Rektörlüğü konuşalım...

Güncelleme Tarihi:

Rektörlüğü konuşalım...
Oluşturulma Tarihi: Ocak 20, 2005 00:00

‘BAYRAM değil, seyran değil’ demeyin. Çünkü bugün bayram. Üstelik söze başlamadan bayramınızı kutlayalım da ‘bayram’ı ne kadar önemsediğimizi anlatmış olalım.Madem ki ‘bayram’ olunca ‘eniştenin sizi niçin öptüğünü’ sorgulamaya gerek kalmıyor...Biz de o mantıktan yararlanıp ‘Rektörlerin göreve gelmesinde uyguladığımız yol doğru mu?’ sorusunu sorabilir, bu konuyu tartışabiliriz.Özellikle son yapılan İstanbul Üniversitesi rektör seçiminden sonra.Hemen belirtelim.Yeni Rektör Prof. Dr. Mesut Parlak’a başarı diliyoruz. Bir başka deyişle bu konuya değinmemizin Sayın Parlak’ın kişiliğiyle ilgisi olmadığını vurgulamak istiyoruz.Sayın Parlak biliyorsunuz tıp doktoru... Ondan önceki Rektör Kemal Alemdaroğlu da tıp doktoruydu. Ondan önceki Bülent Berkarda... Ondan önceki Cem’i Demiroğlu ve ondan da önceki Haluk Alp da tıp doktoruydular.Demek ki son 30 senedir İstanbul Üniversitesi, hep tıp doktorları tarafından yönetilmiş. Bir başka deyişle, üniversiteye tıp fakülteleri veya tıp mensupları egemen olmuşlar.Bu tabloyu bünyesinde tıp fakültesi bulunan tüm üniversitelerde aynen görebilirsiniz. Eğer kazaen bir veya iki istisna gösterebilirseniz, sizi kutlamak gerekir.O zaman iki sorunun yanıtını vermek zorunlu oluyor:1) Tıp mensubu rektörler döneminde üniversiteler kendilerinden beklenen görevi çok mu iyi yerine getiriyorlar? 2) Eğer öyle ise, tıp fakültesine sahip üniversitelerin rektörlerini seçme yetkisini neden sadece tıp fakültelerine bırakmıyoruz?Bu soruların yanıtını ‘Hayır... Ne tıp mensuplarının yönetmesinin özel bir üstünlüğü söz konusu, ne de rektörlerin seçimini tıp mensuplarına bırakmanın mantığı var’ diyerek veriyorsak, o zaman sürüp giden bu tıp hegemonyasını kırmanın yolunu bulmak gerekir.Yeri gelmişken belirtelim:Rektörlerin ve dekanların ‘seçimle’ göreve gelmeleri meselesini Türkiye uzun yıllardır tartışıyor:Üniversite reformunun yapıldığı 1933’ten 1946’ya kadar rektörler, Milli Eğitim Bakanı’nın önerisi üzerine Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Milli Eğitim Bakanı’nın imzaladığı kararnameyle atanırdı. Ama bu yolun ‘üniversite özerkliğine aykırı olduğu’ gerekçesiyle 1946’da yasa değiştirildi. Rektör seçme yetkisi o üniversitenin ‘Profesörler Kurulu’na bırakıldı. Rektör iki yıl görev yapacak ve her defasında bir başka fakültenin öğretim üyesi bu göreve gelecekti. Ama bunun da ‘verimsiz’ bir yol olduğu anlaşılınca 1973’te yeni bir yol denendi. Bu defa o üniversitenin tüm öğretim üyelerinin seçtiği kişinin rektör olması formülü uygulandı. Ama seçim iki sonuç verdi:Tıp fakülteli üniversitelerde ‘tıp doktoru’ndan başkasını rektörlüğe getiremiyorsunuz. Ve bir de ‘seçim’ çekişmeleri yüzünden öğretim üyeleri arasında doğan sürtüşme, ihtiras ve anlaşmazlıkları uzun süre gideremiyorsunuz. Bu da üniversiteye çok zarar veriyor.‘Peki çözüm ne?’ demeyin. Yer kalmadı... Ona da sonra değinelim...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!