Güncelleme Tarihi:
Oyuncu, yapımcı, çevirmen, yönetmen… Genco Erkal’ı nasıl tanımlardınız? O, kendini bir kalıba sokmaktansa özetle “Ben gerçekten sahnede yaşıyorum!” diyor. Nitekim, bugün kah oyuncu kah yönetmen kah çevirmen olarak ‘sahne’de tam 60 yılı geride bırakmış. Hikâyesi 1938 yılında Taksim’deki Alman Hastanesi’nde başlıyor. Doğum günü, 28 Mart; yani bugün. Tam da dün kutlanan Dünya Tiyatrolar Günü’nün ertesine rastlaması hayatın bir cilvesi olsa gerek… Aydın bir eve doğuyor. Babası Reşat Bey bahriye subayı. Annesi Nebahat Hanım, dönemin en meşhur terzilerinden… Genco Erkal, bu çiftin ilk çocuğu olarak dünyaya geliyor. Onu daha sonra bir kardeş izliyor. Erkal, tiyatroya daha çocukluğundan itibaren ilgi duyduğunu söyleyerek başlıyor anlatmaya: “Teyzemlerin Çamlıca’da bahçeli bir evi vardı. Yanındaki gazinoya cumartesi akşamları tuluat tiyatroları gelirdi. Biz de iki evi ayıran tel örgülerin yanına kilimler serer, çay demler ve ailece oyunları izlerdik. İsmail Dümbüllü gibi ünlü isimleri gelirdi. Tiyatro beni çok heyecanlandırırdı. Öyle ki seyirden sonra eve gelip taklitler yapardım. Ancak evde bu durum pek hoş karşılanmazdı; ‘Eyvah, bu tiyatrocu mu olacak!’ diye endişelenirlerdi. Nitekim ilerde de tiyatrocu olmamı hiç istemediler.”
Zeynep Bilgehan, Genco Erkal’la eski albümleri karıştırdı.
KARTONDAN DEKORLAR
Küçük Genco Erkal sadece oyunlarla değil, sahne arkasıyla da yakından ilgilenirmiş… Anlatmaya devam ediyor: “Altı, yedi yaşlarımdayken kartonlar üzerine dekorlar yapıştırıp tiyatro sahneleri kurmayı severdim. Kuklaya meraklıydım. Kurduğum bu sahnelerde oynatırdım ama bir zaman sonra mevcut Pinokyo, Pamuk Prenses hikâyeleri beni kesmemeye başladı. Kendi oyunlarımı yazıp oynatmaya başladım. Bir nevi senaristlik ve yönetmenlik! Burgazada’da otururken evimizin bahçesinde çamaşır iplerine çarşafları gerip perde yapardık. Ben yine yönetmen rolünde etraftakilere ‘Sen şu rolü oynayacaksın, sen bunu yapacaksın’ derdim. Oyunlar kurar, komşuları seyretmeye çağırırdık. Evimizde klasik müzik plakları vardı. Operalar, Edith Piaf gibi Fransız şansonları dinlenirdi. Ailede Galatasaray Lisesi’nde okumuş pek çok kişi vardı. Beni de Galatasaray Lisesi İlkokulu’na verdiler. Yedi yaşımdan itibaren hep yatılı okudum.”
SENE 1937: Annesi Nebahat Hanım ve babası Reşat Bey...
İLK SAHNE: ROBERT KOLEJ
Küçük yaşta yatılı okula gitmek Genco Erkal’ı önce ‘içe kapatmış!. Ancak sonraki dönemde ona tiyatronun kapılarını açmış… Şöyle anlatıyor: “Mahsun bir çocuktum. İlkokulda çarşamba günleri aile ziyaretleri olurdu. Veliler evde yaptıkları kek ve poğaçalarla çocuklarını ziyaret ederlerdi. Bana kimse gelmezdi! Herkes çalıştığı için… Bir köşede kalırdım. Beşinci sınıfın sonunda annem ‘Bu çocuk çok içine kapandı. Bunu Robert Kolej’e verelim de biraz açılsın’ dedi. Çok doğru bir karar olmuş çünkü bu açılma Robert Kolej’de tanıştığım tiyatro sayesinde oldu!” Orta son sınıftaki bir edebiyat ödevi onu bir daha hiç kopmamak üzere ‘sahne’ye çıkarmış. Erkal’dan dinleyelim: “Bütün sınıf Charles Dickens’in romanından birer sahneyi oyunlaştıracaktık. Hoca benim yazdığım metni beğendi ve ‘Haydi bakalım, bu oyunu sahneye koy’ dedi. Bu ödev herkesin içinde oynadığım ilk oyun o oldu. İnsanlar performansımı beğendikçe hem kendimi keşfettim hem de dışarıyla iletişimim arttı… Daha görünür olabilmek için başladığım tiyatroda bu yıl 60. yılımı geride bıraktım! Robert Kolej’in tarihinde oradan yetişmiş çok kıymetli pek çok isim vardır; Haldun Dormen, Şirin Devrim, Nevra Serezli, Tunç Yalman, Zeki Alasya, Engin Cezzar, Ecevit bile orada sahneye çıkmış… Son sene tiyatro kulübü başkanıydım.”
