Güncelleme Tarihi:
Bize ‘iyi insan’ı tarif eder misiniz?
Benim için iyi insan, çevresine, kendisine faydalı, yaptığı şey her ne ise onu kendinden hareketle değil de toplumdan hareketle yapması. Ve bunu hayatının her alanına yayması. Suyu doğru kullanmak bile dünyaya karşı sorumluluğumuz aslında. Davranışlarımız bizi iyi insan yapıyor. Söylemde çok iyi, davranışta çok kötü bir dolu insan tanıyorum. İyi olmanın değerini çok küçük yaştayken fark etmiştim..
Nasıl bir evde büyüdünüz?
Annem-babam çok küçük yaşta, ben 5-6 yaşındayken ayrıldı. Babam şarkıcıydı. İşi nedeniyle şehir şehir gezerdik. Ankara’da doğdum, sonra Bodrum’da yaşadık. İstanbul’a taşındık falan. Yazları Antakya, Mersin o taraflarda geziyorduk. Antakya’da olmanın şöyle bir özelliği vardı: Çok kozmopolit bir yer. Yılların künefecisi, nar ekşicisi hep Ermeniler, Rumlar, Aleviler… Biri beni Mert Ali diye çağırır, kimine göre İslamiyet’in yıldızı Şehabettin’im, kimi sadece Mert der. Ben hepsini çok severdim. Bu, benim tüm bu kültürlere saygılı, kendini onlardan bilen biri olarak yetişmemi sağladı. 8-9 ayrı okula gittim mesela. Girdiğin ortamda çok hızlıca o ortamın ruhuna, duygusuna adapte oluyorsun. Dışarıdan gelen çocuk olarak, “Nasıl bağlantıya geçerim, nasıl konuşurum, nasıl anlaşırım, nasıl bir parçası olurum” diye düşünüyorsun. İyi niyeti bu yoldan kurmaya başlıyorsun.
Bugün çocuğunuz olsa, bu değişik kültürleri aynı hoşlukta anlatabilir mi?
Eğer çocuğu öyle kodlarsak anlatabilir. Çünkü bu ortak değeri yaratan biziz. “Bak çocuğum Aleviler vardır, biz Sünni olabiliriz ama onlar bizim kardeşimizdir. Kültürleri de budur” derseniz, ortak bir şekilde yıllardır yaşadığımızı anlatırsanız o çocuk sizden beslenir.
Siz öyle bir ailede mi büyüdünüz?
Annem-babam milliyetçiydi. Ben onlarla taban tabana zıttım. Ama herkes birbirine saygı içinde davranırdı. “Sen niye bu siyasi görüşe sahipsin, neden böylesin” gibi tartışmalar olmazdı. Konuşur, birbirimizi ikna etmeye çalışırdık tabii. O ortak değeri yaratmak için aynı fikirde olmamıza gerek yok.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın ‘İyi Niyet Elçisi’siniz. Ne yapar iyi niyet elçisi?
İyilik adına sivil toplumla yapılacak birçok şeyin Birleşmiş Milletler ile buluşturulması demek. Yapılan ortak çalışmalara destek vermek, bunlarla ilgili farkındalık yaratmak... Halkla Birleşmiş Milletler arasında bir çeşit bağ kurmak. Bunu da sivil toplum üzerinden yapmak. Benim görevim, BM Kalkınma Programı’nın 17 maddesini doğru bir şekilde anlatabilmek… Barınmak, kız çocuklarının eğitimi, iklim problemi, Suriyeliler, kadın hakları bunlardan en önemlileri.
En başta kadına şiddeti önlemek konusunda yoğun çaba harcadığınızı biliyoruz… Erkekler kadınları neden öldürüyor sizce?
