PİMAPEN ŞEHİRLERİ YALNIZ GEZENLER İÇİNEDEBÎ KILAVUZGünler uzuyor. Güneşin çabucak battığı uzun ve kasvetli kış geceleri de geride kalınca güvenliğin aydınlık ile karanlık ile belirlendiği bu ülkede kız çocukları en azından saat sekize kadar dışarıda sevgilileri ile rahatça dolaşabilecekler. Belki delikanlılar çiçek açmış ağaçların altına uzandıklarında, kokusu ile herkesi kendine çağıran toprağın kucağından aldıkları bir papatyayı, o güzel ve bakire kızların kulaklarına takacaklar. Tabi ki ben gecelerinin saat ikide bitmesinden şikayet eden, spotların altında ellerinde kadehleriyle saatler boyunca geceyi geçirecekleri bir "partner"arayan çıplak güzellerden bahsetmiyorum. Ama işte bahar herkes için geldi. Ve hava da herkes için ısınacak.Güneş iyice yükseldiğinde bazı şehirler boşalıp diğerleri dolacak. Antalya'nın nedense beyaza boyalı dört beş katlı, uzun ve dümdüz caddeleri boyunca uzanan apartmanlarında bütün kış boyunca kapalı duran panjurlar açılacak. Açılacak olan sadece panjurlar değil. Elbette karşı komşunuz Hale Teyzeniz de Antalya'daki yazlığında kalırken akşamları üzerine "hafif birşeyler" almayı tercih edecek. Şehrin bu "yaz sakinleri" sabahları kalkınca, düzenli bir şekilde civardaki plajlara akın ettiklerinden bu Antalya, bana akşamüstleri dışında her zaman bir "hayalet şehir" diye görünmüştür. Ama hayır, elbette! Ben de bu şehrin tarihi ve turistik öneminden haberdarım. Kaleiçine gidelim. Kaleiçindeki herşey; haritalar, kilimler, kartpostallar, takılar, restaurantlardaki sedirler, kafelerdeki yayıklar kadar kalenin içindeki sokaklar, camiler, surlar ve o evler de sanki Alman turistler için yapılmış gibidir. Ama kaleiçine girmeden önce Yivli Minare'ye yukarıdan şöyle bir bakın...Sokaklardan aşağı doğru inelim Antalya'nın o meşhur falezleri arasında kendine güvenli bir liman bulan o muhteşem ve gösterişli yatları ve onların görmüş veya görmemiş sahiplerini izleyelim. Eğer Antalya'nın "köylüğü"nden gelip iki senedir burada çalışan ve ne bulduysa evet evet arkadaşıyla konuşurken duydum ne bulduysa onunla yatan yılışık garsonlardan birisi bu sosyolojik gözleminizi hello, hallo ya da başka bir dilde, başka bir selam sözcüğü ile bozmazsa.Bırakın yatları seyretmeyi de, şunları bir de şu muhteşem falezlerin üzerinden göreyim diye yine aynı sokaklardan, yine aynı kilimleri ve yine aynı yılışık satıcıları ve yine aynı sarışın adamların artık hayret etmekten sıkılmış bakışlarını seyrederek yukarı doğru çıkın. Dar sokakların içinden geçerek, büyük olasılıkla diskoda ter döktükten ve karşı cinsler peşinde ya da yanında geçirilen yorucu gecelerden sonra pörsümüş bedenlerini sıcak ama daha çok terden sırtına yapışan çarşaf nedeniyle sık sık bölünen bir uykuyla dinlendirmeye çalışan kadın ve adamların kaldığı pansiyonların arasından yürüyün, geceyi diğerleri gibi eğlenerek değil eğlendirerek geçirmiş, ama saat beşte yalnız kalan şişko ve çirkin ve yaşlı alman kadınlarını memnun etmenin yorgunluğuyla