Israrla, O’nun adını “terör” kelimesiyle yan yana yazmak isteyenlere, “Hayır hiç böyle değil” mi demek istiyorsunuz.
Yapılacak iş basit, verilecek ders önümüzde.
Türkiye dün bir putunu daha kırdı, bir paradigmasını daha değiştirdi.
Sümela Manastırı’nı, bir asır sonra yine ibadete açtı.
Hem de hangi günde, nasıl bir tarihte?
Amerika Birleşik Devletleri gibi, Hıristiyan dünyasının en güçlü kalelerinden birinde, “İkiz Kuleler”in yakınına, İslami bir mekân açılmasına karşı çıkanların kampanya yürüttüğü bir günde.
Üstelik bunu, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin İslami hassasiyeti en yüksek hükümeti, hem de referandumun en kritik günlerinde yaptı.
İşte dini siyasetten çıkarmanın en kestirme yolu budur.
Emeği geçen herkesi canı gönülden kutluyorum.
İnancına güvenen, dini ile iftihar eden Müslüman’ın yapması gereken şey yapıldı.
Ortadoks âleminin en sembolik mekânlarından biri ibadete açıldı.
Ne oldu?
İslam âlemi kaybetti mi, kazandı mı?
Sonuç ortada...
Bize Müslümanlara yakışan neyse o yapıldı.
* * *
Her şey bundan 4-5 ay önce Trabzonspor Kulübü’nde duyduğum bir cümleyle başladı.
Kulübün yetkililerinden biri, “Sümela Manastırı’nın ibadete açılmasına karar verildi” dedi.
Bu benim için büyük bir haberdi.
Ertesi gün bunu yazdım. Yazım Yunan basınında büyük yankı uyandırdı.
Bir süre sonra Ta Nea Gazetesi, Sümela’nın ibadete açılması dolayısıyla benden bir yazı istedi.
“Sizin büyük katkınız oldu” dediler.
Benden 20 satırlık bir yazı istediler.
Ben biraz daha uzun yazdım. O pazar günü Hürriyet’in Atina Büro Şefi Yorgo Kırbaki aradı.
“Yazınızı çok beğenmişler, tam sayfa yaptılar ve bütün haberi sizin yazınız üzerine kurdular” dedi.
Çok sevindim. Bize, Türklere ve Yunanlılara yakışan da budur.
Birbirimize komplekssiz, kardeşçe bakabilmek, öküzün altında buzağı aramamak, küçük ve iğrenç komplo teorilerini elimizin tersiyle itebilmek.
Ta Nea Gazetesi’nin başta genel yayın yönetmeni olmak üzere bütün meslektaşlarımı bu onurlu davranışlarından dolayı kutluyorum.
* * *
Gölcük Depremi sırasında Yunanistan Türkiye’ye bir yardım ekibi göndermişti.
Hürriyet’te Yunanca “Teşekkürler Komşu” diye manşet atmıştık.
Bu manşet, bizi şaşırtacak bir etki yaptı.
Türk-Yunan ilişkileri o günden sonra müthiş bir açılıma girdi.
Bunda rahmetli İsmail Cem ve Yorgo Papandreu’nun çok büyük katkıları oldu.
* * *
Önceki cumartesi akşamüzeri saat 18.00’de, Paris’te, Notre Dame Kilisesi’nin 300 metre ilersinde başka bir kilisede çok güzel bir konser vardı.
Burası, Paris’in en eski kilisesiydi ve orada en güzel Ave Maria’ları çalınıp söylenecekti.
O akşamüzeri kilisenin önünde düşündüm.
İnanç mekânlarının, mabetlerin, ibadethanelerin hayatımızdaki yeri nedir?
Sadece dua ettiğimiz, namaz kıldığımız, ibadet ettiğimiz yerler mi?
Yoksa o mekânların bunu aşan bir manası mı var.
Var ve olması gerekir.
O mekânların, amaçlarına uygun şekilde yaşamaları lazım.
İbadete açık tutulmaları, Allah’ın gölgesinin o mekânların üzerinden hiç çekilmemesi lazım.
Sümela’yı ibadete açmakla Türkiye büyük bir adım attı.
Ama çok daha büyük adımı Trabzon halkı attı.
Hani bundan kısa süre önce bir rahibin öldürüldüğü şehrin insanları.
Şimdi hep birlikte o mekânda Rahip Santoro için de dua etmeliyiz.
Umudum odur ki, bir süre sonra Sümela, yılda bir değil, beş, on, yüz ayinin yapılabileceği bir dini mekân haline gelir.
Orada Paskalya’lar, Noel’ler, başka günler kutlanır.
Ramazanda orada Trabzon’un Müslüman vatandaşlarına iftarlar verilir.
Paskalya’da yumurtalar dağıtılır.
* * *
Eyüp Can geçen hafta Hürriyet’te dini mekânlarla ilgili çok güzel bir yazı yazdı.
Hıristiyan âleminin Kudüs’ten sonra en kutsal mekânlarının çoğu Türkiye’de.
Paradigmaları kıran Türkiye, bu mekânların hepsini aslına uygun şekle getirip, ibadete açmalı.
80 bin camisinde günde beş vakit
ezan okunan Türkiye, “Medeniyetler Çatışması”dan insanlığın zaferle çıkmasına bu yolla katkıda bulunabilir.
Türkiye’ye bravo.
Trabzon halkına bravo.
Hepimize bravo.
Osmanlı bunu başarmıştı. Cumhuriyet, çok daha yüksek insani değerleriyle bunu haydi haydi başarır.
Başarıyor da...