Güncelleme Tarihi:
BİRÇOĞUMUZUN zannettiğinin aksine Hz. Peygamber üstün bir estetik duyguya sahipti. Zira o resul olması hasebiyle halife- insanın en mükemmelidir ve güzellik duygusu olmadan Kuran’ın istediği anlamda ne insan, ne kul, ne de halife olabiliriz. Nasıl ki Allah’ı; Cemal, Ahsen, Muhsin gibi güzellikle ilgili sıfatlarından ayrı düşünemeyeceğimiz gibi, insanlardan ve peygamberlerden de bu sıfatları çıkaramayız. Çünkü estetik, yani güzellik duygusu insanın yemek, içmek, uyumak, düşünmek gibi en doğal ve fıtri yönünü teşkil eder. Yemediğimiz, içmediğimiz, teneffüs etmediğimiz takdirde ölürsek, düşünmediğimiz, sevmediğimiz, sevilmediğimiz, güzellik duygusunu kaybettiğimiz zaman da ölürüz. Birincisi bedenin, ikincisi ruhun ölümüdür. Bunun farkında olan Peygamberimizin yüksek estetik duygusundan birkaç örnek verelim:
DÜNYAYI SEVDİREN 3 ŞEY
Bu çerçevede o, genç hanımı Hz. Ayşe’ye “Ya Hümeyra” (pembe yanaklı) diye iltifatta bulunmuş, “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadınlar ve gözümün nuru namaz” demiştir. Yine, onun ilk hanımı Hz. Hatice ile evliliğinin asıl sebebi de, böyle bir güzellik ve muhabbettir. Bilindiği gibi, soylu bir aileden gelen Hz. Hatice, Peygamberimizle evlenmeden önce iki evlilik yapmış, iki çocuk dünyaya getirmiş zengin ve güzel dul bir kadın olup, o sırada bazılarına göre 28, bazılarına göre 40 yaşında bulunuyordu. Böyle bir durumda bu evlilik için en makul ihtimal, derin bir kalbi sevgiden başka bir şey olamaz. Zaten Kuran-ı Kerim de (Ahzab, 52), bu durumu işaret etmektedir. Hz. Muhammed’in giyimi kuşamı, konuşması, bireysel davranışları onun yüksek bir estetik anlayışa sahip olduğunu göstermektedir. O, bununla da kalmamış, insanların birbirini rahatsız edecek şekilde davranmamalarını, konuşurken ve yürürken dahi dikkat etmemiz gereken bazı hususların olduğunu söylemiş ve bunları tek tek bildirmiştir. Onun güzel giyindiği ve herkese de güzel giyinmeyi tavsiye buyurduğu ve temizliğe ne kadar önem verdiği, bu sebeple de “temizlik imandandır” dediği herkesin malumudur. Peygamberimizin cami adabı ile ilgili sözlerini de bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. Temizlik ise, yalnızca sağlıkla ilgili bir husus olmayıp, aynı zamanda estetik bir olaydır. Bu olayda ve bütün çirkinlikler karşısında asıl rahatsız olan göz, kulak, burun gibi duyu organları değil, insan ruhudur. Peygamber’in vermek istediği mesaj budur.
SANATSAL FAALİYETLERİ
Hz. Muhammed’in devrinin bazı sanatsal denilebilecek faaliyetlerine bizzat katılırdı. Bayram ve düğün gibi hem ferdi, hem de toplumsal hayatta çok önem taşıyan günlerin hep birlikte güzellikler içerisinde kutlanmasına bilhassa dikkat ediyordu. Siyer ve hadis kitapları bu tür davranış örnekleriyle doludur. Mesela, bir bayram günü, Medine’deki mescidin avlusunda Habeşistan’dan gelen bir grup insanın oynadığı bir oyunu, Hz. Ayşe ile birlikte seyrettiğini, hatta ona bu davetin Hz. Muhammed’den geldiğini belli başlı bütün hadis kitaplarında okumaktayız. Bunlardan birincisi, mescitte oynanan bu oyunu Allah resulü hanımıyla birlikte seyrettiği için, seyredenlerden en az bir tanesi erkek, bir tanesi kadın olmaktadır. Dolayısıyla, oyunu oynayanların faraza tamamı ister erkek, ister kadın olsun seyredenler farklı iki cinsten olduğu için, oyun, farklı bir cins tarafından da seyredilmiş demektir. Ve bu seyredenler doğrudan doğruya İslâm peygamberi ve hanımıdır. Hatta bazı hadislere göre Hz. Peygamber bu oyundan çok etkilenerek “Haydi bakalım Erfideoğulları” sözleriyle onları şevklendirmiştir bile. Yine o, düğünlerin muhakkak tef, yani musiki eşliğinde olmasını istiyordu. Bu konuda da pek çok hadis bulunmaktadır. Yine o, bayramlarda ve düğünlerde çalgı çalınmasını istemiştir.
