Ramazan mevsimi

Güncelleme Tarihi:

Ramazan mevsimi
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 21, 2013 01:52

Söze herkes gibi başlamayacağımı; yani eski ramazanlar bir başkaydı harikaydı demeyeceğim. İnsan yaş alırken dağarcığı yaşlarla/yıllarla doldukça, hatıralar çoğaldıkça “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer” oluyor.

Haberin Devamı

ELBETTE insan hayatını çölde verimli ve yeşil bir vahaya çeviren manevi iklimlerin başında ramazan mevsimi gelir. Ay demeyip mevsim dedim; çünkü ramazan bir mevsimdir, bir şölendir ve bir pazardır. Mevsiminde ekip biçmeyi gerekli çalışmayı yapmayan yeni mevsimleri bekleyecek, pazarı geçiren yeni pazarlar arayacak, şöleni ıskalayan şölenin maddi ve manevi azıklarından mahrum olacaktır. Yeni şölenlerin gelip gelmeyeceği belli değil çünkü.

ÇOCUKLUK HATIRALARI

Ramazan ve oruç denince çocuk belleğimi yokladığımda, o günlerden kalma bir sevincin ışıkları yüzüme yansır. O bir şeylere hazırlanma sevinci ve beklenen Tanrı misafirini en güzel şekilde karşılamak için tatlı bir telaşın heyecanı yetiştiğim aile ortamından ve büyüklerimden bana miras kalan en büyük değerdir. Belki ilk çocukluğumu bir taşra kasabasında yaşamamın bana bir hediyesidir bu hatıralar. Hatıra dedim ama o günlerin, oluşan çocuk kişiliğimi yoğuran çok önemli bir zaman dilimi olduğunu sonradan öğrenecektim. O çağda ‘tabula rasa’ ne bulursa onu kaydediyor çünkü.

Haberin Devamı

SAHURDA TAHİN-PEKMEZ

“Tahini pekmezle kardığında akşama kadar insanı tok tutuyor” diye inanan babam gerçekten büyük özenle sahurlarda tahin karar hâlâ gözlerimde. Tereyağıyla pişen makarnanın ve peynirli eriştenin sahurda hem kolay yendiğini hem de mideye iyi geldiğini söyleyen annemden beri makarna ve erişte hâlâ sahurlarda en lezzetli yemeğimdir benim de. Ve çay, sahurlarımızın en vazgeçilmez içeceğiydi. Öyle de devam ediyor. Orucu açtıran o gümbürtüye “Top atıldı” derlerdi büyüklerim. Topu bir türlü hayal edemezdim. Merak ettim babam götürdü topun atıldığı yere, baktım köy bekçisi dedikleri ‘Mehmet Emmi’ paslı bir tüfeği havaya kaldırıyor, hoca yelek cebinden çıkardığı zincirli saate bakıp “Vakit tamam” deyince patlatıyordu.

TOP ATILINCA...

Yukarı mahalleden köyün dört yanına yankılanan bu ‘top sesi’nin kuru sıkı olduğunu sonradan anlayacaktım. Sonra yatılı okul günlerimde oruç tutmak isteyenlerin topluca kalktığı sahurlar, yapılan iftarlar ne ilahiydi Rabbim. O arkadaşlar hala canım, hocalarım hâlâ rehberim. Büyük şehrin iftarlarında patlayan ramazan topu Alaaddin Tepesinde idi ve gerçekten namlusu havaya doğrulmuş eski zaman hatırası sahici bir toptu. Patladığında gümbürtüsü koca Konya ufuklarını çınlatırdı. Mevlana ramazanlarının yazılarımdaki tadı ve sözlerimdeki tuzu o günlerden kalmadır.

Haberin Devamı

TOSYA’NIN TAŞ KADAYIFI

Mesleğim gereği gezdiğim yurdumun her köşesinde ayrı ramazanlar yaşadım, ayrı sevinçlere ayrı rahmet ve merhamet şölenlerine iştirak ettim. Tosya’nın taş kadayıfını, Ceyhan’ın şalgamını ve mumbarını, Karaburun’un dalında olmuş hurma zeytinini, İznik’in yayın çorbasını, Başkale’nin otlu peynirini, Soma’nın helvasını ramazanların çeşnisi olarak hatırlarım.
Şimdi tahin karan babam, makarna pişiren, çay demleyen annemin olmadığı ramazanların burukluğu içimizi kavursa da son zamanlarda kuş sütünün eksik olduğu lüks otellerdeki iftar buluşmaları, halk çadırlarındaki fakir zengin kaynaşmaları, Mevlânâ meydanındaki, Medine’yi andıran Eyüp Sultan haremindeki coşku, şevk ve şefkat mahşerleri gerçekten rahmet ve merhamet mevsiminin birlik ve beraberliğimizi pekiştiren, sevgimizi ve kardeşliğimizi çoğaltan güzellikleridir.

