMA-İ HÜSNA
eş-ŞEKÛR: “Allah, şükrün karşılığını tam verendir, her şeyi kemaliyle bilendir.” (Nisa, 4/147)
Sözlükte nimet verene, iyilik yapana teşekkür eden, çalışanı ödüllendiren anlamına gelen “eş-şâkir” isminin mübalağalı şekli olan “eş-Şekûr” ismi, Allah’ın sıfatı olarak kullarına yaptıkları ibadetlerinin karşılığı olarak çok mükâfat ve nimet veren, az veya çok her itaati ödüllendiren, çok ve devamlı nimet ihsan eden demektir. “eş-Şâkir” isminin Kur’ân’da “el-Alîm” ismi ile birlikte geçmesi, Allah’ın yapılan her ameli bildiğini, onu zayi etmeyeceğini ve karşılığını vereceğini ifade eder. Yüce Allah, güzel ameller işleyen, hayır ve iyilik yapan müminleri bağışlar, onlara lütfundan bolca mükâfat verir. Amellerini karşılıksız bırakmaz. Bu, Allah’ın “şekûr” olmasının sonucudur. Yüce Allah; iman edip salih ameller işleyen, hayır ve iyilik yapan müminlere bu yaptıklarının karşılığını fazlasıyla verir, onları ödüllendirir, emeklerini zayi etmez. Bu itibarla biz de O’na verdiği nimetlerden dolayı çok şükretmeli, sahip olduğumuz imkânlardan Allah’ın kullarını da yararlandırmalıyız.
Güzel ahlak ve model
Prof. Dr. H. Kamil Yılmaz
GENELDE bütün peygamberlerin ve özelde bizim Peygamberimiz (s.a.)’in en önemli vasıflarından biri “üsve-i hasene” (el-Ahzâb, 33/21; el-Mümtehine, 60/4,6.) güzel model ve örnek oluşudur. Peygamberler, ümmetlerinin rol modelleri ve ahlaki kahramanlarıdır. Çünkü insanlar ahlaki erdemleri, güzel huyları ve insani davranışları tariflerden çok; fiili uygulamalardan öğrenir, kavrar ve hayata uygularlar.
Eğer sadece kuralların bilinmesi yeterli olsaydı peygamberlere ihtiyaç olmazdı. Allah Teâlâ melek aracılığıyla ya da başka bir vasıtayla hayatı kuşatacak ve davranışları yönlendirecek dini hükümleri ihtiva eden kitaplarını gönderir; insanlar da o kitaptaki ahkam ve kurallara uyarak doğru yolu bulmuş olurlardı. Ama Allah Teâlâ öyle yapmamış; insanlara kendi içlerinden ve kendi cinslerinden peygamberler göndermiştir (el-Bakara, 2/151; Âl-i İmrân, 3/164; el-Cuma’, 62/2.) ki ümmetlerine model olsunlar ve fiilen yol göstersinler.
Allah Teâlâ, Rasûlü’nü Kur’an’da ahlaki açıdan: “Sen yüce bir ahlak üzeresin” (el-Kalem, 68/4.) diye övdüğü gibi yüce Nebî (s.a.)’nin bizzat kendisi de: “Mekarim-i ahlakı/güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” (Muvatta’, Husnü’l-hulk, 8; İbn Hanbel, II, 281.) buyurarak peygamber olarak gönderilişinin ana hedefinin güzel ahlak olduğuna dikkat çekmiştir.