ŞAİRLERİ TOPLARDI
Bu sanatsal faaliyetlerden bir tanesi de şiirdir. Hz. Muhammed bir şair değildi, ama şiiri çok seviyor ve güzel şiirden anlıyordu. Zira Araplar arasında şiir, hem en büyük ve belki de yegâne sanat faaliyeti, hem de en etkili propaganda vasıtası idi. Bu sebeple bilhassa Medine döneminde o etrafına bazı şairleri toplamıştı. Bunların içinde hiç şüphesiz en meşhuru Hassan bin Sabit idi. Bu şairin sözleri Peygamberin öyle hoşuna gidiyordu ki, onu ölünceye kadar yanından ayırmamıştı. Mekke’nin fethi sırasında ölüm fermanı çıkarılan, fakat yine kendisi gibi şair olan kardeşinin teşviki ve yardımı ile Müslüman olup af dilemek için Hz. Peygamber’in huzuruna gelen meşhur şair Kâ’b bin Züheyr, okuduğu kaside ile hem ölümden kurtulmuş, hem de İslam Peygamberinin iltifatına mazhar olmuştur. Bütün kasidelerin başında okunan ve insan güzelliğini dile getiren gazel bölümünde Kâ’b, (Gökhan Evliyaoğlu çevirisiyle) şöyle diyordu:
Yurdundan koparılmış gözleri sürmeli yaralı bir ceylan gibi Suad’ı alıp götürdüler, gönlüm öyle kırık ki! / Gönlüm azat nedir bilmeyen bir köle örneği ezgin/Tan vakti Suad göçtü buralardan.
O ne mağrur bakışlardı Rabbim, ve ne müstağni / Suad ki boyu altın ölçüde; önden bakılınca zarif, nahif, incecik belli/Tombul görünüşlü arkadansa, arka çizgileri bile belli.
* Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
HZ. Muhammed’in çevreciliği: Ağaç kesimini yasakladı
Hz. Muhammed iyi bir çevreci idi. O, bir fidanı eğilip öperek, “Ah keşke ben de senin gibi aşılı bir fidan olaydım” diyecek kadar ince kalpli olmasının bir sonucu olarak Medine’deki ilk işi, etraftaki bataklığı kurutup ağaçlandırmak ve böylece Medine’yi güzelleştirmek olmuştur. Medine civarında 32 km yarıçapındaki bir alanda ağaç kesimini de yasaklamıştır. Aynı şekilde Taif’te de geniş bir alanı ağacı ve canlısıyla birlikte koruma altına almış, etraf kabilelerin de böyle sit alanları tesis etmesini mecbur kılmıştır. Ağaç dikimine, onların korunmasına, kuş yuvalarının bozulmamasına ve belli zamanlar hariç avlanma yapılmamasına verdiği önem, günümüz tabiriyle söylemek gerekirse çevreciliği, onun rakik kalbine ve gelişmiş bir güzellik duygusuna işaretttir.
KURAN’DAN ÖĞÜTLER
HERKES KENDİ İÇİN ARINMIŞ OLUR: “Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri hâlde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır.” (Fâtır, 35/18)
KAYNAK: KURAN’DAN ÖĞÜTLER- Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
SURELERE iSiM VEREN AYETLER
ZARİYAT SURESİ: Mushafta sıralamada 51, iniş sırasına göre 67’nci sure, ismini ilk ayette geçen ve “Savuran, tozu dumana katan” anlamına gelen “Zariyat” sözcüğünden alıyor. Tefsircilerin hakim görüşü “Zariyat” sözcüğüyle kastedilen rüzgardır. Kimi tefsirciler ise sözcüğü “Yaratılmışların hareketini sağlayan her türlü itici güç” anlamında da değerlendirmiştir. Sure’nin 1-6. ayetleri şöyledir: “Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.”
RAMAZAN SOFRASI ŞARAŞURA
MALZEMELERİ: Yarım kg taze fasulye, 1 patlıcan, 1 kabak, 2 patates, 3 çarliston biber 1 soğan, 2 domates Yarım çay bardağı sıvıyağ 1.5 su bardağı sıcak su 1 çorba kaşığı domates salçası, tuz.
Hazırlanışı: Soğanı soyup iri iri doğrayın. Biberleri kalın halkalar halinde doğrayın. Domatesleri soyup küp küp doğrayın. Sıvıyağı tencerede ısıtıp soğanı pembeleştirin. Biber ve domatesi soğana ekleyip karıştırın. Salçayı çok az suda eritip tencereye ekleyin. Fasulyeleri temizleyip ikiye bölün. Patates, kabak ve patlıcanları soyup küp küp doğrayın. 1.5 su bardağı sıcak su, tuz ve sebzeleri tencereye ekleyip 30 dakika pişirin. Ilık veya soğuk olarak servis yapın.
KAYNAK: www.lezzet.com.tr
İnsan onurunu adalet yüceltir
Prof. Dr. Hasan Onat
TANRI insanın adil olmasını ister. Yaratılışın temelinde adalet ve rahmet vardır. Öyle ise, Tanrısal aklın nasıl işlediğini anlamak için anahtar kavramlardan birisi adalettir. Her şeyden önce Yüce Yaratıcı adildir; herkese hak ettiğinin karşılığını verir; hiçkimseye asla zulmetmez. Zerre kadar hayır işleyen de, zerre kadar kötülük yapan da onun karşılığını mutlaka görecektir. Bu bağlamda Tanrısal aklın işleyişinde ve yaratmada esas olan ilkelerin başında rahmet ve adaletin olduğunu söylemek mümkündür. Varlık, adalet temelinde var kalabilmektedir.