Haberin Devamı

YALNIZ VE ORUÇSUZ

Fakiri zengini, büyüğü küçüğü, kadını erkeği bütün kalpleri yumuşatan ve vücudun bütün organlarının iştirak ettiği ‘vakur perhizin’ sükûnetinde bütün benliklerin bir olduğu bu kutlu mevsimin değerini bilelim derim ben. Yahya Kemal’in Üsküdar’da iftar öncesi cıvıl cıvıl sokaklarda akşam ezanıyla beraber semt halkının evlerine çekilip iftar sevinci yaşarken pencerelerin dost ışıklarına bakıp “kaldım sokak ortasında yalnız ve oruçsuz” dediği mahrumiyeti yaşamamak için. Şölenden sonra gelecek bayramın da Süleymaniye’deki sabahlar gibi ülkemize, insanımıza ve insanlığa hayırlar getirmesi dileğiyle.

*Mehmet Öklü, Şişli Kaymakamı

10 Mayıs 1954, Denizli Tavas doğumlu. 1976’da İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Aynı yıl kaymakamlık sınavlarını kazanarak mülki idare amirliği mesleğine başladı. Kaymakam ve vali yardımcısı olarak hizmet verdi. Bir yıl İngiltere’ de yabancı dil geliştirme, yöneticilik ve yönetişim üzerine çalıştı. Görev yaptığı yörelerde eğitim, sağlık
ve sosyal yardım çalışmaları ile dezavantajlı
bireyler yararına projeler üretip uyguladı. Tarihi değerleri restore edip hayata kazandırmaya çalıştı. Türkçe’ye ve Türk kültürüne hizmet eden şair, ozan, yazar ve sanatçıları bir araya getirdi. ‘Külde Açan Gül’ adlı romanı Yeni Konya gazetesinde tefrika edildi.
‘İpek Yolunda İznik Molası’ adlı bir şiir kitabı vardır. Şu sırada İstanbul’da Şişli Kaymakamlığı görevini sürdürüyor.

Haberin Devamı

SURELERE iSiM VEREN AYETLER

Nebe Suresİ: Mushaftaki sıralamada 72’nci, iniş sırasına göre 80’inci olan sure ismini ilk ayette geçen ve “Haber” anlamına gelen “Nebe” sözcüğünden almıştır. Surede ağırlıklı olarak kıyamet, öldükten sonra dirilme, hesap, ceza ve mükâfat konuları işlenmektedir: “Birbirlerine neyi soruyorlar? Hakkında ayrılığa düştükleri büyük haberi mi? Hayır! İleride bilecekler! Hayır hayır! Yakında bilecekler! Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da yeri tutan kazıklar yapmadık mı? Sizi çifter çifter yarattık. Uykunuzu sakinleşip dinlenme vesilesi kıldık. Geceyi uyku için örtü yaptık...”

KURAN’DAN ÖĞÜTLER

AKLINI KULLANAN TOPLUM İÇİN DELİLLER: “Şüphesiz, göklerde ve yerde, inananlar için (Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren) nice deliller vardır. Sizin yaratılışınızda ve Allah’ın (yeryüzüne) yaydığı her bir canlıda da kesin olarak inanan bir toplum için elbette nice deliller vardır. Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah’ın gökten rızık (sebebi olarak yağmur) indirip, onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.” (Câsiye, 45/3-5) KAYNAK: KURAN’DAN ÖĞÜTLER- Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

Haberin Devamı

Prof. Dr. Hasan Onat

Sarı Saltuk’un Osman Bey’e Nasihatı

OSMANLI coğrafyası 13-14 milyon kilometrekarelik bir alan. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken 780 bin kilometrekareye bu coğrafyanın bütün tarihsel sorunlarını da taşımış gibi. Yaşadığımız ufuk daralmasının, akıl tutulmasının sebeplerinden biri mağlup medeniyet travması olmalı. Niçin uzlaşı kültürü yaratamıyoruz? Niçin en küçük bir meselede kolayca kutuplaşıyoruz? Ailede bile huzursuzluk derinleşince, herkes birbirini suçlamayı çözüm sanmaya başlar... Tarih bilinci kaybolunca, kökleri derinde olan sorunlar, çözümsüz gibi görünür. Niçin bazılarımız geçmişi kutsallaştırırken, bazılarımız da onu yok farz ediyor? Her iki yaklaşım da, tarihi insanın anlama menzilinin dışına taşımıyor mu? Dinle ilgili sorunlarımızın çoğu tarih bilgi ve bilincindeki noksanlıkla ilgili değil mi?

