Güncelleme Tarihi:
Burhan Demircan vapurda başladığı ‘doğrudan pazarlamacılık'ta 43'üncü yılını kutluyor
Siyah beyaz TV günlerinde o, Karaköy Kadıköy vapurlarının en renkli simasıydı. 'Burhan Pazarlama' namıyla tanındı. Kıvrak Türkçe'si, zeki esprileri, 'firma' yaklaşımıyla seyyar satıcılığı 'pazarlamacılık' düzeyine çıkardı. 1980'lerde en parlak dönemini yaşayan, 1990'larda TV'ye transfer olan Burhan Demircan şimdi 'karadan denize' pazarlama yapıyor.
Biz onun çoktan köşeyi döndüğünü, Şehir Hatları vapurlarını unuttuğunu sanıyorduk. Beş yıl önce Kanal 6'ya transfer olmuş, TV Market türündeki programların ilk sunucuları arasına girmişti. Arada bir ada ve Çınarcık vapurlarında görüldüğü, saat, bıçak seti gibi nispeten pahalı ürünler sattığı rivayet ediliyordu.
Derken bir gün ansızın Sirkeci'de ortaya çıktı Burhan Demircan; namı diğer Burhan Pazarlama. Sıtma görmemiş gür sesi, kısa, net cümleleri ve iskelenin yanına parkettiği gelincik kırmızısı Hyundai'siyle. Tekniğini değiştirmiş ama doğrudan pazarlama işini bırakmamıştı. Artık ‘‘karadan denize’’ pazarlama yapıyordu. Çünkü vapurlarda güvenlik görevlilerince kovalanmaktan bıkmıştı.
‘‘Pardon, pardon sayın yolcular... Bakın size ne getirdim...’’
İskeleden, yanaşan vapurun yolcularına birkaç etkileyici cümleyle sesleniyor, ilgilenenleri iskelenin yanındaki arabasına davet ediyordu.
‘‘Takvim, elektronik ajanda, Avrupa tükenmez kalem, not defteri... Hepsi bu çantanın içinde... Sadece iki buçuk milyon lira...’’
'Burhan Pazarlama farkı' olsa gerek, herkesin işine, okuluna koştuğu saatlerde bile kırmızı Hyundai'nin önü kalabalık. Mahmutpaşa'nın tezgahtarları, Sultahahmet'teki adliyenin memurları, üniversite öğrencileri, birliğinden izinli erler... Ajandayı, kalemi, çantayı inceleyenler arasından her seferde bir ya da iki kişi cüzdanına elini atıyor ve 'Burhan Pazarlama' garantisiyle satılan ürünü alıyor.
‘‘Bu ekonomik kriz’’ diyor Demircan ’’halkı çok etkiledi. İnsanlar yüz bin liraya çakmak alırken bile düşünüyor. Eskiden on tane satıyorsam şimdi üç sattığımda şükrediyorum.’’
İkibine bir kala 'Burhan Pazarlama' meslekteki 43'üncü yılını kutluyor. Yedi yaşından beri vapurlarda. Doğrudan pazarlamacılık baba mesleği. 1960'larda mani satarak başladı. Gazete, dergi sattı. Jilet, şeker, zincir, kalem, portatif televizyon hatta... Hatta otomobil sattı. Kalem, jilet satarken araya sesli reklam aldı. Doğrudan pazarlamada mütevazı da olsa, kendi çapında devrim yarattı...
At binen, kılıç kuşananın okyanus aştığı çağda 43 yıl aynı yerde kalmak, Kadıköy-Eminönü ya da Kadıköy-Karaköy vapurlarından ayrılmamak için insanın ya çok şanssız ya da anılarına karşı çok vefalı olması gerek. Demircan için ikisi de geçerli:
‘‘Yedi yaşından beri bu işi yapıyorum. Tanesi yüz paraya Hayat şekeri satarak başladım. Bırakamam. Milyarder de olsam, halkı görmem gerek.’’
Pazarlama tutkusu Demircan'ın kanında dolaşan bir virüs. Kanal 6'ya transfer olduğu günlerde bile, her fırsatta karşısına çıkanlara bir şeyler satmış: ‘‘Arabayla işe gidip gelirken satış yaptım. Mesela benzinciye uğradığımda. Kol saati, tükenmez kalem; ne varsa. Alışkanlık oldu artık. Almanya'ya giderken uçakta, Rusya'ya giderken feribotta bile satış yaptım. Apartmanın yönetim toplantısında bıçak seti sattım.’’