masaları silen bir garsonun askılı tişörtünden fışkıran göğüs kıllarını göreceksiniz, gencecik yaşlarında bütün dünyayı dolaşmayı akıllarına koymuş iyi besili ecnebilerin arasında bulunan güzel kızın şortunun kalça kıvrımlarından daha yukarda olduğunu eğer erkekseniz elbette farkedeceksiniz. Anneleri kimbilir hangi otelin bulaşıkhanesinde, açık büfe akşam yemeklerinde tıkabasa doldurulup ancak yarısı boşaltılmış, patlıcan musakkası, pilav, çerkes tavuğu, rus salatası, çoban kavurma, soslu bilmemne ördeği yine bilmem ne soslu italyan usulü biftek, fıstıklı baklava artığından oluşan garip kokulu tabakları büyük makinelere yerleştirken, küçük kızların kalenin sokaklarında nedense belden katlanarak diz üstüne çıkarılmış mini etekleriyle, turistlerin hatta renkliyse eğer sizin de gözlerinizin içine içine baktıkten sonra arkadaşlarına gururla"gözünün içine içine baktım kız"dediğini duyacaksınız, hadi erkek değilseniz, saçlarınız rengine göre, Kesik Minare denilen Korkut Caminin eski bir kilise olduğunu yazan, boyası aşınmış ve sağına soluna mahalle aşklarının isimleri kazınmış tabelaya bakarken bakkalın hayta çırakları bonjur, hello ya da hallo diye seslenecek arkanızdan.Tabelaları izleyerek vardığınız en tepede yani Antalya'nın o meşhur falezlerinin üzerine çıktığınızda, mutlaka sıcaktan başınız dönmüş olacak. Oturacak birşeyler bulurum diye ileriye doğru yürüdüğünüzde sağınızda kalan Akdenizin güneşin altında parıldayan mavisi( bunu ben mi yazdım, Tanrım!) eğer gözünüz almazsa Mermerli Park'ın kocaman mermer heykelleri de ilginizi çekmiyorsa, yayvan bir u şeklindeki bir platformun üzerinde patenleriyle sağa sola kayarak gösteri yapan çocuk adamları, onların her defasında nasıl bir cesaretle yaptıklarını merak ettiğiniz o muhteşem dönüşten sonra u harfinin sağ ya da solundaki localara atladıklarını merak edeceksiniz. Babası, Antalya'nın kuzeyinde son on yılda türemiş, yazları yazlıkçılara, kışları bir döşek ve çaydanlıktan başka birşeyleri olmayan öğrencilere kiralanan apartman dairelerine nadiren giden ama hiçbir zaman asıl sahiplerine ulaşmayan mektupları dağıtırken, hayta çay bahçesinin naylon örtülü masalardan birinde gözlerini, saçlarını ama itiraf etmeli en çok da bacaklarını sevdiği sıra arkadaşı Tuğçe'nin annesiyle oturduğunu biliyor olmalı ki arkadaşları her defasında etrafında bir kere dönüp localara inerken o iki kere dönmeyi deneyecek. Sizse ne Tuğçe kadar meraklı ve heyecanlı ne de kızının bu garip isteğine yani bir öğle sıcağında şehrin alt kesiminin geldiği bu kötü parkta, bu kötü bahçede oturmasını anlayışla karşılayan annesi kadar sabırlı olduğunuzdan şehre nasıl döneceğinizi düşünecek ve ağaçların arasında uzanan düz ve geniş mermer yolu takip etmeye başlayacaksınız. Yolun sonunda oturduğunuz bankın karşısında kendi aralarında sohbet eden anne kız, (karıştırmayın Tuğçe ile annesi değil bunlar yeni) hangi dilde konuşuyor acaba diye merak edeceksiniz, çünkü anne ve kızın sıcak