Gazzalî’nin İhya’da naklettiği rivayete göre Allah Rasûlü kendisine: “Din nedir?” diye ısrarla soran adama: “Güzel ahlaktır” buyurmuştur. Aynı zat üçüncü defa sualini tekrarlayınca Peygamberimiz (s.a.) tekrar adama dönerek: “Anlamıyor musun? Din kızmamak demektir” (İhyâ, III, 115, Mervezî, Tâzimu kadri salah’ta mürsel olarak rivâyet etmiştir) buyurmuştur. Kendisine bir başka seferinde: “Şum/uğursuzluk nedir?” diye sorana da: “Kötü huydur” diye cevap vermiştir. (İbn Hanbel, VI, 85; Ebû Dâvûd, Edeb 123, 124, hadîs no:5162; Taberâni, Evsat, VI, 38.) Kur’ânî ve Nebevî anlayışa göre güzel ahlâk insanın kalb ülkesine Allah’ı egemen kılması “nerede bulunursa bulunsun Allah’tan korkup çekinmesidir. İnsanlık îcâbı bir yanlış ve günah işlediğinde ardından o günahı giderecek bir iyilik yapması ve insanlarla hüsn-i muâşereti/güzel geçinmesidir.” (Tirmizî, Birr, 55/1987.) Bu âyet ve hadîslerden ahlâkın îmân ve Allah korkusu ekseninde gelişen bir vicdan olayı olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim milli şairimiz Mehmed Akif de bunu şöyle ifâde eder: “Ne irfândır veren ahlâka yükseklik, ne vicdândır,/ Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır. / Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdân’ın./ Ne irfânın kalır tesîri katiyyen, ne vicdânın.”
Güzel ahlâkın temelinde Allah korkusu ve insanlara iyi davranma kaygısı vardır. Peygamber Efendimiz (s.a.) mîzâna ilk konulacak şeyin güzel ahlâk ve cömertlik olduğunu (Tirmizî, Birr 62, (2003,2004); Ebû Dâvûd, Edeb 8, (4799); İhyâ, III, 116.) ifâde buyurduğu gibi dindarlığı süsleyen iki değerli hasletin de cömertlik ve güzel huy olduğunu ortaya koymuştur. (Heysemî, VIII, 20; Ali el-Müttakî, Kenzu’l-ummâl, VI, 392.) Cömertliğin ölçüsü herkese ve her varlığa karşı yardıma koşmak değildir, ama hiç olmazsa güler yüz, güzel huy ile onları hoşnut etmeye çalışmaktır. Mümine şeref kazandıran dîni, asâlet veren güzel huyu, mürüvvet bahşeden ise aklıdır. (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, hadîs no: 6229.)
Allah Rasûlü (s.a.): “İbâdeti zayıf olduğu hâlde kulun güzel ahlâkı sâyesinde âhirette yüksek derece ve şerefli menzillere erişeceğini” (Ebû Dâvûd, Edeb, 7. Ayrıca bkz. Tirmizî, Birr, 62.) ifâde buyurur. Nitekim Cüneyd Bağdâdî hazretleri bu hadîsin şerhi zımnında şunu söylemiştir: Dört şey vardır ki bunlar -kişinin ilmi ve ameli az da olsa- onu yüksek mevkîlere yükseltebilir. Îmânın kemâli demek olan bu dört şey hilim/yumuşaklık, tevâzu/alçakgönüllük, cömertlik ve güzel ahlâktır. Ahlâkın kemâl derecesi Hz. Muhammed (s.a.)’dir. Allah’a yakınlık da Rasûl-i Ekrem (s.a.)’in izini takip ederek güzel ahlâk ile gerçekleşir.” Kur’an’a göre “insanların en keremli ve şereflisi takvâ sahibi olanlardır.” (el-Hucurât, 49/13.) Îmânın esâsı takvâ, İslâm’ın esası güzel ahlâktır.
İnsanda çirkinliklerin kaynağı, kötülüğü çokça emreden nefistir. (Yûsuf, 12/53.) Bu yüzden ahlâkın esâsı nefsi adam edebilmektir. Çünkü insan nefsi şeytandan da firavundan da beterdir. Kibir dersen onda, mal peşinde koşmak dersen onda, şehvete tapmak dersen yine ondadır. Nefsin sâkin duruşu âcizliğindendir. Eğer imkân verilse o zaman gerçek yüzünü gösterir. Hani derler ya: “Bir insanın gerçek tabîatını ve huyunu tanımak isterseniz ona ya para verin; zengin edin, ya da makam verin; iktidâr sâhibi, güçlü yapın, ondan sonra davranışlarına bakın.” Elindeki ekonomik gücüne; ya da makam ve yetki kuvvetine rağmen iyilik yapıyor, herkese iyi davranıyorsa ne âlâ. Değilse onun iyi görünüşü ve suskunluğu âcizliğindendir. Mayasının temizliğinden değil. Önemli olan insanın tabîat olarak iyilik ve güzelliğe, kötülük ve günaha duyarlılık kazanmasıdır. Gerçek iyilik güzel ahlâktan ibârettir. Günah ve çirkin davranış insanın gönlünü tırmalayan ve içinde huzursuzluk meydana getiren hareketlerdir. (Müslim, Birr, 14, 15; Tirmizî, Zühd, 52/2381.) Onlara karşı hassasiyetin kaybolmaması gerekir ki güzel ahlâk zâyî olmasın.
