PKK’ya karşı tek başına

Güncelleme Tarihi:

PKK’ya karşı tek başına
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 08, 2010 00:00

2003 yılında yaşadığı, Strasbourg yakınlarındaki Selastat kentinde kimsesizler yurdu açmak için organizasyon düzenleyen işadamı Süleyman Soğan, topladığı parayı PKK’ya kaptırınca hukuk mücadelesi başlattı. Ancak Soğan’ın bu girişimi hayatını kabusa çevirdi. Komalık olana kadar dayak yedi, 14 yaşındaki oğlu Hakan PKK tarafından kaçırıldı, diğer oğlu aklını yitirdi, eşinin beyninde ur çıktı. Soğan ise ardı ardına açtığı davalarla hem PKK’dan hem de PKK’nın terörüne çanak tutan ülkeler ve kurumlardan şikayetçi oldu. Soğan, yıllar sonra serbest bırakılan oğlu Hakan’ı da yanına alıp, beş parasız hukuk mücadelesi sürdürüyor

Süleyman Soğan Maraş katliamının ardından Türkiye’nin ve dünyanın dört bir tarafına dağılan Alevi ve Kürt kökenli bir yurttaştı. Bundan yedi yıl öncesine kadar dört oğlu ile Fransa’da yaşayan işadamı, babaannesi Elif Ana adına bir kimsesizler yurdu açmaya karar verdi. Ancak bu girişimi onun ve ailesinin kabuslarla dolu yıllarının başlangıcı oldu.
Yaşadıkları Strasbourg yakınlarındaki Selastat kentinde, kimsesizler yurdu için yardım gecesi organize eden Süleyman Soğan’ın topladığı 25 bin Euro’ya PKK el koydu. Soğan, yetkililere başvurup, medyada da olayı açıklayınca PKK’nın kara listesine girdi. PKK Soğan’dan intikamını o zaman 14 yaşında olan oğlu Hakan’ı kaçırarak aldı. Oğlunun Kandil’e götürülmesi üzerine çılgına dönen baba Soğan, oğlunu PKK’dan geri alabilmek için ABD’den Irak’a kadar 50 ülke gezdi. Türk, Fransız ve Amerikan istihbaratlarıyla görüştü, hatta NATO’ya ulaştı. PKK’nın Avrupa temsilcileriyle buluşarak ‘Sefkan’ kod adı verilen oğlunu geri vermeleri için yalvardı. Tüm bu girişimlerinden yanıt alamayan acılı baba, “PKK’yı Türkiye’ye karşı kullanmak için her türlü yasadışı eylemine göz yumdunuz, sorumlusu sizsiniz” diyerek Fransız Devleti aleyhine iki milyon Euroluk tazminat davası açtı.
Oğlunu bulma bahanesiyle araya giren bir yakını yüzünden örgütün tuzağına düşen Soğan, komaya girene kadar dayak yedi. Pes etmeyen Soğan bu kez kendisini dövenlerden şikayetçi oldu ama bundan da bir sonuç alamadı. Kendine gelir gelmez yine oğlunun peşine düştü. Fransız istihbaratından Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye kadar ulaşabildiği herkesten, oğlunu geri getirmelerini istedi. Ve Fransız istihbaratı 2009 yılında, yani başvurudan tam altı yıl sonra Süleyman Bey ile temasa geçerek PKK’nın oğlunu bırakacağını açıkladı.

HAKAN DÖNDÜ AMA YAŞAYAN ÖLÜDEN FARKSIZDI

Bu sefer başka bir mücadele başladı: Sorumlulara yaptıklarını ödetmek ve Hakan’ı yeniden hayata bağlamak... Süleyman Soğan çocuğunun geleceğini kurmak için çırpınmaya başladı. En son Fransız İçişleri Bakanlığı’nı dava etti. Oğlunun hayatının kararmasından İçişleri Bakanlığı’nı sorumlu tuttu ve “Nasıl olur da bir örgüt göz göre göre 14 yaşındaki bir çocuğu bu kadar kolay kaçırır, sınır dışına çıkarır ve dağa kaldırır” diyerek, oğlunun mağduriyetinin giderilmesini ve geleceğinin garanti altına alınmasını istedi. Mahkeme, Fonds de Garantie (FG) adı verilen kuruma Hakan’ın mağduriyetinin giderilmesi için yazı gönderdi. Son aşamada FG, Hakan’ın hayatını sürdürmesi için yardım etmeyi kabul etti.
Bugün 22 yaşında olan ve gerekli belgeler tamamlandıktan sonra maddi bir kalkan altına alınacak olan Hakan hala yaşadıklarının etkisi altında. Süleyman Bey ve eşiyse hayli zor durumda. Bütün maddi birikimleri oğulları geri getirme mücadelesinde harcayan, PKK tarafından bölgedeki Kürt göçmenler aracılığıyla maddi ambargo uygulanan ve iflasın eşiğine gelen Soğan’ın bir oğlu uzaklaşıp Almanya’ya yerleşti diğer oğlu aklını yitirdi. Eşinin ise yaşadığı üzüntü ve sıkıntıların ardından beyninde ur çıktı.
Soğan’ın açtığı davaları devam ettirecek parası da yok. Süleyman Soğan’a halen ayakta kalmaya çalıştıkları Strasbourg yakınlarındaki Selastat kentinde ulaştık.

