Güncelleme Tarihi:
Tevrat’ta, Kral Davut’un, emrindeki bir komutanı bile bile ölüme gönderip onun karısıyla nasıl “zina” yaptığı anlatılır. Ömrünün son yıllarında bu yüzden lanetlenen Davut’un başına türlü uğursuzlıklar gelir. (Bkz. Davut’la Bat-şeva)
İncil’de, Hz. İsa’nın soyunun, Bat-şeva adlı o kadına dayandığı belirtilir.
Müslümanlara göre ise bu “zina” iddiası bir iftiradır.
Nitekim Kuran-ı Kerim, İsrailoğulları’na indirilmiş Zebur’u bildiren peygamber olarak Hz. Dâvud’u, demiri ilk işleyen, hayvanları ve cinleri emrine amâde kılan, Câlut’u öldürmeyi başaran çok güzel sesli bir hatip diye över. (Bkz. Sâd Suresi)
ABD’nin son dönemde yetiştirdiği en başarılı asker olarak tanımlanan “Kral David” lakaplı CIA Başkanı David Petraeus “evlilik dışı ilişkiye” girdiğini kabul edipistifasını verdikten sonra işte bu dini referanslar hatırlandı.
Tıpkı dinler tarihindeki Davut ile ilgili “zina” iddiasının bir efsane mi, gerçek mi olduğu konusunda farklı görüşler olması gibi, ABD'nin siyasi ve askeri tarihine geçen “David” çevresinde de iddialar, efsaneler dolaşıyor.
* * *
İlk efsane, Eisenhower’dan beri ABD’nin yetiştirdiği en büyük askerin Petraeus olduğu...
Onun Irak ve Afganistan savaşlarına nasıl da harikulade komuta ettiğini yıllardır anlatıp duran ABD ana akım medyası, akademisyen yönüne de bilhassa dikkat çekiyordu.
İlginçtir, bu efsanenin iki yönü de Petraeus’un istifasının ardından çöktü.
Hayır, özel hayatındaki tek bir hata yüzünden kariyerinde tüm yaptıklarının silinmesi söz konusu değil.
Ama bu ilişkinin diğer tarafındaki şahıs asıl mesele:
Yasak aşkın deşifre olmasıyla birlikte asker kökenli yazar Paula Broadwell’ın, Petraeus’un kendi yıldızını parlatmak üzere kurduğu propaganda makinesinin merkezinde yer aldığı ortaya çıktı.
Zamanında Irak’a, Afganistan’a, Guantanamo’ya giden ve Petraeus’u bir dönem epey öven Amerikalı gazeteci Spencer Ackerman, kendisinin de bu açıdan ünlü generalin bir kurbanı olduğunu itiraf etti.
Ackerman'a göre Petraeus, çevresinde oluşturduğu halkla ilişkiler düzeneği ile medya mensuplarının adeta beynini yıkamış, kendisini müstakbel ABD Başkanı olarak algılatmayı bile başarmıştı. (Bkz. "David Petraeus Kültüne Nasıl Çekildim?")
Bugün soğukkanlılıkla bir değerlendirme yapılırsa, Petraeus’un Irak’ta tek yaptığının, Bush Yönetimi’nin hunharca politikasını bir miktar rasyonelleştirmek olduğu görülür.
Afganistan’da tek yaptığı ise savaşı kademeli olarak bitirmek isteyen Obama Yönetimi’ni kösteklemekten ibarettir (Belki de bu yüzden Başkan Obama onu CIA’in başına atayıp ordudan uzaklaştırdı).
Dahası, bu ülkenin güneyindeki Tarok Kolaçe adlı köyü (ve başka yerleşimleri) havadan 25 ton bomba yağdırıp dümdüz ettirmek gibi savaş suçu sayılabilecek icraatlarını, aynı propaganda makinesine “insancıl stratejisinin” bir parçası gibi sundurabilecek kadar iyi bir iletişimciydi Petraeus…
Çok övülen akademik makalelerini üç gündür okuyorum (Google Scholar’a Petraeus yazıp siz de bazılarına erişebilirsiniz).