öğle günü giydikleri kısacık şortlarıyla mermer yola saldıkları endam, birbirinin üstüne attıkları bacaklarının rahat ve güvenle sallanmaları onların yerli olamayacağını düşündürecek size. Sizi kınıyorum. Mermerli yol asfalta döndüğünde, mimarisi ile bu pimapen şehrin eski yapılarından biri olduğunu önünden geçen her yabancıya belli eden belediye binasının önündeki meydanlığa parketmiş tur otobüslerini, onların gömleklerinin yakası terden kirlenmesin diye boyunlarına soluk mavi çizgili mendillerini sarmış olan şoförlerini, yaşları dizlerinden bükülmüş, selüloitleri neredeyse lime lime sarkmış bacaklarından belli olan paralı turistleri ilkokul çocuklarına yoklama yapar gibi isimlerini çağırarak otobüse bindiren gömlek ve pilili şortuyla memurların yazlık tiplerini andıran rehberleri göreceksiniz. Yerlisi olmayan bir şehirde dericilerle, dönercilerin neden aynı çarşıda olduğunu, belki de aynı sığırın derisinden yapılan montlarla etinden yapılan dönerin aynı yerde buluştuğunu düşüneceksiniz. Üstü kapalı ve İstanbul'daki kapalı çarşı benzeri yeni eski uzun, kısa, açık, kapalı sokaklarda dolaşırken, üst üste asılmış şapkalar, montlar, donlar, bikiniler ve bir çok tekstil ürünün arasından geçerken onların taze sentetik kokusunu, sadece ve sadece turistik şehirlerde onlara hizmet eden lokantaların önünde bulunan mönü tabelalarının birinde "wedding soap" olarak çevrilen düğün çorbasının içine neler konulabileceğini düşünürken muhtemelen iskenderin üzerine dökülen tereyağı kokusunu, sakalının nasıl da gür olduğu yüzündeki o garip morluktan belli olan bir deri tüccarının belki de terini bastırsın diye üzerine boca ettiği losyonun kokusunu, buralarda neden dolaştığı adeta muamma ama arkasından yürüdüğü kısa şortlu almanla aşikar olan şu köylüden geldiği belli olan hacıyağ kokusunu alan burnunuz hala midenizin bulanmasına neden olmadıysa tabelalara baka baka bulduğunuz ucuz bir kebapçıya oturup karnınızı doyuracaksınız. Kebapçının bir köşesinin buralardaki bütün kebapçılarda olduğu gibi şark köşesi olarak döşendiğini, ama salonun o kısmının aslında garp köşesi olduğunu, sedirlerin üzerinde iğreti oturup yer sofrasındaki yemeğini yemeğe çalışan sarışın kadının arkasındaki camdan girerek yüzünüze vuran akşam güneşinden anlayacaksınız. Aklınıza nedense akşam güneşinin güzele vurduğu şeklindeki o atasözü yerine memlekette eskiden beri süren doğu batı tartışmasına, "bizim oraların dağları sarp olur, arkanı şarka verirsen önün garp olur" diye son noktayı koyan arkadaşınız gelecek. O arkadaşınız, çoğu zamanlar dudaklarının kenarında bir sigarayla dolaştığından olacak yemeğin üzerine sigaranızı dışarıda içmek isteğiyle aceleyle lokantadan çıkarken duyduğunuz zil sesi... Hayır, hayır! Birdenbire bu çarşıya dalmış bir küçükbaş hayvan sürüsünden gelmiş olmayacak. Koyunlara, köpeklere ve kaybolmasın istenen hemen hemen herşeye takılan zillerin burada ve benzeri yerlerde neden ve neden, sadece maraş dondurmacıların