Güncelleme Tarihi:
Bahçeli, ağırlığı geleneksel kalelere verdi, içe dönmenin semeresini topladı.
18 Nisan akşamı. Saat 19.00 sıraları. Seçim sandıkları açılmaya başlamış, MHP'deki oy patlamasının ucu görünmüştü. Buna rağmen MHP Genel Merkezi sakindi, parti yöneticilerinin çoğu henüz gelmemişti!
Basın Sözcüsü ve MYK üyesi Şevket Bülent Yahnici, oturmuş, birkaç kişiyle sohbet ediyordu. İlk sonuçları görmesine rağmen seçim tahmini yüksek değildi:
- Yüzde 14 !
Koalisyonlarla ilgili soruya da aynı mütevazı havada yanıt verdi:
- Ne kadar milletvekili çıkaracağımız önemli. 50 olursa başka, 80-100 olursa başka. O kadar çıkarırsak kendi programımızı ortaya koyarız...
O saat itibarıyla Yahnici ne yüzde 18'i, ne de 130 milletvekilini aklına getirebiliyordu! Oysa Yahnici, Genel Başkan Devlet Bahçeli'nin ‘iç kabinesi’ndeki önemli isimlerden biriydi!
MHP yöneticileri, barajı aşacaklarını tahmin ediyor ama bu kadarını beklemiyorlardı! Aralarındaki sohbetlerde en iyimser tahmin yüzde 15-16'ydı. Hatta bazıları, o akşam partiye gidip gitmemekte tereddüt etmişlerdi...
Bahçeli'nin aday listelerine müdahaleyi sınırlı tutmasının bir nedeni de buydu! Yasal olarak 28 kontenjan kullanabilecekken, seçilmesini istediği 21 ismi, 1995'te yüksek oy alındığı için garantili görünen yerlere koymuştu. Zaten Bahçeli, sonuçlar belli olduktan sonra yakınlarına hayıflanmış:
- Böyle çıkacağını bilseydik, daha farklı bir liste yapardık.
Aslında milletvekili aday listesinin en önemli işlevi, muhaliflerin elenmesiydi. Önseçim de bu amaca uygun bir araçtı. Bahçeli, önseçimde alt sıraya düşen İstanbul İl Başkanı Mehmet Gül'ü kontenjan yoluyla ilk sıraya getirmiş; ama bu yetkisini ekipten olmayanlara kullanmamıştı.
Böylece kongrede Genel Başkan adayı olanlardan Ramiz Ongun, Adana'da dördüncü sıraya düşmüş; yerini beğenmeyip çekilmişti! Yine Genel Başkan adaylarından Muharrem Şemsek ve Bahçelievler katliamının sanığı olarak ünlenen İbrahim çiftçi listeye girmeyi bile başaramamışlardı. Bir zamanlar ‘Doğu’nun Başbuğu' olarak tanınan Yılma Durak, Erzurum'da 2.sıraya konulunca adaylıktan vazgeçmişti. 12 Eylül öncesi MHP milletvekillerinden Nevzat Kösoğlu ile birçok ülkücünün hocası durumundaki Prof.Dr.Şaban Karataş da son anda adaylıktan vazgeçenlerdendi...
Bahçeli, aday olmak için bizzat kendisine başvuran ‘Başbuğ’un eşi Seval Türkeş'i umursamamış; o da ayrılıp BBP'ye gitmişti. Oğul Tuğrul Türkeş, ayrılıp başka parti kurmuş; böylece ‘‘Türkeş'in izleri MHP'den kazınmıştı!’’
Yahnici'ye göre, MHP'de yaşanan bu tasfiye normaldi. ‘‘Biz kazandık, partiyi kendi usulümüz ve üslubumuzla yönettik. Onlar kazansalardı bizi taşımazlardı.’’ Hem artık 130 milletvekilini TBMM'ye sokmuş bir lideri kim tasfiyeyle suçlayabilir? Açıkça söylenmese de asıl düşünce bu tabii...
İÇE DÖNÜK POLİTİKA
Aslında aday listeleri, Bahçeli'nin partiye hakim olma operasyonunun nihai adımıydı! Partiyi, teşkilatı iyi tanıyan Bahçeli, Tuğrul Türkeş'i yenip Genel Başkan olduktan sonra fazla zorlanmamıştı!
