Güncelleme Tarihi:
Eski Doğu Bloku ülkelerinin gizli servislerinin İtalya'daki faaliyet ve işbirlikçilerini araştırma amacıyla oluşturulan soruşturma komisyonu, 1981'deki Papa suikastine ilişkin raporunda, SSCB tarafından planlanan eylemde, Bulgaristan ve Doğu Almanya'nın o dönemdeki gizli servislerinin de sorumluluk üstendiğini savundu.
Paolo Guzzanti başkanlığındaki komisyon tarafından dün İtalyan Parlamentosu'na sunulan raporda, suikast girişimi esnasında, o dönemde Roma'da Bulgar Hava Yolları (Balcan Air) İstasyon Şefi olarak görev yapan Sergey Antonov'un da Vatikan'ın Aziz Petrus Meydanı'nda olduğunun ortaya çıktığı iddiasına yer verildi.
İtalya'da “Mitrokhin Komisyonu” adıyla bilinen komisyonun başkanı Guzzanti, raporda, konuya ilişkin belge derleme işlemi sırasında, 10 Ekim 2005'te kendilerine ulaşan 3 fotoğraftan hareketle, Ağca'nın yalnız olmadığını saptadıklarına değinerek şunları kaydetti:
“Fotoğraflar hakkında, komisyondaki muhalefet mensubu üyeler tarafından da koalisyon ortağı üyeler tarafından da bilirkişi raporu istenmişti. Her iki kesimin bilirkişi raporları, neredeyse yüzde yüz diyebileceğimiz bir gerçeğe ulaşmamızı sağladı: Suikast esnasında Aziz Petrus Meydanı'nda Ağca'nın ardında görünen kişi Sergey Antonov'dur.”
Raporda, Antonov'un suikast sonrasında Ağca'nın kaçırılması için bekletilen aracın üzerinde görüldüğü ifade edilerek, “Bu, büyük bir olasılıkla Ağca'nın Papa'yı öldürmesinin ardından ortadan kaldırılmasının planlanmış olduğu anlamına geliyor. Ancak gelişmeler, planların alt üst olmasına neden olmuştur” denildi.
“ANTONOV YALAN SÖYLEMİŞTİR”
1981'deki suikastle ilgili olarak, işbirlikçilik ve yataklık etme suçlamasıyla yargılanmış olmasına rağmen delil yetersizliğinden beraat eden Antonov ve o dönemdeki Bulgaristan'ın olaydaki rolü ise raporda şu ifadelerle özetlendi:
“Antonov, o gün Aziz Petrus Meydanı'nda olmasına rağmen yalan söylemiştir. Dönemin Bulgar yetkilileri ve onların kullandıkları tanıklar da yalan söylemişlerdir. Olayda, hiç kuşkusuz Bulgar gizli polisinin, istihbaratına ve askeri gizli servisine mensup bazı unsurların sorumluluğu söz konusudur.
Tabii ki, bundan zaten yüksek bir bedel ödemiş durumdaki Bulgar halkı ve Bulgaristan sorumlu tutulamaz. Halen 'Bulgar Parmağı'ndan söz etmeyi sürdürmek, onur kırıcılıktan da öte hedef şaşırtmaktan başka bir şey değildir. Zira bu yaklaşım, dikkatleri, olayın ardındaki yegane gerçek mimar konumundaki Sovyetler'den başka yöne kaydırma eğilimindedir”.
Raporda, Vatikan vatandaşı Ercole Orlandi'nin kızı Emanuela Orlandi'nin 22 Haziran 1983'te henüz 15 yaşındayken kaçırılmasına da değinilerek söz konusu eylemin “suikast soruşturmasının en kritik anında, Yargıç İlario Martella'nın Bulgaristan'da bulunduğu esnada, İkinci Jean Paul'ün Polonya'ya yaptığı ikinci seyahati müteakiben” gerçekleştirilmesinin de dikkat çekici olduğu kaydedildi.
“SOVYET ASKERİ YETKİLİLERİNİN EMRİYLE PLANLANMIŞTIR”
Gerçek adı Karol Wojtyla olan Papa İkinci Jean Paul'ü ortadan kaldırma girişiminin Sovyet Askeri İstihbaratı (GRU) tarafından başlatılmış olduğu iddia edilen raporda, komisyon üyelerinin ulaştıkları kanaat şöyle ifade edildi:
“İşbu komisyon, her türlü makul şüphe bir yana, SSCB kurmaylarının Papa Karol Wojtyla'yı ortadan kaldırma girişimine soyunduklarını; söz konusu kararı, modern dönemler tarihinde eşsiz bir vahamet niteliğindeki bu cinayetin işlenmesi için gerekli tüm operasyonların tamamlanması talebiyle Rusya Askeri İstihbaratı'na ilettiklerini düşünmektedir.”
SSCB'nin rolü konusunda, “Suikast, Sovyet askeri yetkililerinin emriyle planlanmış olup, Politbüro Genel Sekreteri tarafından da bu konuda GRU'ya talimat verilmiştir. Bu işle ilgili görev paylaşımı da GRU tarafından planlanmıştır” iddiasına yer verilen raporda, Bulgaristan'ın eylemin taşeronluğunu, Doğu Almanya'nın ise olay sonrasında hedef şaşırtma işini üstlendiği savunuldu.
Raporda, Doğu Almanya'nın gizli servisi STASİ'nin suikast girişiminin ardından önemli bir işlev gördüğü ileri sürülerek, ”STASİ'nin, hadisenin ilk anından itibaren medyadaki dezenfarmasyon faaliyetiyle hedef şaşırtma çalışmalarının mükemmel neticeler verdiğini de kabul etmek gerekmektedir” görüşüne yer verildi.