Eğitim bir problem ama dünyanın her tarafında ve Türkiye’de yapılan araştırmalarda görüyoruz ki büyük şehirlerde eğitimli insanlar da kadınlara şiddet gösteriyor. Biz herhangi bir bölgeye, o bölgenin yoksulluğuna bakarak da hareket edemeyiz. Bu kültürel bir konu. Cezalar ne kadar caydırıcı olursa, hikâyenin o kadar terse döndüğünü görüyoruz. Devlet desteğinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sadece KOSGEB’den para çıkarmak değil, devamında eğitim materyalleriyle destekleyip, sürdürülebilirliği sağlamak lazım. Bir ortak dil üzerinden mücadele etmek gerekir ki, ben Türkiye’de kadın hareketinin çok kıymetli işler yaptığını düşünüyorum.
İçinizi acıtan bir kadın hikâyesi var mı?
Beni acılı hikâyeler şaşırtmıyor artık. Beni heyecanlandıran, yüreğime dokunan şey kadın mücadelesi. Tek başına bir kadının bir markayı, bir şehri, bir kasabayı değiştirme öyküsü… Mesela Mardin’de tam da böyle her şey düzelmişken bu barış sürecinden sonra kadınların sabun ürettikleri, o sabundan yarattıkları kaynakla kreş kurup, öğretmenlerin parasını ödedikleri, bir pansiyon açıp, onun işletmesini sağlayabildikleri bir örnek vardı. 40 kadının ortaklaşarak yükselebilmesinden çok etkilenmiştim. Acılar üzerinden gidince yine bir yere indirgiyoruz. Mağduriyetle yaratılan bir iktidar var.
Meseleye bakışınız ‘mağduriyet değil, zorlukları aşmak üzerinden’. Annenizin etkisi ne kadar bunda?
Beni ister istemez bir kadın çevresi büyüttü. Babamdan çok annemle vakit geçiriyordum. Teyzelerim vardı. Hepsi dimdik kadınlardı. Benim annem de bir kadın girişimci. Bilinçli ve güçlü bir kadın modeli. Üstelik kadın kimliğinden ödün vermeden, toplumun dayattığı gibi erkekleşmeden yaşayan bir kadın. Dominant, güçlü kadınlar daha çok ilgimi çekiyor... Zaten çalışan insan her zaman parlar gözümüzün önünde. Hayatımdaki kişileri seçerken de öyle. Ben olmadan hayatını sürdürebilmeli kadın. Bunu lütfen, üzerime sorumluluk almamak için söylediğimi düşünmeyin. Beni heyecanlı tutan bu. Evlensem de öyle olacağını düşünüyorum.
Hep derler ya, “Bu erkekleri de anneler yetiştiriyor” diye. Orada da kadının karakteri belirleyici aslında.
Galiba etkili oluyor. Biz annemle çokça önemli zamandan; boşanma, evler alınıp satılması, dedemi, babamı kaybetmek gibi duygusal süreçlerden geçtik. Annem tüm bu süreçlerde tırnak içinde hiçbir zaman ‘ahlaksız bir karar’ vermedi. Her zaman kanunen nasıl olacaksa, kimseyi mağdur etmeden meseleleri çözme yoluna gitti. Parası olmayan birinden para istemeyi, hadi parayı işe karıştırmayalım, insanlardan veremeyeceği şeyleri talep etmeyi doğru bulmadı. Ben de bunu görerek büyüdüm.
Para insanın elinin kiridir mi demeye getiriyorsunuz?
Benim için sadece hayallerimi gerçekleştirmek için bir araç. Toplum olarak parayı amaç olarak konumlandırıyoruz. Oysa para; ün gibidir, gelir geçer. Siyasette bile modeller bize şunu söylüyor: Eğitimin olmasa da paraya kavuşabilirsin. Çaba sarf etmesen de paraya kavuşabilirsin, yetkiye, üne kavuşabilirsin. Eskiden böyle değildi. Bizim sektörde de öyle oldu.
Günümüzde her şey biraz vasatlaştı mı sizce?