yerini belli etmek için yapılan bir buluş olduğunu, sözde maraş giysileri giymiş eli maşalı adama sormak geçecek içinizden. Bence sormayın. Hayır, ne maraşlı ne de çoban olmadığından cevaplayamayacak sorunuzu. Çünkü o dondurmacıya biraz para vererek otantik bir Antalya hatırası fotoğrafı çektirmek isteyen bir Almandır. Siz düşünün. Tek yapabileceğiniz bu. (Ey okur, sen düşünemezsen, ben yazamam haydi devam et- bırak o korsan kitapları karıştırmayı.)Bir düşünün mesela. Alman denilince memleket insanının aklına ilk gelen şeyin neden seks olduğu sorusunu cevaplandırmaya çalışın. Eminim zorlanmayacaksınız. Lütfen lisede dersleri asıp karanlıkta girdiğiniz o rutubet kokulu sinemalarda, sigaraya henüz başlamış olmanın dikkatiyle taşıdığınız zippo çakmakla aydınlattığınız koltukları neden dikkatle incelediğinizi anlatmayı. Bu bir gezi yazısı anılarınızı anlatmıyoruz. Farkındayım kadın okurlar, sizi es geçtiğimi biliyorum, yazıyla özdeşleşmeniz için gereken örnekleri veremiyorum. Ama bilmiyorum, liseli kızlar biraraya gelip babalarının dolaplarında bulduğu kasetleri merakla videoya takarlar mıydı? O video kasetlerinden meraklarını giderecek bir
film yerine almanyadaki halaoÄŸlunun düğünü çıktığında, yaÅŸadıkları hayalkırıklığına raÄŸmen daha önce seyrettikleri filmleri birbirlerine anlatırlar mıydı? Bilmiyorum. Lütfen, bırakın bunları düşünmeyi ÅŸehre dönün hemen, bu bir gezi yazısı olmalı, anılarınızla ilgilenemem. EÄŸer bu pimapen ÅŸehir, eski kalenin üzerindeki o saat kulesi, ya da kulenin yanından görülen yivli minare artık ilginizi çekmediÄŸinde gece vakti yapacak hiçbir ÅŸey kalmayan bu turistik eÅŸantiyonlar pazarı size tat vermiyorsa, lütfen bir an önce kaldığınız o kıyı kasabalarından birine geri dönün. Antalya'nın seksen sonrası yapılmış dört beÅŸ katlı ve birbirine oldukça yakın apartmanlarının arasından bindiÄŸiniz pejo minibüsün içindeki yolcuları gözlemleyin lütfen, ben de yazayım. Bana genç ve oldukça kibar ÅŸoförün neden büyükÅŸehirlerde bir örneÄŸinin olmadığını sorun cevaplayayım. Arka dörtlüde oturan gençlerin eÄŸlenmek yerine neredeyse gece vakti ÅŸehirden bir saat uzaklıktaki ilçeye gittiklerini merak edin. Dinleyin onları. Sadece yabancıların evet sadece Almanların, Fransızların, Rusların ve Bodrum yerine buralara nasıl düştüğü belli olmayan Britanyalıların kaldığı tatil köylerinin o gençlerin gittiÄŸi ilçede olduÄŸunu çıkarın konuÅŸulanlardan. İçlerinden birinin o tatil köylerinin birinde komi olarak çalıştığını anlayın, yanınızda oturan köylü indiÄŸinde bacaklarınızı biraz daha açıp rahatlayın lütfen, bu serbest. Ama önünüzdeki yabancıları da farkedin. Liseden kalma Almancanızla Antalya'dan sonra Alanya'ya gideceklerini, hatta orayı Antalya'dan daha çok sevdiklerini anladığınızda, hakkınız, yabancı dil baÅŸarınız için sevinebilirsiniz ama neden, Neden NEDEN! Kalesinden ve çakıl taÅŸlarıyla kaplı kötü plajlarından baÅŸka hiçbirÅŸeyi olmayan bir ÅŸehir Almanlar tarafından bu