Belki ilk bakışta çok normal bir olaydı. Ama perde arkasına girince değişti. Herkesin kendisine ders çıkartabileceği çok özel bir olaya dönüştü.
Aslında bu olayı yazıp yazmamayı çok düşündüm. Ama sonra kendi kendime şöyle dedim:
- Yaz bu olayı. Yaz, çünkü en hassas, en kritik olayların bile krize dönüşmeden nasıl aşılabildiğini gösteriyor. Devletin zirvesinde bile bazen hoşgörünün, nasıl
"manevi bir sihir" gibi krizleri çözebileceğini anlatıyor. Bu yüzden yaz.
GÜL DUYGULANIYOR
Şimdi gelelim olaya.
Gülhane Askeri Hastanesi’nin 7’nci katı komutanlara ayrılmış...
Gül de Başbakan Yardımcısı olarak o bölüme yatıyor. Kulağında ciddi bir ağrı var. Ve daha yattıktan hemen sonra Genelkurmay Başkanı
Org. Özkök ziyaretine geliyor. Komutan asansörden sonra hemen karşıdaki özel bölüme geçiyor. Sıcak bir karşılama, geçmiş olsun dilekleri ve kısa bir sohbetten sonra komutan ayrılıyor.
Gül’e müthiş bir ilgi var. Yani o gün Şemdinli iddianamesiyle kamuoyuna yansıyan gerilimden eser yok. Kriz, devletin zirvesini kasıp kavuruyor. Asker hükümeti de içine alan sert açıklamalar yapıyor.
Ama bu gerilim Başbakan Yardımcısı
Gül’ün yattığı kata giremiyor. Kelimenin tam anlamıyla asker
Gül için seferber oluyor. Hastalığın bütün detayları çok özel cihazlarla inceleniyor. Kulak zarındaki incelmenin ölçümü yapılıyor. Yırtılmanın boyutu tespit ediliyor. Ve elbette
Gül, bu durum karşısında oldukça duygulanıyor.
SANCI BAŞLIYOR
Aynı dakikalarda 7’nci kata bir
haber ulaşıyor.
Gül’ün eşi
Hayrünisa Hanım doğal olarak kocasını ziyaret etmek istiyor.
Ve işte bu noktada sancı başlıyor.
Çünkü Gülhane Askeri Hastanesi’ndeki bu bölüme türbanlı birisinin girmesi sorun yaratacak. Çünkü yasak...
Herkes biliyor ki,
Gül’ün eşi türbanlı.
Ne olacak şimdi?
Hayrünisa Hanım nasıl girecek içeri?
Ortada bir gerçek var.
Abdullah Gül hastanede ve elbette eşi de yanında olmak istiyor.
Diğer gerçek ise orası bir kamu alanı ve türbanlı kimse alınmıyor.
ORG. KÜPELİ ORADA
Bu sırada orada yatan başka komutanlar olduğu hatırlatılıyor. Örneğin 742 No’lu odada emekli
Org. Fikret Küpeli fıtık ameliyatı olmuş yatıyor. Hemen yanında emekli
Org. Edip Başer’in eşi mide şikayetiyle gelmiş.
Peki böylesine hassas, böylesine insani boyutu olan bir durumda türban gerilimi yaratmak doğru mu?
Gül’e gösterilen bunca ilgi, ihtimam böyle bir nedenle kırgınlığa dönüşebilir mi?
Elbette dönüşebilir.
Çünkü uygulama açık. Kısa bir sancı yaşanıyor. Telefonlar çalışıyor. Hiyerarşik olarak yukarı doğru durum anlatılıyor. Ve çok kısa bir sürede mesele çözülüyor. Kırgınlığın, karşılıklı üzüntünün kenarından dönülüyor.
Kriz eşikte kalıyor.
İyi niyet, ev sahipliği ve elbette ki
Gül’ün yıllara yayılan o pozitif enerjisi kırgınlığa izin vermiyor.
Asker ani bir refleks göstererek karar alıyor...
Bayan
Gül, hasta eşini görebilmeli...
İNSANİ ALAN...