Öncelikle parti yönetimini yenilemişti! Bir akademisyen olarak, partinin kapısını üniversite hocalarına açmıştı! Türkeş döneminde MHP'ye giren Prof.Tunca Toskay'ın yanısıra Prof. Dr.Enis Öksüz, Prof.Dr. Abdulhaluk Çay, Prof.Dr. Eyüp Aktepe gibi ‘eğitimciler’i yönetime kazandırmıştı! Başkanlık divanındaki bazı isimlerin özelliği de ‘eylemci’ kanattan olmalarıydı. Şevkat Çetin, Mustafa Verkaya, Süleyman Turan Çirkin, Ülkü Ocakları kökenliydi. Çetin, MHP'nin ‘İki numara’sı oldu; teşkilattan sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı'nı üstlendi. Bahçeli, Genel Muhasipliği yani partinin kasasını, ‘kurmayı’ Adnan Uçaş'a teslim etti. ‘Aksakallılar’ denilen eski MHP'lilerden Sadi Somuncuoğlu ile eski Emniyet Genel Müdürü Sebahattin Çakmakoğlu da yeni yönetimde yer aldılar. 1995'teki seçim yenilgisinin ardından Türkeş zamanında Genel Sekreter olan Koray Aydın, konumunu korudu. Çünkü Aydın, kongrede Bahçeli'yi desteklemişti...
Bahçeli, ‘kilit noktaları’ güvendiği kişilere teslim etmesine rağmen gözünü hiç onların üstünden ayırmadı. Türkeş'in son döneminin tersine Bahçeli, zamanının çoğunu partide geçirdi. Böylece partiyi istediği gibi yönlendirmekle kalmadı; parti içinde olup biten herşeyden anında haberdar oldu. İstihbaratı kuvvetliydi! Hatta bir gelişmeyi haber vermek isteyen yöneticiler, kimi zaman, söze ‘‘Efendim, haberiniz var mı?’’ diye başlamak zorunda kalıyorlardı. Çoğu kez de önceden haberi oluyordu!
Kritik bir dönemde Genel Başkan olduğunun farkındaydı! MGK'nın ‘Siyaset Belgesi’nde ırkçılığın da bir tehdit sayılmasını ciddiye aldı. Öncelikle MHP'lileri üniversitelerdeki türban eylemlerinden çekti. ‘‘Türban, sokakta çözülmez’’ idi gerekçesi. Ayrıca ülkücü gençlerin, İslamcı kesimlerle aynı saflarda, hem de aynı sloganlarla görünmesini önledi. Bozkurtlar, daha az tekbir getirir oldu. MHP'nin 12 Eylül öncesine bütünüyle sahip çıkıldı.
Bir yandan da Türkeş'in son döneminde medyaya sevimli gözükme çabasını ikinci plana itti. Ağırlığını, MHP'nin Orta Anadolu'daki geleneksel kalelerine verdi yeniden. Daha da önemlisi, Bozkurtlara güven vermeyi önemsedi. ‘Pop milliyetçilik’ yerine, klasik politikalara döndü. Bu da ülkücü kadrolarla bağ kurmasını sağladı. Türkeş'in dışa dönük ‘üst düzey politikası’ yerine içe dönmenin semeresini çabuk aldı. Taban, 1995 yenilgisinin düş kırıklığını üzerinden attı; harekete geçti...
PARTİ VE OCAKTA AYIKLAMA
Bahçeli'nin ilk demeçlerinden biri ‘‘MHP, operasyon partisi değildir’’ oldu. Bu söz, geniş yankı buldu. ‘Ülkücü mafya’ söylentilerini sona erdirmek amacıyla Ülkü Ocakları'nın sayısını 1500'lerden binlere indirdi. Bu nedenle çıkan gürültülere aldırmadı; tam denetim sağlamak amacıyla Ocakları, vakfa dönüştürdü. MHP'deki ayıklamalarını Susurluk skandalı sonrasında çıkan ‘Çete-mafya bağlantısı’ iddiaları konusunda da sürdürdü. Bu çabasını, Yavuz Donat'a verdiği bir demeçte açıkça anlatmaktan da geri durmadı:
- Irkçılık ile mafya bağdaşmaz. Eğer bş'yleleri varsa camia ile ilişkisini kesiyoruz. Büyük bir camiayız. 12 Eylül'den sonra bir dağınıklık oldu. Şimdi, disipline ediyoruz. Barındırmıyoruz.
Nitekim Susurluk'taki ‘başaktör’ Abdullah Çatlı'nın kardeşi Zeki Çatlı, Nevşehir'de listeye giremedi. Oysa Bahçeli, o aileye, Çatlı'nın kaçak olduğu yıllarda babasına ilaç parası yardımında bulunacak kadar yakındı.
Farklı, şaşırtıcı örnekler de yaşanmadı değil. Tuğrul Türkeş'in, 1996'da Oral Çelik'i cezaevinden çıkarken bir konvoy eşliğinde karşıladığı için Kırklareli İl Başkanlığı görevine son verdiği Cengiz Bağdan, yeniden görevine döndü. Bununla da kalmadı; Bağdan, aday oldu. Kırklareli Belediye Başkanı seçildi. O da MHP'nin yeni vitrinindeki yerini aldı...