kadar çok sevilir. Sorun. Elbette Almanlara deÄŸil kendinize sorun, elbette Almanca deÄŸil kendi dilinizde sorun, elbette bu bir yazıysa cevaplayın, yani beraber cevaplayalım: Bahsi geçen ÅŸehrimize gelen Almanların, bir tatilden bekledikleri tek ÅŸeyin, bira içmek, plajlarda uzanmak, denize girmek vs vs. olduÄŸunu düşünün. Haklısınız ÅŸaşırtıcı bir cevap deÄŸil ben de hayal kırıklığına uÄŸradım. Pejo minibüsten Side giriÅŸinde indiÄŸinizde ÅŸehrin o dar ve antik kapısından giren çıkan insan kalabalığını göreceksiniz. Hayır hemen girmeyin ÅŸehre, giriÅŸte solda kalan antik tiyatronun yanından harabelerin içine yürüyün. Karanlıkta ürkütücüdürler. Korkun. Tiyatro tribünlerinin altında büyük tuvaletlerin olduÄŸunu hatırlayın. Gündüz vakti gezdiÄŸinizde, insanların hep beraber nasıl defi hacet giderdiÄŸini düşünmüştünüz, neler konuÅŸuyorlardı orada merak etmiÅŸtiniz. Hayır rica ederim, bu bir gezi yazısı olsun istiyorum ben, ÅŸimdi sormayın o soruları kendinize. Öyle konularda yazmak istesem Nejat Uygur Tiyatrosu'na yazar olurdum.Hayır daha ileri gitmeyin, yabancı sesler geliyor, her ÅŸehirde vardır, burada neden olmasın, ÅŸarapçılar... Yıldızların altında, antik kalıntılar arasında eÄŸleniyorlar. Katılmayın onların arasına, ben hiç katılmadım, hayalgücümü harekete geçirecek en ufak yaÅŸantım yok ÅŸarapçılarla. Rica ederim, beni zor durumda bırakmadan pansiyonunuza gidiniz.Evet, evet gece üçe kadar, müthiÅŸ bir kalabalık o küçük, aydınlık, gürültülü ÅŸehrin sokaklarında dolaşıyor olacak. Bence siz dolaÅŸmayın. Siz gezmekten ben yazmaktan yoruldum çünkü. Sadece bir tur atın. Üç çocuklu, genç ecnebi çiftler görün, ÅŸaşırın adamın neden göbeÄŸi yoktur, kadının neden kalçası dardır, hangi arada üç çocuk yapmışlardır, yaparken de gezmiÅŸler midir, güzel bir kadın geçti evet, size mi baktı, hayır, oturup bir bira içmeli, nerede, yalnızken insan neden bu kadar güvensiz, almanlar çirkin, evet, ÅŸiÅŸko almanlar daha da çirkin, ÅŸu geçen kız türk müydü acaba, evet, bakire midir, fazla ileri gittiniz, pardon sosyolojik bir araÅŸtırma yapıyorum da, bir sigara daha yakayım poz yapayım, çok içtiniz, ama ateÅŸ, pardon ateÅŸinizi alabilir miyim, genç adamı alıkoydunuz arkadaÅŸlarından, farkındayım, light içiyor bu da, bu aralar erkekler de light içiyor kızlara yaranmak için, ben sigaramdan vazgeçmem abi, sert ve kısa içerim, it gibi de öksürürüm, yakamozu mu seyretsem, olabilir, bence pansiyon... son gecem bu, benim de, fransız olmalı, ha ha neden, güzel ve gizemli çünkü, ben bu yazının müellifi olarak sizi temin ederim o kadının hiç bir gizemli yanı yoktur, bu taraftan görünen yanı güzel gerisini bilmem, ama yazıyı asker muhabbetine çevirdiniz rica ederim, yazma sende kardeÅŸim, hem bizi gezi yazısı ayağına sap sap dolaÅŸtır sonra da, ama hayır ben, eeeeeeee...Kimsenin yalnız olmadığı yerlere yalnız giderseniz geceler boÄŸacaktır sizi, siz boÄŸulmayın, ben de yazmayayım.HaKan KAYNAR - 2 Haziran 2000, Cuma Â
button