Vapurda virtüözite
Sadece anılara karşı vefakar olması değil Burhan Demircan'ı vapurlara bağlayan. 'Sabitleşme' girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanması.
‘‘Çayırbaşı'ndaki sabit pazarda dükkan kiralamak istedim. Kurada bir numara çıktı. Bana 61 numarayı, yani çarşının dibindeki dükkanı verdiler. Yine de iş yaptım. Ama vapurdaki kadar iyi değildi.’’
Yaşam serüvenini anlatırken 'beceremeyeceğin işe girme' düsturu gereği reddettiği parlak tekliflerden bahsediyor: ‘‘Suudi Arabistan'da kristal satmamı teklif etti biri. Almanya'ya gittiğimde sokakta rastladığım bir satıcıya küçük bir şov yapmıştım. İyi para teklif etmişti kalmam için. Böyle işlerde başarılı olmak için dil bilmek gerek. Geçenlerde biri Carousel'deki bir ayakkabı mağazasında iş teklif etti. Dolgunca maaş önerdi. Ben bildiğim, kalitesine ve sağlamlığına inandığım, hepsinden önemlisi kendi seçtiğim malı satarım. Adımı koyuyorum işe çünkü...’’
Burhan Demircan'ın, pazarlamadaki virtüozitesinin doruğa çıktığı yer vapur salonları. ‘‘Trende mal satmayı hiç denemedim. Dur-kalk, gürültü bir yandan. Yolda mal satmak ise başlı başına bir sanat, koşan insanı durdurmak zordur. Biz salonda yetiştik. Vapur salonunda efendi gibi müşterine hitap edersin. Seni dinlerler, malı alıp bakarlar. Ayrıca, gide gele seni tanır, güven duyarlar.’’
25'e yakın vapur hattı içinde Demircan'ın tercihi Kadıköy - Karaköy ve Kadıköy - Sirkeci hattı. ‘‘Üsküdar hattında çok ucuz mallar satılabilir ancak. Boğaz hattı da aynı şekilde. Kınalı-Burgaz yolcusuna hiçbir şey satamazsınız. Bu yüzden ben Kadıköy hattında satış yapıyorum. Yazın Çınarcık hattındayım.’’
Güner Ümit'le laf yarıştırırım
Demircan'a sorarsanız o, içeriği unutulan sözcükle ifade etmek gerekirse, herşeyden önce gerçek bir 'esnaf.' Vapur salonlarında karşısına çıkan insanlara bu sorumlulukla yaklaşıyor: ‘‘Hiç unutmam şubatın 15'iydi. Soğuk bir günde üst katta satış yapıyordum. Bir genç kız denize atladı. Paltomu, ceketimi çıkarıp üst kattan atladım. Kızı kurtardım. Ertesi gün gazetelerde kaptanın fotoğrafı çıktı...’’
‘‘1980 öncesi vapurlara binen militanlar bağış toplar, beğenmediklerini korkuturlardı. Kaç kişiyi ellerinden kurtarıp makine dairesine sakladım. Bazen cüzdanını evde unutanlar, parasını düşürenler gelip borç alır. Hanımlar bile borç alır, kocaları getirip verir, teşekkür eder. Paraları çıkışmadığında, malı veririm parayı sonra getirirler. Etrafta bildiğim yankesici varsa yolcuları uyarırım.’’
Son yirmi yılda İstanbul çok değişti. Vapurlar ve yolcuları da... ‘‘Eskiden sabah gelmeyen yolcunun yeri boş kalırdı. İsmiyle selamladığım birçok insan vardı. Şimdi bazılarının gözüne bakmaktan korkuyorum. Öldürecek gibi bakıyorlar insana. Kaç tane sattığıma, ne kazandığıma bakıyorlar. Eski yolcuları özlüyorum. Bazen, yıllarca yurt dışında yaşadıktan sonra geri dönenler oluyor. Gelip boynuma sarılıyorlar. Geçen yıl bir Karadeniz gezisine çıktım. Yolda radara yakalanmışız. Emniyet amiri beni tanıdı, ailece yemeğe davet etti. Bir başka köyde yine tanıdılar, misafir ettiler.’’
Laf yarıştırmayı seven, zeki müşterilerden çekinmediğini söylüyor. Eskiler şaka yapmayı severmiş, şimdi lafla tuş etme meraklıları çoğalmış. ‘‘Hazırcevaplıkta üstüme yoktur. En hazırcevap insanı, mesela Mehmet Ali Erbil'i, Güner Ümit'i getirin, laflarının altında kalmam kesinlikle. Beni köşeye sıkıştırmak zordur. Çünkü malımı satmak için yalan söylemem. Fiyatta itirazı olan, daha ucuza bulacağını iddia eden varsa çıkarır faturasını gösteririm.’’
