Güncelleme Tarihi:
ABD geçtiğimiz hafta boyunca Pazartesi gecesi tutuklanan Times Meydanı bombası şüphelisi, 30 yaşındaki Pakistanlı-Amerikalı Faysal Şehzad’ı konuştu. Tartışmalar bir yerde dönüp dolaşıp ABD’nin İslamcı terörden nasıl korunacağına geldi. Ancak bu tartışma, en az bu kadar önemli başka bir soruyu kenara itti. Neden Pakistan’dan ve dünyanın diğer yerlerinde yaşayan Pakistanlıların arasından bu kadar çok terörist çıkıyor?
Endonezya’da daha fazla Müslüman yaşıyor; Türkiye Ortadoğu’nun sorunlu bölgelerine Pakistan’dan çok daha yakın bir konumda; İran ve Suriye’de hükümetler ABD’ye ve Batı’ya inanılmaz karşı. Buna rağmen, CIA suikastçısı Mir Aymal Kasi de, 1993 Dünya Ticaret Merkezi bombacısı Remzi Yusuf da, 11 Eylül’ün beyni Halid Şeyh Muhammed de, Wall Street Journal muhabiri Daniel Pearl’ü kaçıran Ömer Said Şeyh de, Londra’da Temmuz 2005’te düzenlenen tren ve otobüs saldırılarının arkasındaki dört adamdan üçü de ya Pakistanlıydı ya da Pakistan diasporasının üyesiydi.
Kendisi Pakistanlı olmayıp da cihatçı olmaya karar verdikten sonra yolu Pakistan’dan geçenlerin listesi daha da kabarık. Aralarında Usame bin Ladin ve Ayman el Zevahiri, Muhammed Atta, ayakkabı bombacısı Richard Reid ve Amerikalı Taliban olarak bilinen John Walker Lindh dahil bir sürü insan olan bu listedeki isimler sayesinde geçtiğimiz onyılda Pakistan’ın Almanya, Danimarka, İspanya ve Hollanda gibi bir çok ülkede yaşanan terör olaylarında izi kaldı. Dikkat ederseniz bu listede komşusuyla bir aşk-nefret ilişkisi yaşayan Hindistan yok.
Neden bu kadar çok sayıdaki başarılı ya da başarısız saldırının tek bir ülkeyle ilişkili olduğunu açıklamaya çalışan analistler, Pakistan’ın Sovyetler Birliği ve Afganistan’a karşı savaşan ABD ve Suudi Arabistan destekli cihat hareketine ev sahipliği yaptığı 1980’li yıllara dönüyorlar. Ancak Sovyet karşıtı operasyonlar Pakistan’ın cihatçıların yuvası haline gelişini hızlandırsa da, asıl ülkenin kuruluş dönemine bakmak gerekiyor.
İngiltere’nin sömürge yönetimi altındaki Hindistan’ın Müslüman çoğunluğun nüfusun yaşadığı alanlarının ayrılmasıyla 1947’de kurulan Pakistan, dünyanın sadece İslam üzerine inşa edilmiş ilk modern ülkesi. İsmi “Paklar, temizler ülkesi” anlamına gelen Pakistan’ın başkenti İslamabad, bayrağında hilal ve yıldız var, kriket takımı da yeşil formalarla sahaya çıkıyor.
Başlangıçtan bu yana ülke İslam birliği ideolojisinin etkisi altındaydı. Leopold Weiss adıyla doğan daha sonra Müslüman olan Avusturyalı Yahudi Kuran alimi Muhammed Assa ülkenin Birleşmiş Milletler nezdindeki ilk büyükelçisiydi. Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan el Banna’nın damadı Mısırlı Said Ramazan Pakistan’I ikinci evi haline getirip önde gelen İslamcı düşünür, Cemaat ül İslami lideri Abul Ala Madudi ile işbirliği yaptı. 1949’da Pakistan dünyanın ilk uluslarötesi İslami organizasyonu olan Dünya Müslümanlar Kongresi’ni topladı. Kudüs’ün Yahudi karşıtı müftüsü Muhammed Emin el Hüseyni de başkanlığa getirildi.
Yönetim sivil ve askeri hükümetler arasında sık sık el değiştirse de Pakistan’da bir tek şey sabit kaldı: İslam’ın insanların hayatlarının merkezindeki yeri. 1960’larda Pakistan, Hindistan’ın tek Müslüman çoğunluğa sahip bölgesi Keşmir’i ele geçirmek için bu ülke üzerine savaş açtı. Ancak bir tek Pakistanlılar bu saldırının gerekçelerinin haklı olduğunu düşünüyordu. Daha sonra 1970’lerde Pakistan ordusu, Bangladeş’te Bangladeşlilerin “soykırım” olarak nitelendirdiği bir operasyon başlattı ancak Müslüman olmayanların daha ağırlıklı olarak etkilenmesi dikkat çekti.
Başbakan Zülfikar Ali Butto, “İslami bomba” yaptıkları için böbürlenirken, 1980’li yıllarda Pakistan Usame bin Ladin, Ayman el Zevahiri ve Filistinli küresel cihat teorisyeni Abdullah Azzam’a ev sahipliği yaptı.
Sovyetler’le yapılan savaşlardan elde edilen uzmanlık ve güvenle, Pakistan ordusunun çatısı altındaki istihbarat ajansı 1990’lı yıllarda, Afganistan’ı kontrol altında tutmak için Taliban’ı, Hindistan’la Keşmir üzerinde mücadele etmek için de bir dizi terörist örgütün kurulmasına önayak oldu. 11 Eylül sonrasında bile ABD’den gelen yaklaşık 18 milyar dolarlık yardıma karşın Pakistan eğilimlerini değiştirmedi.
Pakistan’ın tarihiyle ilgili bu notlar elbette bütün Pakistanlılar radikal görüşlere sahip demek değil. Ancak neden Pakistanlıların, Endonezyalılara ya da Tunuslulara oranla daha büyük bir bölümünün dünyayı inançlarının dar prizmasından görmeyi tercih ettiklerini açıklıyor. İstihbarat örgütünün terörle mücadeledeki gönülsüzlüğü de Pakistan’ın öfkeli Müslümanların adresi olmasını garanti ediyor.
Eğer Pakistan’da reforma gidilecekse siyasi ve kültürel DNA’nın değişmesi gerek. İslam birliği ideolojisinin yerini milliyetçilik, genişlemeci dış politikanın yerini de kalkınmacılık almalı. Ordunun sosyal hayattaki etkisi azalmalı, Pencabi ya da Sindhi gibi yerel kültür ve dillerin yardımıyla Batı’yla çatışmayan yeni ve daha kapsamlı bir kimlik oluşturulmalı.
Bunun uzun vadeli bir plan olduğunu söylemeye gerek yok. Ancak bir dahaki sefere birileri bomba şüphesiyle tutuklandığı zaman, Pakistan’la ilişkisi olmamasını sağlamanın tek yolu da bu.