Oluşturulma Tarihi: Ağustos 02, 2005 00:00
EN çok beklenen olaylar karşısında bile sanki bir sürpriz veya bir oldu bitti ile karşılaşmışız gibi abartılı ve melodramatik tepki göstermek eğilimimiz, hızından hiç kaybetmiyor. Gümrük Birliği’ni yeni AB üyelerine ve bu meyanda ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ sıfatı ile Güney Kıbrıs’a teşmil eden protokolün imzalanması, yine gerçeklerden çok uzak şiddetli tartışmalara neden oluyor. Evet ortada bizi çok tedirgin eden bir sorun var. Fakat bu sorunun 1995’e kadar geriye gittiğini unutmamak gerekir. O tarihte Türkiye ile AB arasında 1963 Ankara Antlaşması’nda öngörülen Gümrük Birliği’nin gerçekleşmesi karşılığında Güney Kıbrıs ile üyelik müzakerelerinin başlatılması kararının alındığı kimsenin meçhulü değil.Daha sonra, 1999 Helsinki zirvesinde, Türkiye’nin resmi adaylığı tanınırken, bir çözüme varılmasa bile Güney Kıbrıs’ın AB üyeliğine kabul edilebileceği tereddüde yer bırakmayacak şekilde sonuç belgesinde yer almıştı. Güney Kıbrıs’ın çözüm olmadan AB üyeliğinin bizim için sürekli bir güçlük kaynağı oluşturacağını tahmin etmek çok kolaydı.Bu güçlükleri önlemenin tek yolu, Güney Kıbrıs, AB ile katılım antlaşmasını imzalamadan Kıbrıs meselesinin iki bölgeli federasyon ve ortak devlette egemenlik paylaşımı temelinde bir çözüme bağlanması idi. Kıbrıs Rumlarının reddedemeyeceği koşullar altında KKTC’ye ve Türkiye’ye 2002 yılında böyle bir çözüm fırsatı verildi; fakat bu fırsat çok hatalı milli çıkar değerlendirmeleri ve hamaset edebiyatının akılcı politikayı sindirmesi yüzünden kaçırıldı.***Güney Kıbrıs, AB üyesi olduktan sonra Türkiye’nin taktik hatalardan özenle kaçınması gerekirdi. Oysa biz ilk önce Gümrük Birliği’nin Güney Kıbrıs’a teşmili işini kelime oyunlarıyla atlatmaya kalktık. İlk çıkan kararnamede Gümrük Birliği’nin uygulanacağı ülkeler arasında Kıbrıs zikredilmiyordu bile.Brüksel’den gelen tepkiden sonra kararname değiştirildi; fakat
‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ değil,
’Kıbrıs’ dendi. Aralık 2004’te Brüksel’de üyelik müzakerelerine başlanılması için hem kapsamlı, hem de TBMM’ce onaylanacak bir protokolde ısrar edilmesinde bu hataların payı vardır. Tanıma meselesine gelince; ilk önce Kıbrıs denklemini çevreleyen hukuki ve politik olguların çok karmaşık olduğunu belirtmek gerekir. Türkiye 1960 statüsü ihlal edildiğinden beri
‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımıyor. Üstelik Güney Kıbrıs’ın egemenlik iddia ettiği topraklar üzerinde kurulan KKTC’yi tanıyor ve ona politik ve askeri destek sağlıyor.Ada’daki Yeşil Hat aslında bir ateşkes hattı. AB de şimdi kendine göre bir
‘Yeşil Hat Tüzüğü’ yaparak fiili sınırı kabullendi. Avrupa Birliği Konseyi, AB müktesebatının Kuzey’de uygulanamayacağını beyan etti. 2004 yılında Kuzey’de ayrı bir referandum yapıldı, dolayısıyla Kıbrıs Türklerinin self-determinasyon hakkı tanındı.Türkiye ayrıca protokolü imzalarken bir deklarasyonla
‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımadığını açıkladı. Bütün bu unsurlar göz önünde tutulduğunda protokolü imzalamakla Türkiye’nin
‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni hukuken tanıdığına hükmedilemez. Ne var ki Güney Kıbrıs’ı bir bakıma fiilen zaten tanıyorduk.Güney Kıbrıs bandıralı gemiler Montreux Antlaşması gereğince konaklamadan Boğazlar’dan geçiyor. 1999 İstanbul AGİT zirvesine
Klerides, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ başkanı sıfatıyla katılmış ve ağırlanmıştı. Protokolün imzasından sonra da bu ikircikli siyasi ve hukuki durum devam edecek.***Türkiye için asıl sorun, Güney Kıbrıs gemilerinin ve uçaklarının Türk deniz ve hava limanlarına gelmesi yolundaki ısrardır. Biz Gümrük Birliği’nin bugünkü aşamada hizmetleri kapsamadığını vurgulayarak bu işten sıyrılmaya çalışıyoruz; fakat ileri sürdüğümüz sav pek ikna edici değil.Gümrük Birliği bağlamında hizmet kavramı değişik nitelikte. Nitekim AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri, Gümrük Birliği’nin Türk limanlarının Güney Kıbrıs gemilerine açılmasını gerektirdiğini birkaç kere belirtti. Bu meseleyi aşmamız galiba o kadar kolay olmayacak.Türkiye bugün uluslararası alanda bir hayli kuvvetli durumda. AB üyeliği sürecinin akıbeti konusundaki belirsizlikler artsa bile sürecin devam etmesinin ekonomik ve politik bakımdan Türkiye için bir avantaj teşkil ettiği yadsınamaz.Kaldı ki AB üyeliği bir tarafa, AB ile Gümrük Birliği’nin yükümlülüklerinden kaçınmak mümkün değil. Tanıma hakkındaki polemik bu açıdan gereksiz ve ters tepicidir. AB ülkelerinin başbakanları bile
‘Protokolün imzalanması tanıma anlamına gelmez’ derken aksi görüşü cansiperane savunmanın anlaşılır bir tarafı yoktur.Hükümeti eleştirenlerin geçmişte bugünkü duruma gelinmesini önleyecek politikalara şiddetle muhalefet ettikleri unutulabilir mi?
button