Panter dönüyor

Güncelleme Tarihi:

Panter dönüyor
Oluşturulma Tarihi: Mart 25, 2001 00:00



Emel ARMUTÇU
Haberin Devamı

Bir zamanların Çizmeli Kedi'si, Panter'i, Turkish Tina Turner'ı Seyyal Taner, hoplayan ve hoplatan şarkılarıyla yeniden karşımızda. Önce kalbinin işine son veren, sonra da onu affeden Taner, uzun süren bir Bodrum arasından sonra, biraz da sokaklardan gelen talep üzerine stüdyoya girdi. Elenor Plak'tan önümüzdeki günlerde çıkacak albümünde, yeniden aranje edilmiş eski şarkılarını bugünkü yorumuyla seslendirecek. Alaturka gazinolara rock'ı sokan, sahnelere deri giysileri, motosikleti ve dansçılarıyla çıkıp, saatlerce hem dansedip, hem şarkı söyleyebilen Taner, enerjisini aynen koruyor. Ve bu pop enflasyonu arasında, müzik piyasasına yepyeni bir renk getiren eski sanatçılardan biri olacağa benziyor.

İstanbul Andon, Şarapevi'nde şaraplarımızı yudumlarken, tüm anaçlığıyla etraftakileri doyurmaya çalışıyor. Sıcak, samimi, pozitif elektrik meraklısı. Ama aynı zamanda dobra. Bilmeyen kim inanır ki, sahnelerin çılgın, asi, hareketli Panter'inin, Urfa'nın tanınmış aşiretlerinden birinin ağası, Küsteoğlu İsa Ağa'nın torunu olarak, büyük ve kalabalık bir Urfa konağında doğduğuna. Ona göre Mezopotamya, gerçekten de İnkalar'ın ülkesi Peru ve ruhani Tibet'ten sonra dünyanın üçüncü önemli noktası. Bu sıcak, samimi, pozitif halinin, yaşamasa da doğduğu bu toprakların sihirli atmosferinden kaynaklandığına inanıyor. Ses güzelliğinin de. Çünkü ailede herkes amatör müzisyen, zaten ‘‘Urfa'da eşek anırsa, makamlı anırır.’’

YERİNDE DURAMIYOR

Ama aşireti modern, ileri görüşlü insanlardan oluşuyor. Zaten altı aylıkken annesiyle İstanbul'a yerleşen Seyyal, güneydoğuda da olsa yaşamayacağı baskıyı, İstanbul'da hiç yaşamamış. Aile fertleri, sanki Urfa eşrafı değil de Parisliymiş gibi giyinirmiş. Dedesinin soyadının Atatürk; kendi adının ise subay babası tarafından konmasının ayrı ayrı ilginç hikayeleri var: Soyadı kanunu çıktıktan sonra Atatürk'ün Urfa'ya ziyareti sözkonusu olur. İsa Ağa da büyük hazırlıklar yaparak O'nu konağına davet eder. Ancak Selamsız Bandosu misali Atatürk sadece Vilayet'e kısa bir ziyaret yaparak kenti terkeder. Buna çok bozulan İsa Ağa, Vilayet'te ağaların Atatürk'le tanışma toplantısına katılmaz. Atatürk, ‘‘Davetini kabul etmediğiniz için küstü, ondan gelmedi’’ denen İsa Ağa için, ‘‘Peki, onun adı Küstezade İsa Ağa olsun o zaman’’ der. Bundan yıllar sonra Seyyal doğduğunda ise yüzbaşı babası evinden uzakta, sınırlarda, değişik yöntemler kullanarak kaçakçı yakalamaktadır. Telgrafla kızının doğum haberi gelince ‘‘Sakın adını koymayın, ben gelip koyacağım’’ der. Aradan bir ay geçer, iki ay geçer. Telgraflar gider gelir, ama altıncı ayına girene kadar adı bir türlü konamaz Seyyal'in. Çünkü babası o sıralarda ansiklopedileri karıştırmaktadır. Sonunda bulur; Farsça'da, ‘‘her yüz yılda bir dünyanın etrafında bir tur atıp, başka bir yere giden, yerinde hiç durmayan yıldız’’a verilen ad Seyyal. Babası, kızına bu ismi verirken, sanki onun gelecekteki halini öngörmüştür.

İstanbul Şehzadebaşı'nda erkek çocuklarla dekmancılık, misket filan oynayıp büyüyen, hiperaktif bir çocukluk geçiren Seyyal, Urfa'ya ancak bir iki kez hasat zamanlarında gider anneannesiyle, bir de ünlü olduktan sonra bir konser için. Bu yüzden İstanbullu sayar kendini. Çok farklı okullarda okur; ilkokul, ortaokul ve liseyi. Son olarak Amerikan Kız Koleji'nden mezun olur. Annesi hukukçu olmasını istiyordur ama ona kalırsa ondan ne avukat, ne de fizik profesörü olabilir. Beden ve müzikte 10'dan aşağı not almayan Seyyal'in gönlü şarkılarda, danslarda, sahnededir. Tam da o günlerde dönemin ünlü grubu Los Bravos gelir İstanbul'a. Lise son talebesi Taner de konser düzenleyicilerinin babasının arkadaşları olması sebebiyle, kulise girme şansı elde eder. Sonradan aşık olup evleneceği Peter Harold da oradadır ama O, grubun hayranı küçük bir kızdır, aşktan maşktan haberi yoktur. Los Bravos'un menajerinin, biraz İspanyol, biraz Hintli, biraz Meksikalı, yani evrensel bulduğu bu küçük kıza, bir müzikal film için teklifte bulununca, ‘‘beyni tavana fırlar.’’