Ve böylece
Hayrünisa Hanım, komutanlar bölümüne alınıyor. Ama bu gizlilik
"bir kaçamak gibi" değil, iyi niyetli bir yaklaşım olarak sergileniyor.
Bayan
Gül, 7’nci kata eşinin yanına alınıyor. O sırada orada olan bazı komutanlar Bayan
Gül’ün geldiğini görüyorlar. Hiçbir tepki yok. Tam tersine çizgileri iyi belirlenmiş bir nezaket var. Hatta orada bulunan
Org. Küpeli, Gül Ailesi’yle sohbet ediyor. Karşılıklı geçmiş olsun dilekleri sunuluyor.
Böylece kırgınlığa izin verilmiyor.
Belki de kurulduğundan bu yana Gülhane Askeri Hastanesi’nin komutanlar bölümüne ilk kez bir AKP’li bakan yatmıştı.
Gül, kendisini askere emanet etmişti.
Böylece
"insani alan",
"kamusal alan"ın üzerine çıkmıştı.
Ve en ilginci bu kısa duraklama
Gül Ailesi’ne hiç hissettirilmemişti.
Bu durumu daha sonra GATA’da üst düzey görev yapan bir komutana soruyorum...
İNSANİ PRENSİP
Aldığım cevap şu:
- Fatih Bey, ben size Sayın Bakan’ın eşi geldi diyemem. Ama biliniz ki burası bir kamu alanıdır ve siyasi sembol olarak gördüğümüz türbanlı kimse alınmaz. Öyle gelenler de nizamiyede uyarılıp türbanın başörtüsü halinde takılması için rica ediliyor. Ancak içeri bu şekilde alınıyor. Hele komutanlar katına türbanlı giriş olmaz. Ama tabii bir bakanımızın eşi belki de kalabalık olmayan bir saatte gelmiş olabilir. Bu da sonuçta insani bir durumdur.
Evet, eminim
Gül kendisine gösterilen bu ilgi ve incelik karşısında duygulanmıştır. Ben buna hayatın
"özel ilişkiler bölümü" diyorum. Ve bu bölümün çoğu zaman yasaların da, yönetmeliklerin de üzerinde olması gerektiğini düşünüyorum.
ÖDÜN DEMEK YANLIŞ
Olaya askerlerin açısından bakınca şöyle diyebiliriz:
- Bu olay askerlerin prensiplerinden ödün verdiği anlamına gelmemeli. Onların prensipleri Türkiye Cumhuriyeti’nin prensipleri olarak oturmuş. Ama meselenin bir de insani prensipler bölümü var. Demek ki asker her durumda katı olmuyor. Demek ki, iktidarla asker arasında köklü ve keskin bir gerilim yok. Demek ki, en ağır krizler bile
"insani prensipler" açısından değerlendirilebilirse çok farklı bir boyut kazanabilir.
Hatta aşılabilir...
’Baba’sız başlamak istemedim
GÜNİZ Sokak olmadan bu sayfaya başlamak istemedim. Bunca olay, bunca kriz, acaba
Demirel’e göre durum neydi?
- Sayın Cumhurbaşkanım, Güneydoğu’daki olaylara ne diyorsunuz?Terör bu ülkedeki büyük kitleye lanet olsun kurtulalım bunlardan dedirtmek istiyor. Tahrik var.
- Yani?Yani Kıbrıs psikolojisi gibi. Ver kurtul gibi.
- Bu olabilir mi?Olmaz tabii. Öbür tarafında da milleti birbirine düşürmek var. Mağduru oynamak istiyorlar. Hükümetin çok dikkatli olması lazım. Durum barut fıçısı gibi. Ama bu olayların en önemli yanı geçmişi hatırlatmasıdır. 10 binlerce şehidin verildiği geçmişi. Ben görevi devreden bıraktığım mektupta, benden sonra gelen cumhurbaşkanına ve başbakana durumu ilettim. Sıkı takip gerektiğini söyledim.
