Güncelleme Tarihi:
Şekersiz kahveden 600 milyonluk koltuklu Meclis'e
Milletvekillerimizin beheri 600 milyonluk koltuk sevdası bana Mazhar Müfid Kansu'nun yazdıklarını hatırlattı.. Devletin kurucularının Kurtuluş Savaşı günlerinde değil koltuk, kahve için şeker alacak parayı bile bulamadıkları günlerin öyküsünü...
Meclis, bugünlerde son yılların en önemli kararlarından birini verecek... Enflasyonun düşmesinden, terörün son bulmasından, hatta irticanın nihayete ermesinden de önemli bir karar bu: Milletvekillerimizin genel kurulda bizleri temsil ederken oturacakları 600 milyonluk koltukların nasıl olacağı belirlenecek... Ceylan derisiyle mi yoksa bir başka cins deriyle mi kaplanacakları kararlaştırılacak...
Gazetelerde çıkan koltuklarla ilgili haberler beni bir hayli memnun etti... Zira ilk meclisin açılmasından hemen sonra, yani 1920'lerde yaşananları, çekilen sıkıntıları ve bütçeye birkaç kuruş bulabilmek için gösterilen gayretleri biliyordum... Parasızlık, o günlerden sözeden hatıralardaki ortak konuydu...
Dolayısıyla bir zamanların böylesine parasız meclisinden bugünün mirasyedi, har vurup harman savuran parlamentosuna geçmiş olmamız beni mutlu etti... Demek ki artık bütün sıkıntılarımızı sona erdirmiş, tamamiyle kalkınmıştık... Halledemediğimiz tek mesele milletvekillerimizi nasıl rahat ettireceğimiz, onları hangi yumuşak koltuğa oturtacağımızdı ve bu derdin de devasını bulmak üzereydik...
İşte böylesine bir mutluluk içerisinde, Milli Mücadele'nin parasız günlerinden sözeden birkaç hatırata yeniden bakayım, Meclisi ve hükümeti kara kara düşündüren o günlere dönüp nereden nereye geldiğimizi bir daha göreyim dedim... Sonra, bu konudaki en samimi kaynaklardan birini, Mazhar Müfit Kansu'nun Tarih Kurumu'ndan çıkmış olan kitabını karıştırdım: ‘‘Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber’’i... Kansu, Kurtuluş Savaşı'nda çekilen parasızlığı sayfalar boyunca anlatıyordu ve yazdıkları nereden nereye geldiğimizin en güzel belgelerinden biriydi...
Kansu'nun sözünü ettiği birkaç olayı burada aktarıyorum... Ama siz bu kadarla yetinmeyin, milletvekillerimizin beheri 600 milyonluk koltuk sevdası hakkında hoş şeyler düşünüyorsanız Mazhar Müfit Kansu'nun hatıralarının tamamını mutlaka okuyun...
Sıvas Kongresi’nde şeker almaya bile para yoktu
Okumamış olanlar için söyleyeyim: Mazhar Müfit'in kitabı, İstiklâl Savaşı'yla ilgili olarak yazılmış en içten eserlerden biridir... Hatıradan ziyade romanı andırır ve ibret dolu olaylardan sözeder...
İşte, bu olaylardan birkaçı:
Erzurum Kongresi yapılmış, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Sıvas'a doğru yola çıkma hazırlığına girişmişlerdir... Ama küçük bir eksik vardır: Para...
Gerisini, Mazhar Müfit'ten okuyalım:
‘‘...Bizim sivil karargâhın masraflarına para dayandırmak kolay değildi. Gerçi en asgari hayat şartlarına tabi olarak ve askeri tabldottan yemek alarak geçiniyorduk. Buna rağmen, umumi masrafları ve ihtiyaçları karşılarken, para bütün ihtimamımıza rağmen suyunu çekmekteydi.
...Paşa, para ile meşgul olmaktan hoşlanmazdı. Alışveriş etmeyive her türlü gelir ve giderle meşgul olmayı bana bırakmış, 800 lirasını da yine bana vermişti. Bunun içindir ki para mevzuunda sıkıntılı vaziyette idik ve cepten yiyorduk. Paşa ‘‘Hazırlığımız tamamlandı mı? Ağustos'un 29. günü hareket edebiliyor muyuz?’’ dedikçe, beynim burgu ile delinircesine zonkluyor, gözlerim ‘‘Parrrra!’’ diye kararıyordu. Paşa'nın azim ve cesaretini kırmamak için ona ‘‘Ne ile gideceğiz? Para nerede?’’ diyemiyordum...’’
Ve, bir başka parasızlık öyküsü:
Sıvas Kongresi yapılmış ve çalışmalar aynı hızla devam etmektedir:
‘‘...Mustafa Kemal Paşa, Hüsrev Sami Bey'le bana ‘‘Birer kahve içeriz de öyle gidersiniz’’ diyordu. Bu, ‘‘Sabahlayacaksınız’’ demenin müjdesiydi. Kalktık. Emirber Ali'ye emretti:
- Ali, bize birer şekerli kahve yap.