SENE 1946: Denizci babasına özenerek giydiği bahriyeli kıyafetiyle!
‘YENGEMLE KAÇARAK TİYATROYA GİDERDİK’
Genco Erkal’ın sanatsal yönü hep kuvvetliymiş; peki dersleri nasılmış? Erkal, “Çok çalışmıyordum ama durumum iyiydi çünkü çok çabuk öğrenen biriydim. Dillere karşı özel yeteneğim vardı” diye yanıtlıyor. Babası Reşat Bey de oğlunun dersleri ve istikbaliyle yakından ilgileniyordu! Lise son sınıfa gelince oğlunu karşısına aldı; ‘Artık 18 yaşındasın. Bundan sonra kendi kararlarını vereceksin. Ne düşünüyorsun, ne yapmak istiyorsun?’ diye sordu. Genç Erkal, babasına hemen ‘Tiyatro’ diye yanıt verdi. Bundan sonrasını Erkal’dan dinleyelim: “Babam ‘İşte o olmaz!’ dedi. Bugünkü gibi, o zaman da aileler çocuklarının tiyatrocu olmasını istemezdi. Tiyatroculuk ailemin gözünde ‘bohem’ bir hayattı. Derslerim iyiydi; doktor, mühendis ne seçsem olabiliyordum ama ben tiyatro istiyordum! O dönem İstanbul’da Şehir Tiyatrosu’nun sahneleri çok revaçtaydı. Muhsin Ertuğrul’un yarattığı ilk özel tiyatrolardan Küçük Sahne yeni doğmuştu ve beni en çok orası çekiyordu. Babam bir zaman tiyatroya gitmemi de yasaklamıştı! Benle aynı tutkuya sahip yengemle gündüzleri evden kaçıp matinelere giderdik. Yakalandığımızda ben ceza alırdım, o fırça yerdi! Ama işte... Kader. Beni oraya çekti...”
SENE 1950: Yaş 12... Erkal Ailesi Taksim Meydanı’nda oturuyordu. Mahallede, Gezi Parkı’nda çekilmiş bir kare.
KADERİNİ DEĞİŞTİREN ‘YARAMAZ ÇOCUK’
Genç Genco Erkal babasını kırmamak için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’ne girdi. Ancak kaderin önüne geçilemiyordu: “Tiyatro beni çekiyordu. Üniversitede ‘Genç Oyuncular Topluluğu’muz vardı. ‘Erdek Şenliği’ adıyla ülkenin ilk kültür sanat festivalini organize etmiştik. Orada Muhsin Ertuğrul beni keşfetti. Oyunlarımızı gelip izlerdi. Bana önce çevirisini yapmam için ‘Yaramaz Çocuk’ diye bir oyunu yolladı. Çok heyecanlandım çünkü benim için Atatürk neyse tiyatro açısından Muhsin Ertuğrul oydu. Ertesi yıl Kenterler’in bir oyununa çağırdı. İlk defa profesyonel olarak sahneye çıkacağım! Ama babam izin vermez tabii... Yalvar yakar, ‘Bir defalık kendimi deneyeyim’ dedim. Onları Kenterler’in ‘Salıncakta İki Kişi’ oyununa gönderdim. Hakikaten o gece çok etkilendiler. Gelip beni sahnede seyrettikten sonra da bir daha engel olmadılar. Babama söz verdiğim gibi tamamladığım ‘psikoloji’ eğitimimin bana çok faydası dokundu. Özellikle ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ gibi oyunları oynarken, her bakımdan mesleğimde yardımcı oldu.”