- Peki neden tekrar ateşi yükseldi bu terörün?Bakın 1 Mart Tezkeresi’nde Türkiye yanlış yaptı. Şimdi kendi kontrolü olmayan bir K. Irak var. Musul var... ABD bunu unutmuş değil. Kandil Dağı’na müdahale edelim diyorsunuz, olmaz diyor. Her şey oradan besleniyor. Yarın orada bir devlet durumu olursa daha kötü sonuçlar olur.
Demirel’le çok uzun bir sohbet yaptık. Gerçekten çok derin analizler yaptı. Bunları herkesin okuması gerekiyor. Detayları sonra aktaracağım. Ama şimdilik şu cümle yeter:
"Güneydoğu’daki olaylara siyaset üstü bakmak zorundayız. Yani bu olay hükümete bir gol olarak görülmemeli..."
Gercüş doğumlu New York kimlikli
BATMAN’ın Gercüş İlçesi’nin Arıca Köyü’nde doğmuş. Yani sokaklarında molotofların patladığı, isyan görüntülerinin geldiği yerde. Yaşayabilen dokuz kardeşten birisi. Anne baba okuma yazma bilmiyor. Ağabeyi öğretmen. Biraz tarlada, biraz okul önünde geçmiş çocukluğu.
Köyde elektrik olmadığı için gaz lambasıyla yazmış, tezek kokusuyla okumuş.
Ağabey Batman’a tayin olunca peşinden okumaya gitmiş. Karnesindeki başarı öğretmenin dikkatini çekmiş. Orta ve liseyi Gercüş’le köy arasında bitirmiş...
Üniversite kazanana kadar köyde hayvanlara bakmış. Ve bir gün sarı kızı sağarken sonuç gelmiş. Büyük sevinç.
Siyasal Bilgiler’i kazanmış. Gece çalışmış, gündüz okumuş. Üniversiteyi burslu okumuş. Okul dereceyle bitmiş.
Sonra sınava girip Londra bursu kazanmış. 1997’de yine bursla ABD’ye geçmiş. Oturma izni aldıktan sonra UBS Bank’ta çalışmaya başlamış.
Orada da çok başarılı olmuş. Ve bu defa dünyanın en büyük finans kuruluşlarından birisi olan Merill Lynch’e geçmiş ve kısa sürede orada da parlayıp yükselmiş.
Peki Gercüş’ten New-York’a uzanan bu yolun yolcusu kim?
Şimdi sıkı durun.
Hükümetin yeni Merkez Bankası Başkan Yardımcısı adayı
Mehmet Şimşek.Şimşek, şu anda Merrill Lynch’in Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Bölgesi ekonomik ve stratejik araştırmalar bölümü başkanı... Yani içinde Gercüş’ün de bulunduğu çok büyük bir finans coğrafyasından sorumlu. Öyleyse şimdi soralım: Fırsat eşitliği diye dağa çıkanlar, kimlik diye sokaklarda motolof patlatanlar; alt kimlik ve üst kimlik arasından bakarsak, acaba Mehmet Şimşek hangi kimliğe girmektedir?
AB’nin doğalgazsız susuz ve kaçak binası
MUAZZAM bir bina...
Ama kaçak...
Türkiye için en kritik bina...
Ama suyu yok...
Herkes geleceğini ona bağladığını söylüyor.
Ama doğalgaz gelmiyor...
Bütün yabancı konuklar oraya geliyor...
Ama inşaat izni bir türlü gelmiyor...
Burası Türkiye’nin geleceği için kurulmuş kaçak bir bina. Neresi mi?
Türkiye’nin kapısını Avrupa Birliği’ne açtığı o meşhur bina; AB Genel Sekreterliği binası...
9 trilyon bütçeli fakirhane.
Girişinde paslanmış demirden bir kapı. Bahçesi tam bir ardiye. Lacivert takım elbiseli yabancı konuklar bizi denetlemeye buraya geliyor.
Ve paslı kapıyı açan bekçisi bile
"Abi işte halimiz" diyerek gülüyor...
Binlerce sayfalık AB uyum yasaları üzerine yağıyor ama bir hukuk servisi bile yok...
AB’ye olan kararlılığımız işte bu binadan başlıyor.