Murat BARDAKÇI
Oluşturulma Tarihi: Kasım 09, 2003 01:56
Her hükümdar, özel muhafızlarını kendi hemşehrilerinden seçmiş ve bu, tarih boyunca böyle olmuştu. Saddam Hüseyin'in özel askerlerini memleketi olan Tikrit'ten seçmesi gibi, İkinci Abdülhamid de ceddi Osman Gazi'nin memleketi olan Söğüt'ten getirilmiş özel bir muhafız birliği kurmuştu. Abdülhamid, hayatını Karakeçili Aşireti'ne mensup olan bu askerlere emanet etmişti ve askerlerden ‘‘Benim öz hemşehrilerim’’ diye bahsederdi.
Saddam Hüseyin'in nasıl Tikrit'i varsa, İkinci Abdülhamid'in de Söğüt'ü vardı ve Saddam'ın hayatını kendi köylüsü olan Tikritliler'e emanet etmesi gibi, İkinci Abdülhamid de kendisini 'hemşehrilerim' diye hitap ettiği Söğüt'ten gelen askerlere emanet etmişti.
İkinci Abdülhamid, şahsi güvenliğine aşırı derecede dikkat eden bir padişahtı. Amcası Sultan Abdülaziz'in bir darbe ile devrilip şüpheli bir şekilde can vermesinden hemen sonra ağabeyi Beşinci Murad'ın da tahtından indirilmesi, Abdülhamid'i son derece vesveseli yapmıştı. Herkesten ve herşeyden kuşku duyardı. Bu yüzden sıradan muhafızlara da güvenmemiş ve güvenliğini kendi kurduğu özel bir bölüğün sağlamasını istemişti.
Yıldız Sarayı'nda üslenmiş olan bölükteki askerler Söğüt, Bilecik ve Eskişehir havalisine yerleşmiş eski Türk kabilelerinden olan ve mertlikleri, cesaretleri ve dürüstlükleriyle tanınan 'Karakeçili' aşiretinin mensuplarıydılar. Osmanlı hanedanının bağlı olduğu Kayı boyunun da Karakeçili aşiretinden geldiğine inanılıyordu. Dolayısıyla, padişah ve muhafızları akraba sayılıyorlar ve İkinci Abdülhamid, Karakeçililer'e son derece güveniyor ve her gece yatak odasının kapısında bile Karakeçili aşiretinden bir muhafız tutuyordu.
Sarayda üslenmiş olan ve tamamı Karakeçili aşireti mensuplarından meydana gelen süvari bölüğünün adı 'Söğüt Alayı' idi. 1899 yılında, alaya 30 yeni muhafız alınması gerekti. İkinci Abdülhamid, asker seçimini yapacak olan sarayın 'baştüfekçisi' Tahir Paşa'ya verdiği talimatta, yeni muhafızların taşımaları gereken özellikleri şöyle sıralamıştı:
Muhafızlar, Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin babası Ertuğrul Gazi ile Söğüt'e gelmiş ailelere mensup, yakışıklı ve uzun boylu olmalıydılar. Sakal konusu önemli değildi, sakallı olanlardan traş olmaları istenmeyecek ama sakallarını bakımlı tutmalarına dikkat edilecekti. Ata çok iyi binmeleri gereken bu askerler, orduda görev yapanlardan yahut ihtiyat sınıfına ayrılmış olanlardan seçilebilirdi. 1897 Osmanlı-Yunan savaşına katılanlar, özellikle tercih edilecekti. Askerlerin arasında, ileride subaylığa yükselebilecek kabiliyete sahip olanların bulunması da gerekiyordu. Seçilecek bu 30 askerin iyi ahlák taşımaları ve beş vakit namaz kılmaları şarttı.
Askerler padişaha sadakatle hizmet edecek, her ne suretle olursa olsun başkalarının sözlerine kanmayacak ve padişahın emirlerini son nefeslerine kadar tutacakları konusunda Ertuğrul Gazi'nin Söğüt'teki türbesinde yemin edecekti. Alaya katıldıktan sonra memleketlerine dönmek isteyenler üç senelik hizmetten önce izin alamazlardı. Hizmete devam etmek isteyenlerin rütbeleri yükseltilecek ve jandarma birliklerinde görevlendirileceklerdi.
İkinci Abdülhamid'in seneler boyu başkátipliğini yapmış olan Tahsin Paşa, hükümdarın Söğütlü askerlerden 'Benim öz hemşehrilerim' diye bahsettiğini yazıyor, Söğüt Alayı'nın mensuplarını hatıralarında şöyle anlatıyordu:
'Yıldız Sarayı'nda yaşamış olanların her çeşidini, ahláki davranışların her rengini, iyilik ve kötülüklerin her derecesini görmüş bir insan sıfatıyla şunu söylemeyi kendime vicdan borcu bilirim ki, damarlarında Türk neslinin temiz ve mübarek kanı dolaşan Karakeçili bölüğünden hiçbir fert, hiçbir şekil ve surette ne şahsen, ne de birisine aracı olarak fenalık etmemiş ve fenalığa alet olmamıştır. Bunlar Yıldız Sarayı'na bir kaya gibi girdiler, dönüş zamanı geldiğinde yine bir kaya gibi tertemiz ve lekesiz çıktılar. Allah kendilerinden razı olsun!'.
Ciğer çorbası
Bu çorbanın kuzu ciğeriyle pişirileni daha lezzetli olur ama bulunmadığı takdirde koyun ciğeriyle de yapılabilir. Yeteri kadar ciğer suda haşlanır, sonra ince ince kıyılıp bir kaşık yağda iyice kavrulur. Üç yumurta sarısı, kokusu gidinceye kadar çırpılarak pişirilir, ciğerle karıştırılır ve sirke, maydanoz ve nane iláve edilir. Pişmesi tamamlandıktan sonra derince bir kaba konur, üzerine biber ve tarçın serpilir. Ekşi olması arzu edilirse, limon veya sirke de konabilir (Ali Eşref Dede'nin '
Yemek Risalesi'nden).