SENE 1960: ‘Evdeki Yabancı’ oyununun genel prova anısı
Üstte, soldan sağa: Yıldız Kenter, Muhsin Ertuğrul, Müşfik Kenter, Genco Erkal, Şükran Güngör
Altta: Kamran Yüce, Ergun Köknar, İbrahim Turgut
‘USTAM YILDIZ KENTER’DİR, REHBERİM NÂZIM HİKMET’
Kenterlerle ilk sahne deneyiminden sonrası bir rüya gibi devam etmiş… Erkal, “Üç buçuk yıl Kenterlerle çalıştım. Oradan ülkemizin ilk politik tiyatrosu ‘Arena Tiyatrosu’na gittim. On yıl değişik tiyatrolarda oyuncu ve yönetmen olarak çalıştıktan sonra 1969’da Dostlar Tiyatrosu’nu kurdum” diyor: “Yıldız Kenter gibi bir isimle çalışmak benim için konservatuvarı bitirmek gibiydi. Çok büyük bir oyuncu ve usta bir hocaydı. Sadri Alışık, Lale Oraloğlu, Cahit Irgat gibi yıldızların yanında tıfıl bir delikanlıydım. Hepsi bana destek oldu, işi çabuk kaptım.”
SENE 1960: İlk profesyonel oyun; ‘Çöl Faresi’
Soldan sağa: Müşfik Kenter, Yıldız Kenter, Sadri Alışık, Turgut Boralı, Genco Erkal
SAHNEDE YAŞIYORUM
Genco Erkal, başarısının sırrını ‘Tiyatroya olan tutkum’ diye veriyor ve şunları söylüyor: “Ben gerçekte sahnede yaşıyorum. Orada bütünleniyor, başka insanların hayatını oynayarak ‘ben’ oluyorum. Ben, ben olmadan ben oluyorum! Oynadığım rollerde hep bir şekilde kendimi ifade ediyorum.” Peki ona en ilham veren karakter ve replikler hangileri? Yanıtlıyor: “Nâzım Hikmet’in şiirlerinden yaptığım oyunlar var. Bir nevi onun sözcüsü, yaşayan sesi oldum gibi.. Nâzım’ın dizeleri beni her zaman ayakta tutar, ümit verir. En karanlık zamanlarımda bile onu düşünürüm. En zor koşullarda bile bu adam hiçbir zaman ümidini, insana olan güvenini kaybetmedi ve her zaman umut aşıladı. Bu bakımdan benim yol göstericimdir.”
SENE 1981: İkinci Barış Derneği davasında Tarık Akan ile yargılanırken.
‘SALDIRILARLA, YASAKLARLA KARŞILAŞTIM’
“Tiyatroya başladığım dönem Demokrat Parti iktidarı vardı. ‘Demokrasiyi getireceğiz’ diye iktidara gelmişlerdi fakat sonra yasaklar, yasaklar, yasaklar... Nâzım Hikmet’in adını anmak mümkün değildi. 1961 Anayasası’yla özgürlükler genişletildi, Marksizm’den, sosyalizmden, Brecht’ten söz edilmeye başlandı. Bu dönemde tiyatronun sanatsal yanıyla birlikte siyasi işlevi ve insanlara ufuk açma sorumluluklarının bilincine vardım. Politik tiyatroyu keşfettikten sonra girdiğim yola bağlı olarak yasaklamalar, saldırılar, davalarla karşılaştım. Ama insan bir şeyi inanarak yapıyorsa onu kimse yolundan döndüremez.”
SENE 1965: Bir Delinin Hatıra Defteri
GENÇLERE TAVSİYESİ
“Sevdiğiniz ve inandığınız işi bulun. Sizi ne mutlu ediyorsa onu yaparsanız hiçbir şey zor gelmez. Ben yaptığım işle hep mutlu oldum. Bağımsızlığım önemliydi. Ödenekli tiyatrolarda hiç çalışmadım. Hep kendi gemimin kaptanı oldum.”
SENE 1980: Rüzgâr sörfü yaparken...
SENE 2010: ‘Nereye Gidiyoruz?’ oyunu
SENE 2011: ‘Ben Bertolt Brecht’