Ali ‘‘Paşam, şeker yok. Sade yapayım mı?’’ deyince, Paşa gülerek yüzüme baktı: ‘‘Canım Mazhar Müfit, niçin şeker aldırmıyorsun?’’ dedi. Ben de gülerek ‘‘Yarın inşallah aldırırım’’ dedim ve ilâve ettim: ‘‘Hele şimdi sade içelim’’...
Emirber Ali sade kahveleri pişirmek üzere odadan çıktıktan sonra Paşa, mahzun mahzun gözlerini gözlerimde dolaştırarak ‘‘Farkındayım, yine züğürtledik’’ dedi.
- Evet Paşam. Hem züğürtledik, hem de mevcut paramız şeker almaya müsait değil. Şeker çok pahalı...’’
Nostaljide İzmir farkı
‘‘Suna ve İnan Kıraç-Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü’’nün çıkarttığı ‘‘19. Yüzyıl İzmir Fotoğrafları’’ albümü, İzmir'in geçen asırda İstanbul'un bir türlü yapamadığını yapışının, batıya açılıp sanayileşmesinin görüntülü belgesi...
İzmir 19. asırda İstanbul'un bir türlü yapamadığını yapmış, batıyla bütünleşmenin öncülüğünü etmişti... Bunda açık liman oluşuyla nüfus yapısının büyük rolü vardı ve şehir bu avantajı maharetle kullanmış, hem açılmanın hem sanayileşmenin öncüsü olmuştu...
‘‘Suna ve İnan Kıraç-Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü’’nün çıkarttığı ‘‘19. Yüzyıl İzmir Fotoğrafları’’ albümünün hemen her sayfasında, ben şehrin bu özelliğini gördüm... Çoğu geçen asıra, birkaçı da bu yüzyılın başına ait olan fotoğraflar, İzmir'in macerasını hareketli bir filim, bir sinema gibi göstermedeydi... O dönem İstanbul'unu konu alan resimlerdeki görüntülerin aksine, İzmir bir koşuşturmayı yaşıyordu... Bir yerde yeni bir liman inşa edilirken başka bir yerde incir müsabakaları yapılıyor, üzümler sepetlere doldurulurken genç kızlar halılara ilmik üstüne ilmik atıyor, gemiler yükleniyor, liman dolup boşalıyordu... Oturduğu yerde poz vermiş bir İzmirli neredeyse yok gibiydi...
İzmir albümü, bana geçen asırdan kalan ve hâlâ yayınlanmayı bekleyen öteki albümlerin geleceğini düşündürdü... En başta, Yıldız Albümlerinin geleceğini... Abdülhamid'in imparatorluğun en ücra köşesine görüntülettiği yerleri gösteren ve bir-ikisi dışında hiçbiri yayınlanmamış olan albümlerdi bunlar...
Şimdi İstanbul Ünivesitesi Kütüphanesi'nde yayınlanacakları günü bekliyorlarlar.. Ama işin garibi vakti zamanında birkaçının kopyesini almış olan adamın biri herbir karesinin filmini kendi malıymış gibi hem de dolarla satıyor ve ne üniversite ağzını açıp tek kelime ediyor buna, ne de kütüphanedekiler...
Günün birinde belki bir elini uzatan çıkar ve Yıldız albümleri de İzmir fotoğrafları gibi yayınlanır, kimbilir...
İnteraktif TARİH
Erdal AKBIYIK - EDİRNE: John Bennett ve kitabı hakkında daha önce yazmıştım. Bennett, hayatının son senelerinde mistisizmle uğraşmış ve İngiltere'de bir de mistik grup kurmuştu. Hakkında İnternet'ten de bilgi alabilirsiniz. Yan tarafta Bennett'in küçük de olsa bir fotoğrafını görüyorsunuz. Tanıdığınız kişinin o olup olmadığı konusunda belki yardımcı olur.
Hüseyin KILIÇ - ANTALYA: Münir Nureddin ‘‘Hazin teraneler’’i armonize edilmiş olarak plağa okumuş ama plak piyasaya verilmemiştir. Eser, Refik Fersan'a aittir, ‘‘Düştü enginlere bir ince hüzün’’ sözleriyle başlar. Kayıt Türkiye'de değil, Mısır'da yapılmıştır. ‘‘Hazin teraneler’’le beraber plağa okunmuş olan diğer eser ‘‘Hem aldandım hem aldattım’’dır, ayni besteciye aittir ve o da piyasaya çıkmamıştır.
ZAPTİYE
Zaptiye katkınızı bekliyor
Çevrenizde birileri başkasının kitabının üzerine imzasını atıp kendi adıyla mı yayınladı? Veya tarihî, kültürel bir cinayete mi tanık oldunuz? Bana yazın, ama kanıtıyla yazın... İster doğrudan Hürriyet'e adıma gönderin, ister ‘‘PK. 250 Teşvikiye-İstanbul’’ adresine yollayın, isterseniz (212)2276124 numaralı faksa bildirin ve hemen meşhur edelim o kişiyi... Unutmayın: ‘‘Kültürel muhbirlik, tarihimizin ve kültürümüzün emniyetidir’’.