Peygamber'e itaat edin!

Güncelleme Tarihi:

Peygambere itaat edin
Oluşturulma Tarihi: Aralık 28, 1999 00:00

Haberin Devamı

‘‘...Eğer müminler iseniz Allah'a ve onun Resulü'ne itaat edin.’’ (Enfál 1, 20, 46; Áli İmran 32, 132; Nisa 59, 80; Muhammed 33; Nûr 54, 56; Mücadile 13; Teğabün 12; Maide 92).

Cenabı Hakk'ın yeryüzünde iradesini insan olarak temsil eden tek varlık peygamberdir. Peygamber, hem mesaj getirici, hem uygulayıcı, hem de yönetici sıfatıyla Allah adına iş görecek ve yön verecek tek varlıktır.

Kuran, Allah'a itaatle peygambere itaati sık sık birlikte kullanarak bu gerçeğe dikkat çekmiştir.

Ancak bu gerçek kadar altı çizilecek bir gerçek daha vardır: Peygamberin itaat edilecek varlık niteliği, onun dünya hayatındaki varlığı ile kaimdir. Peygamber bu álemi terk ettikten sonra ‘‘peygambere itaat’’ emri onun Allah'tan aldığı vahiylerden oluşan kitap ile onun olduğunda en küçük bir tartışma bulunmayan hadisler için söz konusudur. Bu gerçeği saptırarak tarihin karanlık dehlizlerinde üretilip peygambere isnat edilen sözleri Allah'ın vahyi ile eşit hale getirmek için ‘‘peygambere itaat edin’’ emrini kullanmak, Allah'ın iradesine ve peygamberlik kurumunun ruhuna aykırıdır.

Peygamberi, ‘‘itaat edilecek varlık’’ kılan, onun Allah'ın konuşan iradesi sıfatıyla devrede olmasıdır. İtaat edilirlik vasfını, ona isnat edilen her söze tanımak, içinden çıkılmaz ihtilaflara, bunalımlara, sonuç olarak da Allah'ın vahyettiklerinden oluşan kitabın ya tamamen yahut da kısmen dışlanmasına yol açar. Nitekim, tarihin her devrinde böyle olmuştur ve İslam dünyası bünyesinde de durum budur.

Kuran, Resul'e itaatin bu anlamda algılanması gerektiğini o mucize üslubuyla vermiştir. İman edenlere, Allah'a ve Resul'e itaati emreden temel ayetlerden ikisi şöyle demektedir: ‘‘Ey iman edenler! Allah'a ve Rusulü'ne itaat edin. İşitip durduğunuz halde ondan yüzünüzü çevirmeyin. Hiç işitmedikleri halde ‘‘işittik’’ diyenler gibi de olmayın.’’ (Enfál 20-21). Bu ayetler, mucize bir ifadeyle, Resul'e itaati, ‘‘işitme’’ kaydıyla birleştirmiştir. İşiten, mutlak surette Resul'e itaat edecektir. Çünkü onun ağzından çıkan Allah'ın iradesini temsil eder. İşitmeyenlerse, itaati, rivayetin tartışmasızlığı ve Resul'ü de bağlayan Kuran'ın onayı halinde yükleneceklerdir.

Bu tespitin bizi götüreceği nokta, Hz. Peygamber'e isnat edilen sözlerin tümünün reddi değil, tartışmasızca ona isnat edilmeyenlerin en azından ihtiyatla karşılanmasıdır.

Bütün bu anlattıklarımızın elle tutulur sonucu şu olacaktır: Hadis adı altında ortaya getirilen sözlerin, senet bakımından mütevátır olup muhteva bakımından Kuran'dan onay alanlarını kabul etmek, diğerlerine sadece tarihsel-folklorik-edebi malzeme olarak değer vermek... Bu ikinci kısım sözleri, tamamen ve kesinlikle reddetmek de doğru değildir. Çünkü bunların Kuran'a ters düşmeyenlerini Hz. Peygamber'in söylemiş olması bir ihtimaldir. Bu tür sözleri yararlanma alanı içinde tutarız, fakat onlara din kurdurmak veya dini yönlendirmek şansı veremeyiz.

Soru: Kuran, felsefeye yer ve değer veriyor diyebilir miyiz?

Bu, felsefeden ne anladığınıza bağlı. Felsefeyi, vahyin yerine koymak peşinde iseniz, sorunun cevabı ‘‘hayır’’dır.

Eğer felsefeden, insan aklının düşünce üretmek ve geliştirmek uğruna sergilediği gayreti anlıyorsanız, sorunun cevabı ‘‘evet’’ olacaktır. Bu ikinci anlamda felsefe, insan olmanın kaçınılmaz şartıdır. Kuran bu anlamda felsefeye, hikmet demekte ve hikmetin verildiği kişileri, ‘‘büyük hayırların sahibi’’ olarak anmaktadır. Bu noktaya değinen ayet, ilginç bir şekilde, hikmet sahibi olmakla gönül sahibi olmayı yani sonsuzu yakalayan idrake sahip bulunmayı irtibatlandırmıştır: ‘‘Allah, hikmeti dilediğine verir. Ve kendisine hikmet verilen, birçok hayra sahip olmuş demektir. Gönül idrakine sahip olanlardan başkası bu meseleleri anlayıp kavrayamaz.’’ (Bk. Bakara 269).

Hikmeti, hadislerle eşitlemek doğru değildir. Hadisler hikmetin en ileri burcu olabilir, fakat hadis dışında hikmet yoktur demek Kuran'a ve Hz. Peygamber'e ters düşmek olur. Kuran bize diğer peygamberlere de hikmet verildiğini bildiriyor. Öte yandan Hz. Peygamber, ‘‘Hikmet, müminin kaybolmuş malıdır, onu nerede bulursa hemen alır’’ buyuruyor. Bu hadis açıkça gösteriyor ki, hikmet süreklidir, hiçbir mekánla da kayıtlı değildir. Yine bu hadisten anlıyoruz ki hikmet, Kuran ve hadisten hareket etmeyen düşünce ve kişilerde de vardır ve müminler onlardaki hikmetleri de alıp değerlendirmek zorundadır.

Kısacası, Kuran ve Hz. Peygamber, hikmet konusunda bir tekelcilik değil, evrensellik ve genellik sergiler.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!