Doç. Dr. Nihat HATİPOĞLU
Oluşturulma Tarihi: Eylül 29, 2007 00:00
Yüce Allah çok sevdiği, bütün insanlığa hidayet rehberi olarak gönderdiği elçisini, bir ámá (görme özürlü) yüzünden uyarır mı?
Birisi son sevgili, Kur’án-ı Kerim’e muhatap olan insan. Álemlere rahmet olarak gönderilen sevgi ve şefkat elçisi.
Ötekisi ise belki çoğumuzun ismini dahi bilmediği bir insan, kör bir sahabe.
Ancak, işte bu sahabe için sûre iniyor. Hem de Peygamberi ikaz eden bir sûre. Sûrenin özellikle de baş kısmı, Hz. Peygamber’in temiz simasına sinmiş olan Yüce Allah’ın uyaracağı bir görüntüyü tanımlayarak başlıyor.
"Kendisine o ámá geldi diye, Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü. (Ey Muhammed) Ne bilirsin? Belki de o arınacak. Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek. Kendini muhtaç hissetmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun. (İstemiyorsa) Onun arınmasından sana ne? Allah’a karşı derin bir saygıyla, korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona aldırmıyorsun. Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur’án) bir öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır!" (Abese 1-12)
Sûre aslında insanı iliklerine kadar sarsacak bir üslûpla olayı sunuyor. Yüce Allah, çok sevdiği Peygamberini uyarıyor. Kimin için? Bir ámá için! Neden, ne oldu ki bu sert üslupla áyetler indi?
Olay şudur:
Hz. Peygamber (sav) bir gün Mekke müşrikleriyle konuşuyordu. Onlardan biriyle meşguldü. Efendimizin hedefi, o müşriği İslam saflarına dahil etmekti. Bu sebeple, Hz. Peygamber muhatabına yoğunlaşmış durumdaydı.
Sosyal konumu güçlü olan o müşriğe İslámı anlatabilse, belki zayıf Müslümanları rahatlatacak bir güvenlik şemsiyesi oluşumunda yardımcı olacaktı.
İşte tam bu esnada Peygamberimize soru sormak için gelen ámá bir sahabi Abdullah b. Ümmi Mektûm’u bırakıp muhatabıyla konuşmaya devam etti. Belki sabırlı olmalı, biraz beklemeliydi. Ancak o, Peygamberimizin konuşmasını keserek "Beni bilgilendir" diye seslenmişti. Hz. Peygamber ise, belki tam netice almak üzereyken gelen bu davetsiz dostun ortamı bozan girişiminden rahatsız olmuş ve yüzünü ekşitip sırtını dönmüştü.
Hz. Aişe’nin deyimiyle Peygamberimiz konuşmasına devam etmiş ve muhataplarına "Söylediklerimde itiraz edeceğiniz bir nokta var mı?" diye sormuş ve onlar da "Hayır" cevabını vermişlerdir.
Hz. Peygamber’in bu tavrı üzerine Abese Sûresi iniyor. Ağır cümlelerle. Ayet şunu diyor:
"Senin ilgisiz kaldığın şu insan, sana sığınmış gelen ve bilgilenmek isteyen bu ámá’yı ihmal ediyorsun, ancak senin yanında belki de ukalaca oturmuş, saygısız ve anlamamaya çalışan adama ise ilgini sürdürüyorsun. Biri iman etmiş bir gönüllü! Ötekisi ise ilgisiz kalan veya seni zorlayan bir anlamaz. Sen kendini neden ötekiyle yoruyorsun? Sana hazır gelen dostu ihmal ediyorsun da uzaktakini kazanmaya çabalıyorsun?"
Burada dikkat çeken önemli bir husus, Hz. Peygamberi uyaran bu ayetlerde muhatap zamiri (ikinci şahıs) yerine gaip zamiri (üçüncü şahıs) kullanılarak hayli nazik bir ifade seçilmiş olmasıdır. Peygamber uyarılıyor ancak yaralanmıyor. Çünkü áyetin devamında "Sen nereden bilirsin, belki de..." denilerek Peygamber rahatlatılıyor.
Olay ilktir ve Peygamber sorumlu değildir. Eğer ondan sonra olay tekrar etseydi, sorumluluk oluşurdu. Onu böyle bir eksiklikten tenzih ederiz!
Bu olaydan sonra Hz. Peygamber, Abdullah b. Ümmi Mektum’u her gördüğünde cübbesini yere serip ona yer açar ve "Merhaba, hoş geldin. Ey kendisi sebebiyle Rabbimin beni uyarıp azarladığı zát! Herhangi bir ihtiyacın var mı?" diyerek halini hatırını sorardı.
Daha sonraları bu zátı 2 sefer Medine’de ardında vekil olarak bırakmıştır.
İbni Ümmi Mektum Hz. Peygambere müezzinlik de yapardı.
Bu hadise, vahyin Peygamberimiz’in eseri olmadığının, Kur’án’dan tek bir harfin gizlenmediğinin en açık belgelerinden birisidir.
Özürlülerin hakkının korunması, sözlerinin en üst düzeyde dinlenmesinin gerekliliğini anlatabilmek için bu hadiseden daha çarpıcı ne olabilir ki?
Evet, ey Allah’ın Elçisi!
Sen şüphesiz Allah’ın Peygamberisin ve O seni kademe kademe terbiye etmiştir!
50 bin aileye
yardım planı
Türk Kızılayı, ülke genelindeki 654 şubesi ile ramazan ayında gıda yardımları yapmaya devam ediyor. Şırnak ve ilçelerinde de 1200 aileye yapılan gıda yardımları, ihtiyaç sahibi ailelerin yüzünü güldürdü. Türk Kızılayı yürüteceği kampanyalarla, ramazan ayı boyunca 50 bin aileye ulaşmayı planlıyor. (Fotoğraf: Cafer BALIK/A.A)
"Ölen kişilerin ardından 40’ıncı, 50’nci ve 52’nci gün ve gecelerde mevlit okutulması, özel törenler düzenlenmesi gibi bir durum dinimizde var mıdır?"
Ölen kişinin ruhuna hediye edilmek üzere yapılacak her türlü hayır ve bağış, mevlit veya benzeri organizasyonların yapılmasının gerekliliğine dair düşüncenin dini bir dayanağı yoktur. Bu türden davranışlar herhangi bir gün ve zamanda yapılabilir.