Askeri tarihe meraklı biri olarak Vietnam Savaşı ile ilgili analizi hoşuma gitse de, Petraeus’un çalışmalarına on yıl sonra hiçbir akademisyenin atıfta bulunacağını sanmıyorum.
Çünkü Petraeus, ana akım Amerikan medyasına kalırsa “kontra-direniş” (ayaklanmaları bastırma hareketi, kontrgerilla) denince ilk akla gelen otorite, ama bence ne teorik alanda bir Liddle Hart, ne de pratik alanda bir David Galula…
Ressam Paolo Veronese'nin 1575 tarihli "Banyodaki Bat-şeva" adlı tablosunda Kral Davut da resmedilmiş. Aynı sahne, Rönesans döneminde çok sayıda esere konu oldu. |
ABD’deki askeri endüstriyel kompleksin kahramanlaştırdığı, sonra “zina” yüzünden uğursuzluğa mahkum ettiği çağımızın Kral David’inin düşüşünü anlamak önemli.
Çünkü merkezinde metresinin yer aldığı PR makinesinin darbe yemesiyle, Petraeus'un yanılmaz kişiliğiyle ilgili medya anlatısı da çöktü.
"Petraeus Doktrini" idealleştirilmiyor, sorgulanıyor artık... Irak'ta akan durdurma vaadiyle reklamı yapılan "Surge" (ek asker gönderme) stratejisinin aslında içsavaşın şiddetini daha da artırdığı, Petraeus'un az kalsın Obama'yı da Afganistan'da aynı batağa sürükleyeceği açıkça söyleniyor.
Türkiye kamuoyu ise istifa haberi gelir gelmez yine komplo teorilerine sarıldı.
Saygın akademisyenler bile, “Libya soruşturmasından kaçmak için böyle bir istifa tezgahlamış olabilirler” diye yazabildi.
Bir başkası, hiçbir somut bağlantı öne sürmeden bunu Rusya savunma organlarındaki değişimlerle ilişkilendirdi.
Bir gazeteciye göre Petraeus’a tuzak kurulmuştu. Ufacık bir delil? Yok.
Komplo teorisyenliği dünyanın en kolay mesleğidir.
Hiçbir şey kanıtlamak zorunda olmadan, somut gerekçeler öne sürmeden, mantıklı bir akıl yürütmeye girişmeden, tamamen safsatalarla ilgi çekebilir ve bir konunun uzmanı gibi gösterebilirsiniz kendinizi.
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayı” seven insanımız bu yüzden hem komplo teorisi kurmayı, hem de kurulanları ciddi ciddi tartışmayı pek sever.
Halbuki son olay üç gün içinde netleşti:
Petraeus’un bir CIA Başkanı açısından kabul edilmez ilişkiler içinde olduğu ortaya çıktı ve ABD'de hemen hemen tüm yorumcular istifasını normal buldu.
FBI’ın tamamen yasal bir soruşturma yürüttüğü, güçler ayrımının mükemmel biçimde çalıştığı anlaşıldı.
Ayrıca bu istifanın, Petraeus’u, ABD Kongresi’ne Libya konusunda ifade vermekten kurtaramayacağı da vurgulandı.
Fakat Petraeus’u, o vakayla ilgisi olmamasına ve bizzat defalarca yalanlamasına rağmen ısrarla “Çuvalcı General ” diye anan gazetelerimiz ve mesnetsizlik “uzmanlarımız” hâlâ rağbet görebiliyor.
Bu nedenle ne yazık ki Türkiye, gerçeğe binlerce kilometre uzakta kalmayı sürdürüyor.
Neyse ki gerçek, bilmeseniz de oradadır.
Kral David mitolojisinin çökmesi, Türkiye ve dünya açısından ağlanacak veya korkulacak bir durum değildir; hatta belki de tam tersi...