ŞEHZADE Süleyman, ağabeyi
Dördüncü Mehmed’den üç buçuk ay küçük olduğu için tahta çıkmak için 40 sene beklemek zorunda kalmış, 1687’de padişah olduğunda imparatorluğu Viyana bozgunuyla karşı karşıya bulmuş, bu talihsiz hükümdarın ölümü de talihsizce olmuş, sarayın hekimbaşısı padişahı dört sene sonra aşırı
diyet yaptırarak açlıktan öldürmüştü.
Sultan İbrahim, 1648’de tahttan indirildiği zaman yerini en büyük oğlu
Dördüncü Mehmed aldı.
Şehzade Süleyman, ağabeyi ile aralarındaki bu üç buçuk aylık fark yüzünden tahta ancak 40 yıl sonra çıkabilecekti.
Dördüncü Mehmed’in tahttaki durumu, 1683’te Viyana önlerinde başlayan bozgunun durdurulmaması yüzünden sarsıldı. Askerler, 1687 Ağustos’unda Macaristan cephesini bırakıp İstanbul’a dönerek padişahı tahttan indirdiler ve sadrazam vekili
Köprülüzáde Fazıl Mustafa Paşa’nın gayretleriyle de 8 Aralık 1687’de, tahta
Şehzade Süleyman getirildi.
İkinci Süleyman, 40 yıllık hapis hayatından sonra çıktığı tahtta dört yıl kalabildi ve hükümdarlığı ilk gününden son gününe kadar sıkıntılarla dolu olarak geçti.
Sultan, 25 Ekim 1689’da Köprülü ailesinden
Fazıl Mustafa Paşa’yı sadrazamlığa getirince işler bir ara düzelmeye başladı. Yeni sadrazam Niş, Semendire ve Belgrad’ı geri aldı, bozulan devlet düzenini yeniden kurmaya çalıştı. Padişah ise birdenbire hastalanıp yataklara düştü. Vücudu gün geçtikçe su toplayıp şişiyor ve içoğlanları tarafından yerinden kaldırılırken bile ağır acılar yaşıyor ve hekimlerin tedavisi bir cevap vermiyordu. Hekimler, sadrazama padişahın birkaç aylık ömrü kaldığını söylemişlerdi. Padişahın günden güne daha da fenalaştığını gören devrik sultan
Dördüncü Mehmed’in taraftarları ve Sadrazam
Fazıl Mustafa Paşa’nın muhalifleri gizliden gizliye örgütlenmeye başladılar.
Sadrazam, 1691 baharında Avusturya üzerine yeni bir sefer düzenlemek için büyük bir ordu topladı ama padişahın kendisi seferde iken ölmesi durumunda
Dördüncü Mehmed’in veya oğlu
Şehzade Mustafa’nın tahta geçirilmesi endişesini taşıyordu. Devlet ricalinin hazır bulunduğu bir toplantıda tahtın garanti altına alınması maksadıyla
İkinci Süleyman’ın ordu seferde bulunduğu sırada Edirne’ye götürülmesine karar verildi.
Fazıl Mustafa Paşa toplantıdan çıkan kararı
İkinci Süleyman’a arzettiğinde padişah,
‘Behey Paşa, gör bak ne haldeyim. Bu, hastalık ile seyahat etmem nasıl mümkün olur? Vezirler hálimi bilmez. Ancak dün gel bugün git derler’ diyerek tepki gösterdi, Fakat sadrazamın ağzından gerekçeleri dinleyince Edirne’ye gitmekten başka çaresinin olmadığını anladı ve Edirne’ye önce hanedanın diğer erkeklerini gönderdi.
Devlet ricáli ise, padişahın yolda ölmesi durumunda yerine kardeşi
Şehzade Ahmed’in geçirilmesine karar vermiş ve sultanın ölümünden sonra cesedinin bozulmaması için gerekli malzemelerin tedarikine başlanmıştı.
İkinci Süleyman sağ salim Edirne’ye ulaşmıştı ama bu uzun ve yorucu yolculuk padişahın hastalığını daha da artırmıştı. Padişah,
Fazıl Mustafa Paşa’nın Avusturya seferine çıkmasından dokuz gün sonra, 1691’in 22 Haziran’ında Edirne Sarayı’nda öldü. Bütün hazırlıklar daha önceden tamamlandığı için cesedin teçhiz, tekfin ve tahnidi de hemen yapıldı.
