Güncelleme Tarihi:
Çağlayan'daki İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nde aralarında Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu'nun bulunduğu 10 akademisyenin duruşması yapıldı. 8 akademisyen hakim karşısına çıkarken 2 sanık mazeret bildirdi. Duruşmaları, aralarında akademisyen ve öğrencilerin de bulunduğu çok sayıda izleyici takip etti. Kaboğlu'nu duruşmada 20'ye yakın avukat temsil etti. Mahkeme başkanı Hakan Özer bu sayının KHK kapsamında 3 ile sınırlandırılmasına karar verdi.
Kaboğlu, kimlik tespiti sırasında, KHK ek listesinde adının yer aldığı için Marmara Üniversitesi'nde çalışamadığını ve Sorbonne Üniversitesi'ne de pasaportuna el konulduğu için gidemediğini söyledi. Başkan Özer'in yöneltilen suçlamayı okuyup, "Hepsini okumama gerek yok değil mi?" diye sorması üzerine Kaboğlu, "Gerek yok. Bu kadarı bile rencide edici" cevabını verdi.
Ardından savunmasına geçen Kaboğlu, söz konusu bildiriye ilişkin şunları söyledi:
"Her sözcüğüne katılma zorunluluğu bulunmamaktadır. Benim 1500 öğrencim vardı. Aynı soruya bin 500 farklı yanıt alırdık. Bildirinin herkes tarafından bütün kelimelerinin, virgüllerinin paylaşılması koşulu bulunmamaktadır. Tam 23 ay 10 gün geçti imzanın üzerinden, imzacılar kaçmıyordu. Neden buradalar?"
Adının 686 sayılı KHK ek listesinde yer aldığı günün ertesinde savcılığın kendisine davet yazısı yolladığını anlatan Kaboğlu, "Bu kadar büyük bir rastlantı olabilir mi? İddianame tarafıma tebliğ edilmeden ertesi gün bir gazetede yayımlanıyor. 15 Temmuz darbe girişimi yaşanmasaydı bu listede adım yer almayacaktı. Bu dava siyasal nitelikte bir davadır" ifadesinde bulundu.
Kaboğlu, "Neden 1128 ayrı dosya anlamak mümkün değil. Talep edilen cezalar da geniş yelpazeli. Bu bir OHAL davasıdır. Çünkü eğer OHAL ilan edilmeseydi bu davalar da ortaya çıkmayacaktı" dedi.
Savunmasında, barış hakkı ve ifade özgürlüğünün anayasal bir hak olduğunu dile getiren Kaboğlu, "Buradaki çelişki şu; bildiri toplu, fakat davalar tekil. Bu çelişkiyi aşmak, adil yargılanma için kolay olmayacak. Acaba barış bildirisine rıza gösterenlere karşı başlatılan linç girişimi cezasızlık sorunundan mı kaynaklanıyor? Bildiriye olur veren kişiler yaşama hakkından yoksun edilme eşiğine kadar linç kanmayasına tabi tutuluyor. Onları öldürmeye azmettirme eşiğine ulaşan kişilere herhangi bir işlem yapılmıyor. Burada Anayasa'nın 138. maddesi açısından üzerinde durulması gerekir. Bütün haklardan yoksun kılıcı uygulamalara tabi tutulduk" diye konuştu.
Açılım ve çözüm süreçlerine ilişkin tavrını; "Amaca evet, ama yönteme dikkat" olarak niteleyen Kaboğlu, "Düşüncem, TBMM devreye sokulmalı şeklinde idi. Bu hukuka olan inancımın gereğidir" dedi. Savunmasında iddianameyi de eleştiren Kaboğlu, "Biz hukukta somut ne ise, metinde ne yazıyor ise, ondan sorumlu olunacağını öğrendik. Öğretmeye çalıştık. Şu iddianame hukuken çok sıkıntılı" şeklinde konuştu.
Kaboğlu savunmasının devamında şunları kaydetti:
"10 yılın Türkiye'sinde barış açılımı demokratik açılım gibi kavramlar son 10 yıla damgasını vurmuş bir devlet politikasıdır. Ancak hendek kazılması hangi siyasal idarenin görev ve yetki sorumluluk zincirindeki ihmali sonucu gerçekleşti. İhmal mi hizmet kusuru mu? Araştırılması gerekir. Çünkü bilindiği üzere bütün bu çözüm süreci 2014'te yürürlüğe girdi. Bu süreç devletin kanunlarla geçirdiği bir süreçtir. Çözüm süreçleri aynı zamanda eylemler dizisidir. Barış bildirisi adından belli olduğu üzere sadece bir talep beyanıdır. Siyasal ifade özgürlüğünün toplu kullanımıdır."
"BÜTÜN YURTTAŞLARA EŞİT UYGULANIR"
"Yalçın Akdoğan ve Mehmet Metiner'in beyanlarına kadar çok farklı niteliği olan sözler var. Onlar da cezalandırılsın demiyorum. Onlar da sözdür onlar cezasızlıktan yararlandıysa 1128 akademisyenin imzaladığı neden böyle davaların konusunu oluşturuyor. Hukuk devleti hukukça eşit yönetim ilkesine dayanır. Bütün yurttaşlara eşit uygulanır. Muhalif kesimler yaptırıma tabi tutulur gibi bir zihniyet devreye girerse hukuk devleti kavramının bir anlamı kalmaz"
Kaboğlu hakkında mahkumiyet kararı verilmesi durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını istemediğini söyledi.
NE OLMUŞTU?
"Bu suça ortak olmayacağız" başlıklı bildiride imzası bulunan 1128 akademisyen hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma açmış, şuana kadar 148 akademisyen hakkında "Terör örgütü propagandası yapmak" suçlamasıyla 7 buçuk yıla kadar hapis cezası talebiyle ayrı ayrı davalar açmıştı.