HER SABAH EVİN ETRAFINDAKİ ÇALILARI YOKLUYORDUK BELKİ OĞLUMUZU GETİRİP BURAYA ATMIŞLARDIR DİYE

Nasıl kaçırıldı Hakan?

- PKK’nın evimi basıp paralara el koymasından kısa süre sonra, 13 Mart 2003’te Selastat’da “Yorgunuz biraz dinlenelim” diye geliyor Talip Kaynar, Bayram Çamur ve Kazım Ocak. Hanım, lokantada karınlarını doyuruyor. Ben Almanya’da düğündeydim. Sonra dinlenmek için eve gidiyorlar. Bunlardan biri sonradan tanıdık çıktı. Küçük yer zaten. Hakan eve geliyor. Evden alıp arabaya koyup narkozla bayıltıp götürüyorlar. Hakan çırpınıyor ama maalesef yeterli olmuyor.

Nasıl öğrendiniz oğlunuzun kaçırıldığını, ne yaptınız?
- Eşimin kaçırmadan haberi yok. “Oğlan eve gelmiyor” diye beni arıyor. Ben hemen geliyorum. Bakıyoruz, adamlar yok. Anlıyoruz. Geri getirirler diye birkaç gün bekledik. Baktık yoklar. Karakola giderek suç duyurusunda bulundum. Polis oğlumu kaçıran Bayram Çamur ve Talip Kaynar adlı PKK’lıları yakaladı. Ama 13 ay sonra serbest bıraktı. Fransız savcı bana, “Dosya kapanmıştır” dedi. Çocuğumun geri getirilmesi için tüm girişimlerim sonuçsuz kalıyordu. Tam umudumu yitirmişken bir gün PKK’lılar oğlumun dağda yaşadığına dair fotoğraflar göstererek, “Oğlunu getirdik, gel görüş’ diye beni çağırdılar. Hemen gittim. Pusuydu. Demir sopalarla beni komalık edene kadar dövdüler. Beni evine çağırıp pusuya düşüren Kazım Ocak’tan şikayetçi oldum. Hala davası sürüyor ama sonuç yok. Kazım Ocak elini kolunu sallayarak dolaşıyor dışarıda.

Sonra ne oldu da altı yıl 11 ay sonra oğlunuzu serbest bırakmaya karar verdiler?
- Benim ısrarım yüzünden. Dünyayı dolaştım. Bununla da kalmadım, 2003 yılında Fransız Devleti aleyhine iki milyon Euro’luk tazminat davası açtım. Ardından beni dövenler hakkında dava açtım. Baktılar ben vazgeçmiyorum, NATO’da, BM’de bile konuşuyorum oğlum için; hatta örgütün Avrupa sorumlusu Rıza Altun vardı. Ona bile, “Kargalar gibi ana kuzularının üzerine çullanıyorsunuz. Hiç mi vicdanınız yok. O daha 14 yaşında ana kuzusuydu. Oğlumu bana geri verin” diye yalvardım. Rıza Altun beni anladığını ama Hakan’ın yerini söyleyemeyeceğini dile getirdi. Sarkozy’ye kadar bütün Fransız makamlara yazı yazdım. Ardından Cumhurbaşkanı, Genelkurmay, Başbakan, Adalet ve Dışişleri Bakanı gibi bütün Türk makamlarına da yazdım. Sonunda Fransız makamları devreye girdi ve oğlumun dönüş yolu açıldı.

Nerede teslim ettiler?
- Hakan, 2009 yılında Erbil Konsolosluğu’nun önünde, Fransız İstihbaratı DGSE elemanlarına teslim edildi. Fransa’nın Erbil Büyükelçisi vardır. Frederic Tissot. O beyefendiye şükran borçluyum. Büyük emeği vardır Hakan’ın serbest bırakılmasında. Oğlumu Erbil Konsolosluğu’nun önüne bıraktılar. Konsolos burada 27 gün, oğlumun güvenlik içinde kalmasını sağladı. Fransız istihbaratından benimle irtibata geçtiler. Sesini önce telefonda duydum. Ardından bir savaş helikopteriyle Fransa’ya getirildi. Charles de Gaulle Havalanı’nda bize teslim ettiler.