Talihsiz padişahın ölümü gayet ilginç olmuştu. Tarihçi Defterdar
Sarı Mehmed Paşa’nın
‘Zübde-i Vekayiát’ isimli eserine göre, hekimbaşı Sultan’ı fazla diyet yaptırarak öldürmüştü. Hekimbaşı
Büyük Hayátizáde Mustafa Fevzi, daha sonra
‘Sultan Süleyman’a fazla perhiz ettirdiği, su içmesini bile yasakladığı ve böylelikle padişahın ölümüne sebep olduğu’ gerekçesiyle Yedikule’ye hapsedildi ve hekimbaşılığa 24 Haziran 1691’de
Tabli Hasan Efendi tayin edildi.
Sultanın cenazesi de bu arada İstanbul’a doğru yola çıkarıldı ve arabayla taşınan cenazenin Haziran sıcağında bozulmaması için, cesedin etrafı buzlarla sarıldı.
Kaymaklı incik yahnisi
KUZU veya koyun inciklerinden birkaçını güzelce yıkayıp suda haşlayın. Biriken köpüğü aldıktan sonra incikleri tencereden çıkartın, soğan suyu ile yoğurun ve tereyağında güzelce kızartın. Sonra tekrar kendi suyuna atın ve bir iki fiske tarçın iláve ederek su azalıncaya ve inciklerin etleri ilik gibi oluncaya kadar kaynatın. İstenirse ızgarada veya tavada kızartılıp kaymak ile karıştırılmış kuyruk yağı ile nefis bir terbiye de yapılabilir.
Sorular ve cevaplar (Mehmet Nuri YILMAZ)
Yüce Allah, Kuran’da kendisiyle ilgili olarak bazen ‘biz’ ifadesini kullanıyor. Bunun izahını yapar mısınız?
Yunus HAKTAN/TRABZON
Genel olarak Kuran’da yüce Allah’ın zat ve sıfatlarından bahseden ayetlerde bazen tekil, bazen de çoğul zamiri kullanılmıştır. Kuran’daki ‘biz’ ifadesi O’nun azamet ve şanının yüceliğini göstermektedir. Hemen bütün dillerde saygı ve yücelik ifadesi olarak tekil yerine çoğul kelimeler kullanılmaktadır.
Şirk ve küfür ne anlamlara geliyor, açıklar mısınız?
Abdulhadi EREN/GAZİANTEP
Küfür, dini esaslardan bir veya birkaçını inkár etmek; şirk ise Allah’ın tanrılığında isim, sıfat ve fiillerinde eşi, dengi ve ortağı bulunduğunu kabul etmek demektir. Şirk ile küfür birbirine yakın iki kavramdır. Aralarındaki fark, küfrün daha genel, şirkin ise daha özel olmasıdır. Bu anlamda her şirk küfürdür, fakat her küfür şirk değildir.
İman artar veya eksilir mi?
Nihat SERİN/ANKARA
İman, inanılması gereken hususlar açısından artmaz ve eksilmez. Bir kimse, iman esaslarının tümünü kabul edip de bir ya da birkaçına inanmazsa, iman etmiş sayılmaz. Bu durumda, iman gerçekleşmediğinden, artması ve eksilmesi söz konusu değildir. Ancak güçlü ve zayıf olmak açısından farklılık gösterir; kiminin imanı kuvvetli, kiminin zayıftır.
İmanda bu çeşit farklılığın bulunduğuna Kuran-ı Kerim’de şöyle işaret edilmiştir: ‘Herhangi bir sure indirildiğinde, içlerinden (alaylı bir şekilde) ‘Bu hanginizin imanını artırdı?’ diyenler olur. İman etmiş olanlara gelince, inen sure onların imanını artırmıştır’ (Tevbe 9/124). ‘O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir’ (
Fetih 48/4). ‘Allah’ın ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların (müminlerin) imanlarını artırır (Enfal 8/2).
Bir kadın, erkek doktora muayene olabilir mi?
Selvi/İSTANBUL
Muayene olabileceği kadın doktor yoksa, erkek doktora muayene olabilir.
Namazda Fatiha ve diğer sureleri zihinden geçirme, okuma sayılır mı?
Ahmet ÜSTÜN/MALATYA
Namazda dili kıpırdatmaksızın zihinden okuma, kıraat sayılmaz. Kişinin kendi duyabileceği bir sesle harfleri yerlerinden çıkartarak okuması gerekir. Aksi halde namazın rüknü olan kıraat yerine getirilmemiş olur.