Vasatlaştı ve vasatlık takdir görmeye başladı. Vasatlık starlaştırıldı. Hiçbir şey bilmeden yönetici olabiliyorsun. Bütün bunlar kişilerin parayla ilişkisini ve hayallerini değiştiriyor. Etik ve ortak tüm değerler sarsılıyor. İnsan o varoluş mucizesi içinde vahşileşiyor, yozlaşıyor ve bu yolda yapılacak her şeyi meşru görüyor. Şu anda toplumun parayla kurduğu ilişkide de böyle bir sıkıntı var. Toplum diyor ki, “Bir dakika ya, benim oğlum da üç gün sonra futbolcu olup, şu kadar para sahibi olabilir.” Eğitimin falan önemi yok. Para uğruna kendini feda edecek insanlar yaratılıyor. Bir tek bu motivasyonla hareket ediliyor.
Siyaset, gündem hayatınızı ne kadar etkiliyor?
Ben sivil toplumdan hareketle bakıyorum. Siyaset, politika benim hayatımı belirleyemez. Belirlediğini zanneder, benimle ilgili kararlar alır. Yasaklar getirir vesaire ama benim fikirlerime kimse kelepçe takamaz. Benim gündemim başka. Dünyanın galaksiden çekilmiş bir fotoğrafı var. Biz zerrecik kadar bile değiliz. Ekranların içindeki insanlardan gelen sesler bizi öfkelendiriyor. Umurumda değil. Sistem, beni o hipnoza sokmak için her şeyi yapacaktır. Hatta en inandığım değerlere saldıracaktır. Buna izin vermiyorum. Twitter’da, Facebook’ta hakkımda bir şey yazılmış olması, trollerin benim hakkımda yüzlerce yorum girmesi zerre değer taşımıyor. İnsanların fikirlerini elbette önemsiyorum, ama trollerinkini değil.
Eleştirilmeye tahammülünüz var mı?
Elbette. Oscar Wilde da söylemiş, “Ne zaman herkesle aynı fikirde olsam kendimde bir problem olduğunu düşünürüm” diye. İnsanlar her zaman beğenilmek, onaylanmak isterler. Ben kimse tarafından onaylanmak istemiyorum. Onaylanmak, belli bir süre sonra yoksunluğu doğurur.
Sizin kadar onaylanan birinin böyle konuşması kolay tabii…
Bu da bir hipnoz işte. Ben ün noktasında da aynı düşünüyorum. Geçen gün Instagram’da bir fotoğraf paylaştım.
Metroda çekilmiş fotoğrafınızı paylaştınız ve altına şov yapıyor diye yazdılar…
Evet ve bunu haber yaptılar. Bu bir haber mi? Bunu mu konuşacağız yani? Bakın mesela bizim BM’nin 17 başlığı var, bu konularda konuşabiliriz. (Gülüyor) Hep aynı yere bakıyoruz. Onlarca, yüzlerce konumuz var.
YENİ YILDA LİSTE YAP, TALEP ET!
2018 mesajınızı sorsam…
Birlikte çalıştığım BM’nin 17 maddesinin 17’si de bambaşka bir dünya idealinden bahsediyor. Herkese buna bakmasını tavsiye ediyorum. Kendin için yaşamadığının, bir bütünün parçası olduğunun farkına varırsan koskoca bir vizyon açılacak önünde. Sadece siyasete, sadece bir kişiye odaklı yaşamamak lazım. Elbette sivil toplum kadar önemli devlet. Kadın sığınması, kadın girişimleri, kadına karşı şiddeti gündemde tutacak olan biziz ama mesele devlet eliyle çözülecek. Bize düşen talep etmek. 2018’in hareketi bu olmalı; talep etmek! Parasız başarabileceklerimizin listesini yapalım. Bir kâğıda yazalım. Çocuğunla ilgili beklentin ne, hedefin ne, bu vergiyi neden ödüyorsun?
Sizin bir listeniz var anladığım kadarıyla, ilk hedef ne?
Sürdürülebilirlik. Ekonomik, duygusal huzurumu sürdürebileceğim bir 2018 hayal ediyorum. Elimdekilerin farkına varıp, onlara sahip çıkmak istiyorum. 2017 benim için babamı kaybettiğim, ticari kayıplarımın da olduğu bir yıldı. 2018’de maddi, manevi elimdekileri tutup, oradan yürümenin derdindeyim.
