Güncelleme Tarihi:
Beş yıldızlı bir otelin havuzbaşında ya da basık, havasız bir düğün salonunda olmasa da bal gibi de bir düğündü bu. Gelini, damadı, davetlisi, müziği-dansı, yiyeceği-içeceği ve keyfi olan bir düğün.
Bu düğün, beş yıldızlı bir otelin havuzbaşında, beyaz gömlekli, papyonlu garsonların ince uzun ayaklı kadehlerde şampanya sundukları, milyon dolarlık düğünlerden değildi. Ortalıkta ne payetli gece giysisi giymiş fulmakyaj bir kadın vardı, ne de saçı briyantinli smokinli erkek... Ne dolarlar takılıyordu damadın yakasına, ne de gelinin kollarına burma bilezikler.
Üstelik kimse orkestraya ‘‘Gel Habule Gel Habule Buraya’’yı çaldırıp kendini piste atmıyor, geç saatlerde ünlü bir Televole starı sahne almıyordu. Zaten tören sabah saat 10.00'da başlamış; nikah 12.30'da kıyılmıştı. Davetiyelerde ‘‘Şu kadar kişiliktir’’ yazısı yoktu, sevilen herkes davetliydi, çünkü herkese yetecek kadar büyük bir yerdi burası.
Davetliler, kırmızı kadife perdelerin önündeki ferforje masa sandalyelere ya da floresanların çiğ beyaz ışığı altındaki plastik sandalyelere kurulmadı. Küçük kızlar 12 katlı pastadan kesilmiş dilimi, kendilerini minyatür bir geline döndüren giysilerinin üzerine dökmedi ya da erkek çocukları limonatayı bayatlamaya yüz tutmuş kuru pastaların üzerine boca etmedi...
Klima yoktu ama yine de İstanbul'un en oksijenli yeri, dünyanın en havadar düğün salonu sayılabilirdi burası: Çünkü Fatih Ormanı'nın Kömürcü Bendi'nden yıllardır büyüyen ve yaşlanan ağaçlardı bu kez, bir düğün alayına kucak açan...
Çıkınını alan geldi
20'li yaşlarının ortalarındaki Zühre (Sözeri) ve Devrim Aksın'dı bu ‘‘piknik düğünü’’nün yaratıcıları ve kahramanları. Yüksek Mimar Zühre ve İTÜ Mikroelektronik Kürsüsü'nde asistan olan nişanlısı Devrim, yaşadıkları toplumdaki tüketim hırsına kafayı takmışlardı nicedir. Üretimin bu kadar az olduğu bir toplumda neden bu kadar har vurup harman savrulduğunu, sade, mütevazı yaşamlar süren insanların bile neden şu yukarıda anlatılan türden düğünler yapmaya çalıştıklarını bir türlü anlayamıyorlardı. Bütün bunları konuşurken ve evlilik planları yaparken akıllarına geldi bu fikir. Hem böyle ‘‘gösteriş düğünü’’ yapmak istemiyorlardı, hem de zaten bütçeleri buna elvermezdi. Neden olmasındı! Milyon dolarlık düğünlere inat, pekala da oldu.
Davetiyelerin üzerine ‘‘Çıkınınızı almayı unutmayın’’ notu düştüler ve arasına gidiş dönüş İETT otobüs bileti iliştirdiler. Otomobili olmayan davetliler İETT'nin Beşiktaş ve Kadıköy'den kaldırdığı otobüslerle ulaştılar ‘‘düğün salonu’’na. Gerçek bir imece düğünüydü bu. Herkes yiyeceğini, içeceğini getirmiş; ağaçların altında kendine uygun bir tahta masa bulmuştu. Masaların sadece bir tanesi ‘‘rezerve’’ydi. Üstü tüllerle, etrafı balonlarla süslenmiş ‘‘nikah masası.’’ Sarıyer Belediye Başkanı Sedat Özsoy'un ‘‘Böyle nikah hiç kıymamıştım. Hem size hem bana ağaç kokuları arasında çok güzel bir anı kalacak’’ diyerek kıydığı nikahtan sonra başladı eğlence. Güllüoğlu'nun kurduğu standdan dağıtılan düğün baklavasının tadı, mangallardan yayılan ızgara kokularına karışıyordu. Herkes birbirini masasına davet ediyor, kendi yiyeceklerinden ikramda bulunuyordu.
Spor ayakkabılı, şort-tişörtlü kadınlar ve erkekler, Muammer Ketencioğlu'nun akordiyonundan süzülen müzikle tango yaptı ağaçlar altında. Yakıcı yaz güneşinin, yıllanmış ağaçların dallarından süzülüp yumuşayan ışığı, spot ışıklarına inat günün konusuna uygun düşüyor, adeta bir sinema filmine götürüyordu insanı.
Tarih Vakfı da oradaydı
Böyle bir düğünde klasik nikah şekeri ya da çelenk aramamak gerekirdi elbette. Bunların yerine Tarih Vakfı'nın kurduğu bir stand vardı. Genç çift, iki grafik öğrencisinin sınıf geçme ödevi olarak yaptığı ve Tarih Vakfı'nın Üç Kuşak Cumhuriyet sergisinin Aile Albümleri bölümünden bir fotoğrafla anlam kazandırdıkları davetiyelerine şu notu da düşmüştü çünkü: ‘‘Nikahımıza çiçek göndermek isterseniz, toplumumuzun geçmişi, bugünü ve yarını için önemli araştırmalar yapan Tarih Vakfı'na bizim gibi bağış yapabilirsiniz...’’
Damadın Galatasaray Lisesi yıllarından kalma halk oyunculuğu da düğünün en keyifli anlarından birini oluşturdu. Davul zurna eşliğinde yapılan folklor gösterisinde en çok damat ter attı.
Devrim ve Zühre için o günün mana ve ehemmiyeti çok özel olacaktı elbette. Ama aynı saatlerde yüzbinlerce işçi ve memur Ankara'da hükümete uyarı yürüyüşü yapıyordu. Eee ne de olsa ikisi de, ülkelerinde olan bitene ilgili, aydın insanlardı, üstelik Devrim memurdu! Nikahı kıyıldıktan sonra şu konuşmayı yaptı: ‘‘Bugün 24 Temmuz. Türkiye'de ve Ankara'da neler olduğunu biliyoruz. Çalışanlar çare istiyor. Bu çare bulunacaktır. Ve bu güzel günde ben de aşkımla evleniyorum. Ümidimiz çok, onun için bugün evlendik.’’
Düğün bitti, herkes çıkınını toplayıp evine doğru yollandı. Mekánı en son terkedenler, gelin ve damadın vefakár altı arkadaşıydı: Gözten kaçmış çöpleri toplamak ve yangın tehlikesi açısından son kontrolleri yapmak üzere geride bırakılmışlardı...