OluÅŸturulma Tarihi: Eylül 06, 2005 00:00
6-7 Eylül’de muhtelif kaynaklara göre, 5’i papaz 10-15 kiÅŸi öldü, 400’e yakın kiÅŸi yaralandı. Olaylar baÅŸlangıçta sadece Rum azınlıklara yönelik gibi görünüyorsa da, Ermeni ve Yahudi azınlıkların ev ve iÅŸyerleri de tahrip edilmiÅŸti. Ä°stanbullu bir Rum, olaylara müdahale etmesi istenen bir komiserin şöyle dediÄŸini aktardı: ‘Ben bugün polis deÄŸil Türküm.’. Saldırıların önceden organize edildiÄŸinin temel göstergelerinden biri, saldırganların elinde kürek ve testere dışında kaynak makineleri bulunmasıydı. Yassıada Tutanakları’ndan edinilen bilgiye göre ‘Gerekli aletler, saldırıların baÅŸlamasından önce kamyonlarla kent içindeki merkezi noktalarda ya da otobüs duraklarında hazır tutuluyordu.’ Fransız KonsolosluÄŸu’nun kayıtları ise olayları önlemesi gereken güvenlik görevilerin müdahale etmek şöyle dursun, tam tersine son derece pasif bir tutum takındıklarını gösteriyordu: POLÄ°S DEĞİL TÃœRK’ÜM‘Polis memurları, sadece Taksim’deki milliyetçi gösteri esnasında harekete duydukları sempatiyi göstermekle kalmamış, sonrasında kamu düzeni bozulduÄŸunda ve ÅŸiddet olayları meydana geldiÄŸinde de pasif bir tutum takınmışlardır. Bu tutumu yalnızca kalabalık halk kitleleri karşısında deÄŸil, sayıca küçük ancak kararlı gruplarla karşı karşıya kaldıklarında da göstermiÅŸlerdir.’Azınlık mensuplarının daha önce son derece dostça iliÅŸkiler kurduÄŸu polislerin tutumu da aynıydı. Dr. Dilek Güven, ‘6-7 Eylül Olayları’ kitabında, Ä°stanbul’dan daha sonra ayrılan Rum vatandaÅŸlardan Mihalis Basiliadis’in anlatımlarına da yer verdi. Mihalis Basiliadis’a göre, mahalli polis memurları bile olaylara müdahele etmemiÅŸlerdi: ‘BeyoÄŸlu’nda evimizin köşesinde bir fırın vardı. Sahibi aslında Arnavuttu ama Rumca konuÅŸtuÄŸu ve Ortodoks olduÄŸu için herkes onu Rum zannederdi. Bizim karşımızda ise bir karakol vardı. Bu adam pasta veya çöreklerini hiçbir zaman ertesi güne bırakmazdı. Her akÅŸam fırını kapattıktan sonra arta kalanları karakoldaki polislere verirdi. O gün, iki kiÅŸi fırının camlarını aÅŸağı indirince hemen komisere gitti. Komiser ona şöyle bir cevap verir: ‘Hiçbir ÅŸey yapamam, ben bugün polis deÄŸil Türk’üm.’ Bu garip, ama bu cevap o günler polislerden sıkça duyuldu.’Hiç kuÅŸkusuz bütün güvenlik güçleri aynı tutum içinde deÄŸildi. Saldırıların bir kısmı, küçük müdahalelerle bile önlenebilecek nitelikteydi. Söz geliÅŸi, Büyükada’da bir polis memuru, Rum Okulu’na saldırmaya çalışan 30-40 kiÅŸilik bir grubu, havaya iki el ateÅŸ ederek durdurmuÅŸtu. Patrikhane, Yunan KonsolosluÄŸu ve Hilton Oteli gibi önemli yerler de sıkı bir biçimde korunmuÅŸtu. HALK KORUDUPeki bütün bu olaylar sırasında müslüman halk ne yapıyordu? Rum, Yahudi veya Ermeni komÅŸularına yönelik saldırıları destekliyor muydu yoksa bunları engellemek için çaba mı sarfediyordu? Dr. Güven’in ifadesiyle, ‘Saldırılar sırasında çoÄŸu durumda Müslüman komÅŸuları, gayrimüslimleri korumaya çalışmışlardır. Saldırganlar bedensel zarar vermemeleri için talimat aldıklarından, küçük çaplı direnmeler bile ÅŸiddet olaylarını engelleyebilmiÅŸti.’ Güven, daha sonra bir baÅŸka vatandaÅŸ Dokdakis Donios’un tanıklığına baÅŸvuruyor: ‘Bizim sokağımızda ÅŸoför Nusret yaÅŸardı. O gün 40 kiÅŸilik bir grup bizim evlere doÄŸru gelmeye baÅŸladı. Nusret bunların önünü kesti ve ne istediklerini sordu. Onlar Rumların evlerine saldıracaklarını söylediler. Nusret, burada Rumların oturmadığını söyledi. Gruptan birkaç kiÅŸi yine de yürümeye devam edince Nusret bağırdı ve ancak onun cesedinin üzerinden yollarına devam edebileceÄŸini söyledi. Ve grup hemen geri döndü. Nusret, 50 metrelik bir sokağı kurtarmıştı. Yan sokakta ise arkadaşım Zafer’in teyzesi Rum komÅŸusunun kapısına dikildi ve adamlara şöyle dedi: ‘Pavli efendinin evine girmek için ilk önce bana saldırmanız gerekir.’ Adamlar hemen geri döndüler. Bu sokaktaki 60 Rum evinden sadece ikisi tahrip edilmiÅŸti.’ Â
button