Bahçeli'nin MHP içindeki ‘‘ayıklama’’ operasyonuna takılanlardan biri de Susurluk'un baş aktörü Abdullah Çatlı'nın kardeşi Zeki Çatlı'ydı. Nevşehir'de listeye giremedi. Oysa Bahçeli, o aileye, Çatlı'nın kaçak olduğu yıllarda babasına ilaç parası yardımında bulunacak kadar yakındı.
MHP, fikirlerini değil söylemini yumuşattı. Türkeş'in deyimiyle ‘tatlandırdı’. 35 yıllık ülkücü geleneğin en kibar sloganlarıydı bu kez
dillendirdikleri: Birşeydeğişecekherşey değişecek!
Değişim sloganlarda
‘‘Biraz tatlı şeyler katar, onu da tatlandırırız’’ demişti Alparslan Türkeş. Bu, ‘‘Ya sev ya terket’’ sloganını sert bulanlara verdiği yanıttı! ‘‘Değiştiniz mi?’’ sorusuna sinirleniyor, ‘‘Değişmedim, geçmişte neysem oyum’’ karşılığını veriyordu. Türkeş'in bu konuşmasının üzerinden dört yıl geçti ve şimdi aynı sorulara Devlet Bahçeli muhatap oluyor. O da aynı yanıtı veriyor; ‘‘Hayır. İfade şekli değişti.’’
Gerçekten de MHP, fikirlerini değil söylemini yumuşattı. Türkeş'in deyimiyle ‘tatlandırdı’. 1995 seçimlerinin ‘‘Ya sev ya terket’’ sloganını bu seçimlerde ağızlarına bile almadılar. 35 yıllık ülkücü geleneğin en kibar sloganlarıydı bu kez dillendirdikleri: ‘‘Bu sefer MHP, Türkiye sevdalısıyım, Türkiye Hareket'e geçiyor, Yeni bir çağ yeni bir lider, Denenmişi deneme artık MHP, Birşey değişecek herşey değişecek!
Ve tabii asker gönderme törenlerinin, şehit cenazelerinin değişmez sloganı ‘‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’’ de bu çerçeveyi bütünlüyordu. Gözde slogan ise ‘‘Devletin başına Devlet gelecek!’’ idi. Eskiden olsa, ‘‘Ya devlet başa, ya kuzgun leşe’’ diye haykırırlardı! Ama Bozkurtlar, yıllar öncesinin kavgacı, saldırgan sloganlarını unutmuşlardı.
Ne sloganlar eskitmemişlerdi ki! ‘‘Tanrı Türkü korusun ve yüceltsin’’ ve ‘‘Ey Türk titre ve kendine dön’’ sloganları, bugün Bozkurtlar için bir nostalji. Türkeş, 1964'te bu sloganlarla CKMP Genel Başkanı olmuş, 1969'da küçük bir düzeltme yapmıştı: ‘‘Biz Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslümanız.’’ Türkçülük ve ‘Kızıl Elma' yaklaşımından, Türk-İslam çizgisine kayışın simgesiydi bu slogan. İslami radikalizme kayış yıllar içinde daha da belirginleşti; 12 Eylül sonrasında ‘‘Ya Allah Bismillah Allahüekber, Rehber Kuran Hedef Turan’’ noktasına ulaştı.
O dönemde en çok tekrarlanan ‘‘Kanımız aksa da zafer İslamın’’ sloganı, 1970'lerdeki ‘‘Ya tam susturacağız ya kan kusturacağız’’ sloganının güncelleştirilmiş haliydi! 1995'teki MHP kongresinde ise ‘‘Bozkurtun olmadığı dağları itlerle çakallar paylaşır’’ pankartı dikkati çekiyordu. Türkeş'in katıldığı son Erciyes Zafer Kurultayındaki pankartlar da kanlıydı: ‘‘Kurtların dönüşü kurtça olacak, Şakağımdaki kansa o benim gülüşümdür/Namert sürünmektense erkekçe ölüşümdür’’ Oysa o yıllarda ‘imaj' yenileniyor; ‘pop milliyetçilik' ten söz ediliyor; konserlerde, maçlarda ve de ilgili ilgisiz her yerde bozkurt işaretleri göze çarpıyordu.
Bozkurtların medyatik görüntüsü, asıl darbeyi, Türkeş'in ölümünden sonra yapılan olaylı MHP kongresinde yedi. Sandalyeler, yumruklar havada uçuşurken Tuğrul Türkeş taraftarları, ‘‘Vur de vuralım, öl de ölelim’’ diye bağırıyordu. Bahçeli yandaşları daha sakindi. Ancak onların da bu seçimde türban ve imam hatipler konusunda muhafazakar seçmene verdikleri mesaj, Fazilet ile bir garip yarışın göstergesiydi: ‘‘Ürkeğe değil erkeğe oy verin.’’