Rekorların sınırı var mı?

Güncelleme Tarihi:

Rekorların sınırı var mı
Oluşturulma Tarihi: Mart 11, 2001 00:00


Haberin Devamı

Atletler yarışmalara hazırlanma yöntemlerini iyileştirdikçe, koşuda ya da herhangi bir başka spor dalında sürekli dünya rekorları kırılacak mı? İnsan performansının belirli sınırlar içinde olduğu apaçık ortada: Hiçbir insanın hızlanmakta olan bir lokomotiften daha hızlı koşması ya da yüksek bir binanın üzerinden sıçraması

beklenemez. Peki ama rekor denemelerinde sınır nedir, aşılamayan limitler olacak mı? Bunu belirlemek,

kuramsal olarak çok zor.

Cumhuriyet Gazetesi'nin dün çıkan Bilim Teknik ekinde yer alan ve Turgut Gürer tarafından Scientific American'dan derlenen yazı, sporda rekorların sınırı olup olmadığını işleniyor. Yazıda şöyle deniyor:

Yirminci yüzyılın başlarında Amatör Atletizm Federasyonu, yarışma kayıtlarını tutmaya başladığından beri, atletlerin koşu sürelerinde, atlama yüksekliklerinde, her türlü ağır nesneyi fırlatma mesafelerinde düzenli bir artış olduğu görülüyor. Güç sporlarında (100 metre koşu ya da uzun atlama gibi görece kısa süreli bir enerji patlaması gerektiren sporlarda) süreler ve mesafeler yüzde 10 ile 20 arasında artış göstermiş. Dayanıklılık gerektiren sporlarda ise sonuçlar çok daha çarpıcı. 1908 olimpiyat oyunlarında ABD takımından John Hayes, maraton parkurunu 2.55.18'de koştu. Geçen yıl Faslı sporcu Halit Hannuçi ise Hayes'ten neredeyse yüzde 30 daha hızlı koşarak bu süreyi 2.05.42 olarak geliştirdi.

GENETİĞİN ÖNEMİ

Performanstaki bu tür artışları, hiçbir kuram tek başına açıklayamıyor. Ancak belki de en önemli etken genetik. İndiana üniversitesi'nden sporbilimci Jesus Dapena, ‘‘Bir atlet kendi ebeveynlerini çok dikkatli seçmeli’’ diyor.

Geçtiğimiz yüzyıl boyunca insan gen havuzunda çok fazla değişiklik olmadı. Ama atletizme dünyanın dört bir yanından birçok atletin katılması ve miktarı artan ödüllerin atletizmi daha cazip kılması sayesinde, atletik performansta hangi gen gruplarının etkin olduğunu belirleme şansımız arttı. Dapena, ‘‘1920'li yıllarda Michael Johnson gibi bir kısa mesafe koşucusu var mıydı?’’ diye soruyor ve yanıtı kendi veriyor:

‘‘Eminim ki vardı, ama büyük olasılıkla dağlarda marangozluk yapıyordu.’’

DOĞRU ANTRENMAN

Genetik açıdan yetenekli olan bireyleri saptamak, dünya klasmanında atletler yaratmak için atılacak yalnızca ilk adım. Fullerton'daki California Eyalet Üniversitesi'nden emekli sporbilim profesörü ve halen birçok olimpik ve profesyonel takıma tanışmanlık yapan Michael Yessis, genetik yapının bir atletin kapasitesinin yalnızca üçte birini belirlediğini söylüyor. Ama doğru antrenman ile bu üçte birlik genetik katkıdan daha etk,in yarararlanılabileceğini öne sürüyor. Prof. Yessis'e göre ABD'li koşucular aslında büyük ölçüde genetikleri sayesinde böyle koşabiliyor. Daha fazla bilimsel yöntem uygulandıkça onların daha hızlı koşacaklarına inanıyor. Bu yöntemlerin içinde koşucuların kapasitelerini iki katına çıkaran mukavemet antrenmanının yanı sıra, eski Sovyetler Birliği'nde uygulanan ‘‘Pliyometri’’ adlı bir teknik de var. Birçok alıştırma, atletlerin dayanıklılığını geliştirmek üzere tasarlanmışken pliyometri, atletin gücünü artırmaya odaklanıyor. Pliyometri alıştırmaları, atletlerin koşudaki kısa zaman aralıklarını en iyi şekilde değerlendirmelerine yardımcı oluyor.