O da çete kurbanı
Tabii herşey güllük gülistanlık değil hayatında. ‘‘Eski çımacılar müdür muavini oldu, kaptanlar emekli. Aralarında çok tanıdığım, sevdiğim vardır. Sendika günlerinde ağzım laf yapıyor diye beni Ankara'ya toplantıya bile götürürlerdi’’ diye anlattığı Şehir Hatları personeliyle arası şimdilerde ‘‘şeker rengi.’’ Vapurlara seyyar satıcı sokulmaması yolundaki tamimi fazlasıyla ciddiye alan güvenlikçilerden şikayetçi. Bazen yolculuk yapmasının bile engellendiğini söylüyor. Oysa o çoktan 'karadan denize' pazarlamaya geçmiş. Sadece yazın Adalar ve Çınarcık hattında 'denizde pazarlama' yapıyor.
Bir de çeteleşen rakiplerden mustarip. ‘‘Bir buçuk milyona sattıkları bıçak setinin daha kalitelisini bir milyona verdiğim için Ada hattında beni dövmeye kalktılar. Vapur 15 dakika rötar yaptı. Yolculardan özür diledim ve utancımdan iki ay bu hatta uğramadım.’’
Buna rağmen baba mesleğini bırakmamakta kararlı. İlk gözağrısı vapurlardan ayrılmasının kolay olmadığını söylüyor. Biz de bu bağlılığı sınamayı deniyoruz. Isının sıfıra yakın seyrettiği, yağmurlu bir günde röportaj için buluştuğumuzda, cevaplanması zor bir soru soruyoruz:
‘‘İstiklal gibi bir caddede ya da bir alışveriş merkezinde kürsüye çıkıp satış yapabileceğiniz bir dükkan olsa da bırakmaz mısınız vapurları?’’
Mütebessim bir ifade beliriyor yüzünde. ‘‘Ah, keşke’’ diyor. ‘‘Ama nerde bizde o kadar sermaye...’’
Üniversitede ders verdi
Burhan Demircan doğma büyüme Süleymaniyeli. Askerdeki 'kısa künye' gibi soyağacını çıkarıyor bir solukta: ‘‘Sinop'un Ayancık kazası, Türkeli nahiyesi, Oymayaka köyündeniz aslında.’’ 10 çocuklu bir aileden geliyor. Vapurda satıcılık baba mesleği: ‘‘Babam zorla çalıştırır, para getiremediğimde eve almazdı; saçak altında yatardım. Sonra işi benimsedim. Babamın çantasını taşıyarak başlamıştım; sonra o benim çantamı taşıdı.’’
Babasından kaçmak için, Sinop'a gitmek üzere bindiği vapurda bile nane şekeri, zincir satarak para kazandığını anlatıyor gülerek. Yıllar sonra maç için Almanya'ya giderken uçakta, Rusya'ya giderken feribotta bile çevresindekilere birşeyler sattığını söylüyor. ‘‘Bu işe başladığımda Türkiye'de pazarlama okulları bile yoktu, yaşayarak öğrendim mesleği.’’
Vapurlarda ilk sesli reklamın öncüsü Burhan Demircan. Promosyonlu ve garantili satışın da. Temiz, akıcı Türkçe'si, zekice esprileriyle seyyar satıcılığı 'pazarlama' düzeyine çıkaran da o. Anlattıklarına bakılırsa, tecrübesine işin uzmanları da değer veriyor. İstanbul Üniversitesi'ne davet edilmiş hatta bir medya kuruluşunun reklam sorumlularına seminer vermiş.
1992'de Kanal 6'ya transferiyle başlayan ve kanalın krize girmesiyle biten TV pazarlamacılığı serüveninden beri sadece vapurlarda çalışıyor. Haftanın altı günü sabahın yedisinde başlıyor işe, bazen akşamın onuna kadar görev başında...
43 yılda 'bir dikili ağaç' bile edinemediğini söylüyor. Evini, iki kızının annesi olan boşandığı eşine vermiş. 26 yaşındaki ikinci eşinden bir oğlu var. Ondan bahsederken gözleri parlıyor. ‘‘İşte bu kadar yıllık mücadelenin tek gerçek kazancı’’ diyor.