KUDRET VE HİKMET SAHİBİ
Bu bakımdan, Allah adil bilginleri kendi varlığının tanıkları olarak gösterir: “Allah, melekler ve hak ve adaleti gözeten ilim sahipleri, O’ndan başka tanrı olmadığına şahitlik ederler. O’ndan başka tanrı yoktur; O kudret ve hikmet sahibidir” (Al-i İmran, 18). Allah’a eş koşmaktan kaçınmak, Tevhid bilincini diri tutmak da adaletin gereğidir. Adalet, bireysel ve toplumsal planda insanca yaşamanın da ana ilkesidir. Adaleti yaşam biçimine dönüştüremeyen, içselleştiremeyen birey ve toplumların mutlu olmaları pek mümkün değildir. Toplumsal açıdan adalete en çok ihtiyaç duyulan yer yargıdır. Yargı iyi işlemezse, ya da belirleyici olan hukuk yerine güç olursa, hem hukukun saygınlığı, hem hukukun üstünlüğü bilinci kaybolur. Haksızlığa uğradığını düşünenler, haklarını elde edebilmek için hukuk dışı yollara tevessül edebilirler. Hak ettiği şekilde cezalandırılmadığı düşünülen kimseler için “linç” gibi insanlık dışı uygulamalar devreye girebilir.
DAİMA ADALETLİ OLUN
Adaletsizlik, yargıya güveni sarsar. Sonuçta kaos ve anarşi ortaya çıkar. Daha da kötüsü, adaletin evrensel ve insanın kendini gerçekleştirmesini, insan olmasını sağlayan boyutu göz ardı edilir. İnsanı yücelten, insan onurunu besleyen en önemli kaynaklardan birisi adalettir. Adaletsizliğin bilinçli olarak uygulanması, ilk bakışta zulme, haksızlığa uğrayanın onuru ile oynama olarak yorumlanabilir. Allah, insanoğlunu şöyle uyarmaktadır: “Sakın bir topluluğa olan öfkeniz sizin haksızlık yapmanıza yol açmasın. Evet, daima adaletli olun.” (Maide, 8) Adaletsizlik, fıtrata aykırı davranmaktır, onursuzluktur. Onursuzluk, bile bile zulümden yana, zalimden yana, haksız ama güçlü olandan yana tavır alarak; haklının hakkını, suçlunun hak ettiği cezasını vermemektir. Her ne sebeple olursa olsun, adaletsizlik yapan, öncelikle kendi onurunu ayaklar altına almıştır. Başkalarının onuru ile oynayanın, mutlaka onuru ile oynanır. İnsanoğlu, onuru ile oynanmasını asla affetmez.
BİLİM VE TEKNOLOJİ
Yaratılışın temelinde adalet ve rahmet olduğundan söz ettik. Bu durum, bilim alanında yansızlıktan daha ileri olan “adaletli” olmayı bir anlamda zorunlu kılmaktadır. Varlığın temelinde adalet var ise, yaratılışın yasalarını anlayabilmek için adil olmak gerekir. Aslında bilimde öne çıkan görecelilik, adalet sayesinde daha derin bir anlam kazanabilir. Bilim alanında bilginin güvenilirliği, bilimadamının adalet duygusu ile doğru orantılıdır. Bu durum, bilimin beraberinde gelen güç artışı göz önüne alındığında daha iyi anlaşılabilir. Bilim ve teknoloji ile birlikte ortaya çıkan muazzam güç, bilimadamları ve yöneticiler adalet duyarlılığından yoksun oldukları taktirde, insanlığın geleceğini karartabilir.
KALBİ MÜHÜRLENEN İNSAN
İnsanlığın karşı karşıya kaldığı çevre kirliliğinin de, kul hakkı olan trafikte kural ihlalinin de adalet bilincinin yeterince etkin olmaması ile ilgisi olmalıdır. Adalet, insanın kendisini tanımasının ve doğru anlamasının da anahtarıdır. Bir ahlakı değer olarak adalet içselleştirildiği zaman, insan, öncelikle kendisine karşı dürüst olmayı öğrenir; kendisini kandırma hastalığından ve kendisine zulmetmekten kurtulur. Her insan, yaratılışı gereği, iyiye, güzele ve doğruya açıktır. Adalet, öncelikle doğru düşünmekle başlar. Adil insan, olay ve olguları olduğu gibi anlamaya ve değerlendirmeye çalışır. Adalet bilinci, insanın takdir etme yetisinin gelişmesine de katkıda bulunmaktadır. Bile bile adaletsizlik yapmak, Kuran’ın kalp mühürlenmesi dediği hastalığa sebep olur. Kalbi mühürlenen insan duyarsızlaşır, kendini kandırmaktan keyif alır, gerçekleri görmez. İnsan onuru adaletle ayakta kalır ve yücelir.