Lise biter bitmez, 16'sında olduğu için yaşı iki yıl büyütülerek İspanya'nın yolunu tutar. Yıl 1968'dir. Gerçekten de ‘‘Kızlar’’ adlı müzikal filmde oynar, plak kapakları için fotomodellik ve gruplarda vokal yapar, reklam filmlerine çıkar. Bu sırada Peter Harold'la evlenir, bir kız çocuk doğurur ve evlendiği gibi hızla ayrılır. Ama İspanya'dan hemen ayrılamaz. Yine birkaç aylığına 1972 sonunda geldiği İstanbul'da hayatına yön verecek bir teklifle daha karşılaşacaktır: Arda Uskan, fotoroman ve sinema dünyasına sokar onu. Arada, değişik tarzı, rahatlığı ve umursamazlığıyla açık saçık filmlerde de rol alır. Ancak yedi-sekiz filmden sonra, yani yaptığı işin ucuzlaşmaya başladığını görünce bırakır. Zaten Uskan onun içinde gittikçe büyüyen sahne sanatçısını keşfetmiştir; 1975 yılının sonunda, Osman Kavran'ın Lalezar Gazinosu'nda Emel Sayın kadrosuna girer ve yabancı şarkıları ve şovlarıyla bu dünyaya adım atar. Hemen ardından gazinolara rock'u sokan ilk sanatçı olacaktır; sahneye deri kıyafetler ve motosikletle, dans gösterileriyle güm diye düşer. Oldukça farklı şovlar yapar; arkasında Neşet Ruacan gibi cazcılar, Mazhar, Fuat, Özkan gibi vokaller ve balerinler olarak. Asım Can Gündüz'ün rock gitarı, Kerim Çaplı'nın deli davulları, Aysun Aslan'ın koreografileri ve Sait Sökmen'le birlikte açtığı bale okulundan gelen dansçılarıyla, 25. Saat, Lokomotif orkestralarıyla vııınnn diye dalar. Böyle ekiplerle dev konserler verir.

BİR SAHNE HAYVANI

Haldun Dormen onu ilk seyrettiğinde ‘‘Bu bir sahne hayvanı’’ diyecektir. Hayvan deyince, panter yani... Türk Tina Turner olarak anılır. TRT ile birlikte Türkiye tarafından tanınır; bu deli kızı önce kadınlar, sonra çocuklar, ardından erkekler çok sever. ‘‘Son Verdim Kalbimin İşine’’, Türkçe söz yazılmış ilk yabancı parçasıdır. Ardından ‘‘Kalbimi Affettim’’, ‘‘Naciye’’, ‘‘Gülme Komşuna’’ gibi parçaları hit olur. 45'liklerin sonuna yetiştiği için dört 45'lik, bir Longplay ve ardından kasetler çıkarır. Toplam 16 albüm.

Sonra birden ortadan kayboluverir. Aşık olmuş, Bodrum'a yerleşmiştir. Giderek Bodrum hayatına alışır, belki ‘tembelleşir’, müzik dünyasından epeyce uzaklaşır. Ama son yıllarda sokakta yolunu kesenler, ‘‘Nerdesin, neden bıraktın, borcunu öde, plak yap’’ diye haşlamaya başlayınca, bir de aşk bitince, yeniden müziğe dönmeyi düşünür. Suçludur, ayağa kalkar ve döner.

Babası ansiklopedileri karıştırarak bulur adını. Farsça'da, ‘‘her yüz yılda bir dünyanın etrafında bir tur atıp, başka bir yere giden, yerinde hiç durmayan yıldız’’a verilen addır, Seyyal. Babası, kızına bu adı verirken, sanki onun gelecekteki halini önceden görmüştür.

Seyyal Taner, kalabalık bir aşiretin mensubu olarak Urfa'da dünyaya geldi, ama ailesi altı aylıkken İstanbul'a taşındı.

Bu da Grup Lokomotif'li Seyyal Taner.

Okul yıllarında okul orkestrasında vokal yaparken...

Hep ‘‘sıkı’’ müzisyenlerle çalıştı. O zamanların Mazhar, Fuat ve Özkan'ını tanıdınız mı?

Annesi hukuk okusun istedi, ama onun aklı hep müzikte ve dansta oldu.

O zamanlar imagemaker'lar henüz doğmamıştı, imajını kendi yarattı, gruplarını kendi kurdu. İlk kez sahnede siyah dansçıyla o çalıştı.

Seyyal, "imparator" dediği anneannesi, subay babası ve güzel, modern annesiyle.

Sahnede ilk söylediği parça Cabaret'ydi. Repertuarını genişletirken, şovlarını da zenginleştirdi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!