Hz. Mevlânâ Mesnevî’sinde ahlâksız, geçimsiz ve dikkatsiz insanları katıra; yumuşak tabîatlı, iyi huylu ve herkesle geçinen güzel ahlâk sâhibi kimseleri de deveye teşbih ederek şöyle anlatır: Katır bir gün deveye der ki: “Ey güzel yol arkadaşı, sevgili yoldaş! Yol yokuş ya da iniş, dar ya da geniş seni hiç ilgilendirmiyor. Güzelce geçip gidiyorsun. Hiç kapaklanmıyor; tökezleyip düşmüyorsun. Ben ise şaşkın gibi çoğu zaman tepetaklak düşüyorum. Sıkça tökezliyorum. Bana bunun sebebini anlatır mısın?” Deve cevaben der ki: “Ben her adımımı görerek atarım. O yüzden de tökezleyip sürçmekten kurtulurum. Sen ise üç adım ilerisini bile göremezsin, acele edersin. Önündeki dâneyi görürsün de tuzağı görmezsin. (Mesnevî, III, b. 1745-1761.) Nitekim Allah Rasûlü de müminleri yumuşak huylu ve uysal tabîatlı olmada güzel yürüyen ve çekince giden deveye benzetir. (İbn Mâce, Mukaddime, 6.) Güzel ahlâkın temeli de geçim ehli olmaktır, uyum sağlamaktır.
Mevlânâ Dîvân-ı Kebîr’inde güzel ahlâk sâhibi olmadan Sevgiliye varılamayacağını ise şöyle anlatır: “Ulaşmak için ay yüzlü dilbere/ İyi huylu ve geçimli olmak gerek bir kere/ Güzelse eğer âşıkın ahlâkı ve huyu/ Kurtulur, derin dahi olsa düştüğü kuyu/ Aşk bir şehirdir ki, güzellikleri var/Güzelleri için lâzım ona hisar/ Kötü huyluları aşk şehrine sokma sakın/ Aşk ehli olmalıdır ahlâklı, îmânlı ve ehl-i yakîn/ Aşk gam yükleri altındaki gönlün gıdâsıdır/ Sevgiliyle buluşmak bir kalb safâsıdır. (Dîvân-ı Kebîrden Seçmeler, I, 215 (I, 470).)”
Aşk hem ibâdet ve kulluğu hem de kahır ve cefâ çekmeyi kolaylaştırır. Güzel ahlâk sâhibi olmanın önündeki engelleri kaldırarak öfke kılıcının yerine hilim kılıcını ikâme eder. Çünkü güzel ahlâkın temeli olan hilim/yumuşaklık, öfke kılıcından daha keskindir. Bu konuda en güzel model Allah Rasûlü’dür. Allah Teâlâ onun hakkında buyurur ki: “Sen Allah’ın rahmeti sâyesinde insanlara leyyin/yumuşak davrandın. Eğer sen katı yürekli ve acımasız olsaydın insanlar etrafından dağılır giderlerdi.” (Âl-i İmrân, 3/159.) Netice itibariyle güzel ahlâk, tatlı söz, güler yüz, insanlara iyilik yapmak, kötülükten sakınmaktır. Güzel ahlâk kimseye husûmet etmemek, kimsenin husûmetini çekmemektir. Güzel ahlâk insanlardan gelen eziyetlere katlanmak, kötülüğe kötülükle karşılık vermemek, zâlime bile merhamet etmek, onun bağışlanmasını dilemek ve ona şefkatle muâmele etmektir.