50 MÜLTECİ KADININ HİKÂYESİ SAHNEYE ÇIKIYOR
Suriyeli mülteciler, sizin üzerinde çalıştığınız konulardan biri ve şimdi bir oyuna hazırlanıyorsunuz. Bizimle paylaşır mısınız?
‘DasDas Sahne’ olarak, uluslararası bir projeye imza atıyoruz. Aisykhylos’un 2500 yıl önce yazdığı ‘Yakaranlar’ı 8 Mart’ta İstanbul’da sergileyeceğiz. Oyunun metni, 11. Yüzyıl’a kadar Bizans topraklarında korunmuş, şimdi de Floransa’da bir kütüphanede saklanıyor. Binlerce yıl sonra yeniden doğduğu topraklara dönen metin, Mısır’dan Yunanistan’a kaçabilmek için vatanlarını terk ederek bir tekneye binen 50 cesur kadının mücadelesini anlatıyor. Altı profesyonel ve 44 çeşitli yaş ve gruptan amatörlerin yer aldığı oyuncu kadrosuna Suriyeli müzisyen ve oyuncular da dâhil olacak.
Bugünle bağlantısı…
Tam da işte şu an savaşa karşı direnen, ses çıkartan, hayata tutunmaya çalışan insanların öyküsü. Üç milyon insanın Türkiye’ye sığındığı bir dünya düzeninden bahsediyoruz. Bu arada demokrasi kelimesinin ilk geçtiği metin bu.
Seyredenler oyundan hangi duygularla çıksın istersiniz?
Empati kurabilmeliler. Bu kadınlar, savaştan kaçmak ve kuzenleriyle evlendirilmeyi reddettikleri için göç ediyorlar. 2500 yıl önce “Benim bedenim, benim kararım” diyebilen kadınlar. Suriyelilerle ilgili aynı fikirde olmadığımız, bizimle birlikte yaşamalarını istemeyen birçok insan olabilir. Ama empati yapmak gerekiyor. Suriyelilerle ilgili genel geçer çok fazla yanlış bilgi var. Pasaportlarıyla üniversiteye kayıt yaptırıyor olmaları, çok yüksek maaş almaları, kimlik numarası olmadan oy kullanacak olmaları gibi. Çok yanlış bilgiler bunlar.
İYİ İNSAN “BENDEN SONRA TUFAN” DEMEYENDİR
“Türkiye çok yeni Kyoto protokolüne imza attı. Trump gibi liderler, meseleye ‘iklimin ne gibi bir problemi var ki’ tarzında yaklaşıyor ancak onun da şansına bu sene yemediği kasırga, uğramadığı su baskını kalmadı. Umarım 2018’de de böyle bir cümle kurmaz. Biliyoruz ki iklime biz zarar veriyoruz, bunun bedelini de ödeyeceğiz. Doğa kendine zarar veren her şeyi geri aldı. Gün gelecek doldurduğu denizleri de geri alacak. İklimle, şehir planlamayla ilgili iyi adımlar atmalıyız. ‘Benden sonra tufan’ dememek bizi iyi insan yapacak. İyi insan olmanın karşılığı, Nazım’ın “Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından” diyen şiiridir.
İpek Özbey yazdı...
10 MİLYON LİRANIN ÜZERİNDE EKONOMİ YARATTIK
Bir ihtiyaç haritası projeniz vardı, ne oldu, nasıl gidiyor?
İhtiyaç Haritasını 2015’te Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı zirvesinde başlattık. İki yılda 10 milyon liranın üzerinde ekonomi yarattık. İnsanlar birbiriyle lap-top’unu paylaşmış, yüzlerce kaban, binlerce kitap, on binlerce defter, teleskop, gelinlik paylaşmış.
Sizi şaşırtan ihtiyaçlar oldu mu?
Iphone 7S isteyen de, ‘çocuğumuza playstation 3 alamadık’ diyen de oluyor tabii.
Hiç iyilik yapmasaydınız eksik hisseder miydiniz kendinizi?
“Ben sadece para uğruna mı çalışıyorum ya da hayata geliş amacım, sadece yiyip içip gezmek mi?” diye düşünürdüm. Kendimi mutsuz hissederdim.