Peki nasıl kaçırmışlar?
- Irak’ta ölen gençler adına sahte pasaportlar yapıyorlar. Onlarla çıkarıyorlar sınırdan.

14 YAŞINDA ANAKUZUSUYKEN GİTTİ 20 YAŞINDA DELİKANLI OLARAK GELDİ

Oğlunuzu gördüğünüzde ne yaptınız?

- Annesi düşüp bayıldı. Ama çok sevinçliydik hepimiz. Mucize gibiydi. 14 yaşında gitti, 20 yaşında delikanlı olarak geldi. Şimdi 22 yaşına giriyor.

Psikolojisi nasıl?
- Önceden tam bir ana kuzusu, 14 yaşında bile annesiyle uyumak için fırsat kollayan, sevgiyle büyümüş bir çocuktu. Ortaokula gidiyordu. Ama geldiğinde çok değişmişti. Donuk bakıyordu. Altı yıl boyunca yaşadıklarını anlatmadı. Sorduğumuzda sinir krizleri geçirdi. Biz de sormadık. Bazen şiddet eğilimi bile gösteriyor. Ama biz onu anlıyoruz. O şiddetlendikçe biz ona daha çok sarılıp öpüyoruz. Öyle durdurabiliyoruz. Konuşmuyor, hiçbir girişimde bulunmak istemiyor, hatırlamak dahi istemiyor. Sanki o yılları yaşamamış gibi kabul etmeye çalışıyor. Artık okul şansı da yok... Dükkanda bize yardım ediyor, internette dolaşıyor, günleri böyle geçiyor.

Türkiye’ye gittiniz mi hiç?
- Evet, oğlum gelir gelmez ilk iş Türkiye’ye gittik. Bu size verdiğim yetişkin fotoğrafları, Türkiye’de pasaport almaya gittiğimizde çektiğimiz fotoğraflar. 221 sayılı pişmanlık yasasından yararlandı. Türkiye’de yetkililerin ilgili tavrı gerçekten beni duygulandırdı. Pasaportunu aldı, kimliğini aldı. Buraya döndük.

Yaşamınızda neler değişti? Yedi yıla yakın oğlunuzun peşinde koştunuz, uğraştınız. İşiniz, eviniz, diğer çocuklarınız ne oldu bu süreçte?
- Her şey battı. Ben bütün birikimleri oğlumu bulmak için kullandım. Amerika’da BM’nin bir toplantısında konuştum. Irak’a, Erbil’e, Türkiye’ye onlarca defa gittim. Paralar suyunu çekti. Üstelik örgüt üzerimde maddi-manevi baskı uyguladı. İnsanlara benimle ilişkilerini kesmeleri konusunda baskı yaptı. İşlerim bitti. Eskiden bölgeye döner eti pazarlardım. Şimdi yalnızca küçük bir döner dükkanı kaldı elimizde. Güzel bir çocuktu Hakan. Oğullarımın hepsi güzel çocuklardı. Hakan’ın abisi Ali aklını yitirdi. Birbirlerine çok yakınlardı çünkü. Görseniz güzel yüzüne bakmaya kıyamazsınız... Hakan’ın döndüğüne bile inanmadı. Onun Hakan değil, örgüt tarafından bizi öldürmekle görevlendirilen biri olduğunu söylüyor. Halen buraya 20 kilometre uzaklıkta bir akıl hastanesinde. İki günde bir ziyaret ediyoruz. Annesinin beyninde ur çıktı. Beni komalık edene kadar dövdüklerinde beynim hasar gördü. Araba kullanamıyorum. İlaçlarla ayaktayım. İkimiz de bittik. Her akşam, her sabah evin etrafındaki çalıları yokluyorduk. Belki oğlumuzu getirip buraya atmışlardır diye. Bu acı anlatılmaz. Allah kimseye evlat acısı vermesin.

BU YALNIZCA BENİM DAVAM DEĞİL TÜRKİYE’NİN ONUR DAVASI

Davalar ne durumda?
- Fransız Devleti aleyhine açtığım tazminat davası sürüyor. Beni dövenlerle ilgili de dava açtım. Bir de İçişleri Bakanlığı’dan davacı oldum, oğlumun zararlarının giderilmesi ve geleceğinin garanti altına alınması için onları mahkemeye verdim. Mahkeme başvuru dilekçemi, Bakanlığa bağlı Fonds de Garantie diye bir kuruma göndermiş. Kurumdan bize yazı geldi. Hakan’ın zararlarını tazmin edeceklerini ve geleceğini garanti altına alacaklarını söylediler. Benden ilgili belgeleri istediler. O belgeleri gönderdim. Şimdi nasıl bir koruma altına alacaklarını görmek istiyorum.

