Hazırlayan: Y.Sinan TANYILDIZ
Oluşturulma Tarihi: Eylül 04, 2009 00:00
İslamiyet’ten önce örf, adet ve geleneklerine düşkün olan Türkler, Müslüman olduktan sonra da ıslamiyet’in yasak etmediği adet ve geleneklerini sürdürdüler. Osmanlı’da, bu merasimlere umumi olarak, alay adı verilirdi.
Bunlardan Hırka-i saadet alayı Ramazan ayının on beşinde yapılırdı. Padişah, sabah namazını Hırka-i saadet dairesinde kılar, öğleden evvel hasodalılar, Hırka-i saadetin gümüş yaldızlı sandukalarını, altın anahtarla açarlar, yedi kat ipek kadife üzerine som sırma ve incilerle işlenmiş bohçaların şeritlerini çözerlerdi. ıkinci mahfaza bundan sonra, padişahın yanında bulunan altın anahtarla açılırdı. Ziyareti evvelâ padişah, sonra sırayla diğerleri yapardı.
Ramazan-ı şerifin on beşinci günü, gayet muhteşem bir surette yapılan Hırka-i saadet alayından sonra, yeniçeri ocağı neferlerine baklava verilirdi. Bu uygulamaya ilk olarak, Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında yapıldı.Ramazan-ı şerifin on beşinci günü, ıstanbul’da bulunan askerlerin her on neferine bir tepsi baklava ikramı adetti.
Bu alay yapılırken yeniçeri ortaları, saka, usta ve karakullukçuları ile diğer zabitler, sarayın orta kapısının iki tarafındaki divan yeri sofasından ilerideki mutfaklar önünde, futa denilen ipekli peştamallara bağlı olarak hazır bulunan baklava tepsileri hizasında yer alırlar; bu sırada ortakapı açılıp Babüssaâde’de bekleyen silahdarağa, sağ koltuğunda anahtar ağası, sol koltuğunda başlala ile, akağalar kapısından çıkar. Kilercibaşı baltacısıyla palüdeci, padişah için hazırlanan bir tepsi baklavayı alır, silahdara verirdi. Bunu müteakip, askerden ikişer nefer, sarılı baklava tepsilerini yeşil yollu sırıklara geçirirlerdi. Her bölük, baklavacılar da arkadan gelerek, alay ile kışlalarına giderlerdi. Ertesi gün ise tepsi ve futalar, saray mutfağına (Matbah-ı amireye) gönderilirdi. Yeniçeri Ocağı bozulup isyan yuvası haline geldiğinde baklava tepsisinin yenmeden iade edilmesi “Ocağın padişahtan memnun olmadığı ve isyana meyilli olduğu” işareti sayılırdı. “Ramazan geldi hoş geldi baklava tepsisi boş geldi” nakaratı halkın rahatladığına delaletti.
Zararı ödeyeceğim
Molla Fenari Osmanlı döneminin ilk kadılarından biridir ve adaleti ile ünlüdür? Okuyacağınız olay da o günlerde meydana gelmiş, günümüze kadar ulaşmıştır?
Hikaye şöyledir:
Adamın birine at lazımdı. Pazara gitti ve beğendiği atı satın aldı. Lakin bir iki saat sonra atın aslında göründüğü gibi olmadığı ve hasta olduğunu anlar. Hemen atı satın aldığı kişiye koşar, durumu anlatır, atı geri almasını ister?
“Burada beğendin, almasaydın?” der atın eski sahibi? Adamı da kovar?
Adam bakar ki durumu kendisi halledemeyecektir, kadıya gider? Kadı da Molla Fenari’dir. Ancak yerinde yoktur. Biraz bekler, Molla Fenari gelmeyince adam da hasta atı alır evine gider. Akşam at ölür? Adamın canı fena halde sıkılır. Açıkça atı satan kişi kendisini kandırmıştır?
Ertesi gün tekrar kadının huzuruna çıkar ve durumu anlatır. Dün geldiğini, beklediğini ancak kendisini göremediğini de sözlerine ekler?
Molla Fenari kararını verir:
“Zararını ben karşılayacağım?”
Adam şaşırır:
“Neden efendim?” der. “Olayın sizinle hiç ilgisi yok ki?”
“Haklısın?” der Molla Fenari. “Benimle ilgisi yok gibi görünüyor ama eğer dün görevimin başında olsaydım, sana atı satan adamı yakalatır ve paranı geri alırdım. Böylece sen de zarar görmemiş olurdun. Adam da ayıplı malı sattığı için cezasını çekerdi. Ama ben yerimde yoktum. Ve tabii ki cezasını benim çekmem gerekiyor?”
Ve kendi cebinden çıkartır adamın parasını öder?
BİR AYET
Şüphesiz göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız Allah’ındır. O diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır. (Tevbe Suresi: 116)