NASIL ÖLDÜRÜR

Müslümanlar niçin bu kadar kolayca birbirlerini öldürebiliyorlar? Sorular... Sorular... Bu soruları Köstence’de, Süt Gölü’nün kıyısında, gecenin serinliği ile, güneşin ilk ışıklarının kesiştiği bir noktada kendi kendime soruyorum. Soruların ve cevapların ağırlığı gölün dinginliğinde kaybolup gidiyor... Göl sahile çok yakın. Muhtemelen denizden kopartılmış ya da kopmuş olmalı... Böyle düşünürken, adeta tarihe yolculuk için bir kapı aralanmış oldu... Bir ara, Köstence’de Osmanlı gemilerini gözüm aradı. Akıncıların nal seslerini duyar gibi oldum. Yeni tanıştığım Sarı Saltuk, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’e şöyle sesleniyordu:

HALKI İNCİTME, ADİL OL

“Ey Oğul! Tanrı; sana ve nesline saadet, devlet ve izzet nasip etmiştir. Asla gazayı elden bırakmayın. Adalet ve doğruluktan ayrılmayın. Fakirlerin bedduasından kaçının. Halkı incitmeyin, Hakk’ın yolundan çıkmayın. Ahlaklı olun. Hazret-i Peygamber’in dediklerinden sapmayın. Doğru yolu gözetin. Bağışlarda bulunun. Garibi hoş tutun. Zulüm ve haksızlık yapmayın. Bir kulağınız halkta olsun, halkın durumundan her zaman haberiniz olsun. Gafil olmayın. Sana vasiyetim bu ola ki özellikle kadıları, valileri ve boy beylerini sürekli teftiş edin. Adil olsunlar. Mülk sahibi ol, halk sana tabi olsun. Rüşvet alana, cezasını mutlaka ver. Kafire itibar etme, onları hakim eyleme. İslam dininde ihtiyaç gibi gösterip onlara güvenme. Meşru olmayan iş yapma!” Osmanlı’yı anlamak için bir tür anahtar niteliği taşıyan Saltukname’de Sarı Saltuk Osman Bey’e “adalet ve doğruluktan ayrılma” diye nasihat ediyor.

EVRENSELE AÇILAN KAPI

Osmanlı’nın çöküş sürecini anlamaya çalışırken, adalet noktasından da bakmakta fayda var. Gittikçe “adalet”in anlam ve önemini daha iyi kavradığımı fark ediyorum. Adalet; tanrısal açıdan varoluşun temel yasası; insan açısından evrensele açılan en önemli kapı ve insanı insan yapan kök değer. Adalet, gerçekten de mülkün temelidir. Eğer insanın esas aldığı kurucu ilke adalet ise, eğer içselleştirilmiş ve davranışlara yön vermeye başlamış ise, insanın diğer bütün kusurları kendiliğinden adaletin gölgesinde erimeye başlar... Bunun tersi de doğru; adaletsizlik belirleyici olunca, bütün güzellikler bir bir gözden kaybolur. İnsani olan her şeyin anlamlı olabilmesi adaletin varlığına ve etkinlik derecesine bağlıdır...

KUTSALLAŞAN GEÇMİŞ

Tuhaf bir şey; Süt Gölü’nün çevresinde dolaşırken de, zihnimin arka planında tarihle ilgili bir programın kendi kendine çalıştığını fark ettim. Adeta Sarı Saltuk yeniden dirilip karşıma çıkmış gibiydi. Babadağ’ın zirvesinden hüzün dolu gözlerle Balkanları, balkanlaşan Ortadoğu’yu, Tuna’yla, Vardar’la rekabet edercesine akan Müslüman kanını, kanı donarak izliyordu... Müslümanların yaşananlardan bir türlü ders çıkartmamalarının cehaletten ve hamakatten başka izahı var mıydı acaba?

GÜÇ SAVAŞLARI

Anladım ki, “güç” sahibi olmak isteyenler de, “güç”ü meşruiyet aramaksızın kullananlar da, kendi amaçları doğrultusunda bir “tarih” inşa edebilmek için bütün imkanları seferber ediyorlar. “Güç” savaşları, her zaman din ve tarih üzerinden yapılıyor. “İnsan” kimsenin umurunda değil... Oysa İslam insanı insanlığın zirvesine taşımak için gelmiş bir din. Müslümanlar geçmişi kutsallaştırmaktan hoşlanıyorlar. Kutsallaşan geçmiş, geleceğin tasarlanmasına imkan vermez. Geçmişi anlayamayanlar, ölülerin egemenliğinde yaşamaya mahkûm olurlar.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!