Asıl dava olan iki milyon Euroluk tazminat davası. Neden hala sonuçlanmadı?
- Avukat Fransız idi. Dosyayı da tam sahiplenemiyordu. Dosyayı geciktirdi. Emekli oldu sonunda. Şimdi bir Türk avukat tuttuk. O da 10 bin Euro istiyor. Bende bu para yok. Türkiye’de başvurmadığım makam kalmadı, Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, Başbakan, Adalet ve Dışişleri Bakanları.... Sonunda Strasbourg Konsolosluğu’na başvurdum, “Bu miktar bizi aşar” dediler, beni Paris Başkonsolosluğu’na gönderdiler. Paris’e başvurdum, aylardır yanıt yok. Bu dava yalnızca benim değil, ülkemizin onur davası. Kaçırılan, beyni yıkanan, alıkonan tüm çocuklarımız için bu mücadele. Ben bu davayı sonuna kadar götüreceğim. Ama maddi olarak katkıda bulunmalarını bekliyorum. Devletimiz beni buraya kadar destekledi. Bundan ötesinde de beni yalnız bırakmasınlar. Böylesine önemli bir dava böyle bitmemeli. PKK 3-4 avukat gönderiyor, parası çok. Fransız Devleti de güçlü ve olayı kapatmak istiyor. Elbette her ne pahasına olursa olsun ben bu davayı ölene kadar izleyeceğim.

Şimdi Hakan ne olacak?
- Evlendireceğiz, herkes gibi normal bir yaşama kavuşmasını sağlayacağız. Sayılıp seviliyoruz, çevremiz, dostlarımız, Türkiye’de yakınlarımız var. Biz Alevi bir aileyiz ama bizim iki gelinimiz de Sünni. Bu tür ayrımları yapmıyoruz. Gelinlerim bizimle etle tırnak gibi. Biz, Türkiye’deki herkes için artık kardeşlik gelmesini istiyoruz. Kürt, Türk, Alevi, Sünni, bizler Anadolu’nun etle tırnak gibi artık ayrılmaz parçalarıyız. Bu kan dursun artık. Gençlerin hayatı karartılmasın...
/images/100/0x0/55eb4cc7f018fbb8f8b853ab


Bir fotoğrafın saatler süren hikayesi

Perşembe günü Türkiye’den gelen bir telefon sonrası Frankfurt’tan Fransa’nın Strasbourg kentinin küçük kasabası Selestat’a yola çıktık. Hedefimiz, Soğan Ailesi’nin fotoğrafını çekmekti. 270 kilometre yolun iki saat süreceği umuduyla vakitlice geri dönmeyi düşünüyorduk. Tatilcilerin geri dönüş zamanına denk geldiğimiz için yol çok kalabalıktı. Bunun üzerine bir de yol yapım çalışmaları yolları daraltmış ve yer yer kapamıştı. Yolların açılmasını kuyruklarda saatlerce bekledik. Saat 14.00’te varmamız gerekirken yere 17.30’da varabildik. Baba Süleyman Soğan yağan yağmura rağmen bizi kasabanın girişinden aldı. Mütevazı dükkanına gittiğimizde bizi Türk misafirperverliğiyle karşıladılar, yorucu bir yolculuğun üzerine bu bizi çok mutlu etmişti. İstedigimiz tek şey fotoğrafı çekip yola koyulmaktı. Süleyman Bey’e Hakan’ı sorduğumuzda işyerinde olmadığını ve geleceğini söyledi. Akşama kadar dükkanda ve dükkana çok yakın olan evlerinde Hakan’ı bekledik. Ancak Hakan yoktu. Hâlâ yaşadığı olayın korkusunu atlatamamıştı. Hürriyet’in geldiğini duyunca, evden kaçıp gitmişti. Baba Süleyman Soğan ise Hakan’ın eninde sonunda eve geleceğini söyledi. Hakan’ın gelmesi gece yarısını buldu. Ve fotoğrafını çektik. Dönüş yoluna koyulduğumuzda saat 00.30’du. Frankfurt’a döndüğümüzde ise sabah saat 03.00’ü bulmuştu. (Sabri Erdoğan ve Aslıhan Urcan)

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!