Bugünkü sınırlar

Yüksek atlama (Javier Sotomayor-Küba) 2.45 m

Gülle atma (Randy Barners-ABD) 32.12 m

1600 m koşu (Hicham El Guerouj-Fas) 3.43.13 dak.

Malzemenin önemi

Jesse Owens, Carl Lewis'i geçer miydi

Son yıllarda iyi malzemenin yararlarını görüldü. Hollandalılar 1997 yılında, paten bıçağının buzun üzerinde daha uzun süre kalmasını sağlayan menteşeli bir paten geliştirince, sürat pateninde devrim yaşandı; eski rekorlar saniyelerce geride bırakıldı. Sırıkla atlamacılar da çok esnek olan fiberglas sırıkların yararını gördü. Koşuculara ise daha önceki yüzeyler kadar enerjiyi soğurmayan elastik pistler ve daha iyi ayakkabılar yardımcı oldu. ABD'li araştırmacılar, 1936'da 100 metreyi 10.2 saniyede koşan Jesse Owens ile 1991'de aynı mesafeyi 9.86'da koşan Carl Lewis'i karşılaştırdılar. Uzmanlar, aynı pistte ve aynı malzemeyle koşsalardı, 2 ünlü atletin abirbirine çok yakın dereceler yapacaklarını tespit ettiler.

Newton yasaları uygulanıyor

Geçtiğimiz yirmi otuz yılda, spor antrenmanlarında uygulanan en önemli yeni yöntemlerden biri de biyomekanik. Bir biyomekanikçi önce hareket halinde olan atleti filme alıyor. Daha sonra, her ekleminin ve uzvunun hareketini üçboyutlu olarak kaydediyor; onun performansını dijitalize ediyor. Biyomekanikçiler, kaydettikleri bu hareketlere Newton yasalarını uygulayarak, performansını artırması için atlete neler yapması gerektiğini ya da ona neyin engel olduğunu söyleyebiliyorlar. Bu yöntemleri yüksek atlamacılara yardımcı olmak için kullanan Jesus Dapena, ‘‘Atletin yeteri kadar hızlı koşmadığını; örneğin sıçrarken kollarını yeterince kuvvetli kullanmadığını söyleyebiliyoruz’’ diyor.

Ne var ki biyomekanik, bugüne dek atletlere yalnızca tekniklerinin ince ayarını yapmak konusunda yardımcı oldu. Oysa devrim yaratan düşünceler, hálá atlerlerden gelmeye devam ediyor. Dapena, ‘‘Normalde atletler deneme yanılma yöntemiyle çılgın bir düşünce geliştiriyorlar’’ diyor. Örneğin 1968 Meksico Olimpiyatları'nda adı sanı pek duyulmamış bir yüksek atlamacı olan Dick Fosbry, çıtanın üzerinden geleneksel tüm atlayış tekniklerinin aksine, sırtüstü atlayarak altın madalya kazandı. Bugün tüm yüksek atlamacılarca kullanılan teknik ‘‘Fosbry flop atlama’’ olarak biliniyor. Fosbry flop atlama tekniğini kullanan bir atlet, klasik atlayış tekniğiyle aynı miktarda enerji harcayarak daha yüksek çıtaları aşabilir.

İşte bugünkü limitler

En iyi malzeme ve en iyi çalışma yöntemleriyle Maurice Greene, Michael Johnson ya da genetik açıdan yetenekli başka bir atlet, en fazla ne kadar hızlı koşabilir?.. 1976 yılında Gideor Ariel bu soruyu ele aldı. Özellikle kısa mesafe koşusu ve atlama gibi güç sporları üzerinde odaklandı. Çünkü ona göre Mewton mekaniği ile en kolay analiz edilebileceke olanlar bu spor dallarıydı:

‘‘Güç sporlarında kemiklerin ve kasların mukavemeti gibi anatomik kısıtlamalarınız vardır. Bir noktaya gelince, belirli bir kuvvet düzeyinde, insan bedeni dayanamaz. Ya bir kemik kırılır ya da bir tendon dışarı fırlar. ’’

Ariel, daha güvenli sonuçlar elde etmek için, kestirimlerini yüzde 20 oranında artırdı ve kırılma noktasını ölçtü. Araştırmacı, hiç kimsenin 100 metreyi 9.6 saniyenin altında koşamayacağını, yüksek atlamada 2.5 metreden daha yüksek bir çıtayı aşamayacağını, gülleyi ise 23 metre 11 santimden daha uzağa fırlatamayacağını öngördü.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!