Güncelleme Tarihi:
Ruslar Hüseyin’in babasını Ortaköy’den kaçıracaklardı
Ortaköy 1950’lerin sonunda maceralı ama basına pek yansımayan bir kaçırma girişimine sahne oldu. Ruslar ve Mısır’ın Nasır’ı, Kral Hüseyin’in delirdiği için tahttan indirilip Ortaköy’de bir kliniğe kapatılan babası sabık Kral Talâl’ı kaçırmaya kalktılar ama beceremediler.
Filimleri andıran bu kaçırma öyküsü, basına pek yansımadı. Başrolde üç kişi vadı: Ürdün'ün sabık kralı Talâl, yaveri ve Ortaköy’deki özel bir kliniğin genç asistanı.
Kral Hüseyin'in babası Talâl 1951 Temmuz'unda oturduğu Ürdün tahtında sadece bir sene kalabilmiş, önceden bilinen deliliği gizlenemez hale gelince azledilmiş, yerini henüz 17 yaşında olan oğlu Hüseyin almış ve sabık kral 1953 yazında İstanbul'a yollanıp Ortaköy Şifa Yurdu'na kapatılmıştı.
Geniş bir korunun içindeki şifa yurdunda Talâl'a ve yaverlerine birkaç oda tahsis edilmişti. Talâl zamanını artık hemen her gün yaverlerini dövmekle, bazan da balkona çıkıp ağaçlara selâm durmakla yahut vakitli vakitsiz ezan okumakla geçirecek ve 7 Temmuz 1972'de hayata veda edişine kadar tam 19 sene Ortaköy'de yaşayacaktı.
1950’lerin sonu, Mısır'da krallığı deviren Nasır'ın sırtını Sovyetler'e dayayıp esip gürlediği, Arap dünyasının liderliğine oynadığı günlerdi... Arapların çoğu Mısır'ın dümen suyundan gidiyor Ürdün'ün genç kralı Hüseyin ise Nasır'a pek aldırmaz görünüyordu. Dolayısıyla Kahire'yle Moskova'da Hüseyin'i devreden çıkartmanın yolları aranıyordu ve bu yollardan biri, Ortaköy'deki sabık kralı kaçırıp Ürdün dışında yeniden kral ilân etmekti. Talâl hastahaneden çıkartılacak ve bir Rus gemisiyle Kahire'ye götürülecekti.
Devrik krala her gün sakinleştirici iğne yapılıyordu ve bu vazife yaverlerden birine aitti. Mısır ve Rus ortak yapımı filimde, başrolü işte bu yaver üstlendi. O akşamki iğne normal dozun bir hayli üzerinde yapılınca kral derin bir uykuya daldı, çamaşır sandığına yerleştirildi, cenazelerin nakledildiği dehlizden geçirilip sahildeki mescide götürüldü.
Plan buraya kadar mükemmel işlemişti ama yaverle beraberindekiler şifa yurdundaki genç bir asistanın vaziyetten şüphelenip polisi önceden haberdar ettiğinden habersizdiler. Rus şilebinin yollayacağı motoru gözledikleri sırada polis ve MİT mescidi bastı, hâlâ mışıl mışıl uyuyan Talâl odasına geri götürüldü; iğneci yaver de hemen Amman'a, Hüseyin'e yollandı.
Kral Hüseyin, tahtını büyük tehlikeden kurtaran genç asistana mükâfat olarak üstü açık şık bir otomobil gönderdi. Asistan sonraları Türkiye'nin en meşhur nöroloji profesörlerinden olacak Talâl ise çamaşır sandığında yaptığı birkaç saatlik seyahati asla öğrenemeyecekti.
Kral, Balıkçı’yla uzaktan akraba olurdu
Kral Hüseyin rahmet-i rahmana kavuştu. Geçen hafta Ürdün Kralı'nın Şerif Hüseyin'in, yani ilk dünya savaşı sırasında Arap isyanını başlatıp Ortadoğu'yu Osmanlı'dan kopartan Mekke Emiri'nin torununun çocuğu olduğunu, Haşimi ailesinden geldiğini, o aileden hiçbir kralın yatağında can verememiş olduğunu, hayatlarının isyanlarla, suikastlerle yahut şüpheli kazalarla noktalandığını yazmıştım.
Kral’ın ölümüyle Haşimi ailesindeki ‘‘yatakta can verememe’’ geleneği bozuldu ve bu aileye mensup bir kral tarihte ilk defa dünyadan yakınları başucunda bekledikleri sırada ayrıldı.
Kral Hüseyin'in bizim Halikarnas Balıkçısı’yla olan bağlantısından bilmem haberdar mıydınız?
Şerif Hüseyin'in oğullarından Zeyd, Kral Hüseyin'in büyük amcasıydı. 1896'da İstanbul'da doğmuş, İstanbullu bir kızla, Şakir Paşa'nın kızı Fahrünisa'yla evlenmişti. Paşa'nın Cevat adında bir de oğlu vardı ve biri prenses unvanını alan, diğeri sıradan vatandaş olarak kalan bu iki kardeş sonraki senelerde iki meşhur sanatçı oldular: Erkek kardeş ‘‘Cevat Şakir Kabaağaçlı’’ veya sadece ‘‘Halikarnas Balıkçısı’’ olarak tanındı, resimle uğraşan kızkardeş ise ‘‘Prenses Fahrünisa Zeyd’’ adıyla Türk resminin önde gelen temsilcilerinden sayıldı. Şerif Hüseyin'in gelininin ailesindeki sanat merakı bu isimlerle de kalmadı. Fahrünisa'nın Şerif Zeyd'den önceki evliliğinden olan bir kızıyla bir de oğlu vardı ve onlar da sanatçıydı: Tiyatrocusu Şirin ve ressam Nejat Devrim kardeşler. Aynı aileden seramikçi de çıktı: Prenses Fahrünisa Zeyd'in kardeşinin kızı Füreya...
Sahte sultan Fransız TV'sini bile kandırdı
Fransa'nın en çok seyredilen kanallarından olan TV-5, sahte bir prensesin oyununa geldi. Asıl adı Nesrin olan, Büyükada'da yaşayan ve Türk gazetelerinde hakkında daha önceleri ‘‘düzmece prenses’’ diye haberler çıkan bir kadın ‘‘Neslişah Sultan’’ ismini kullanarak TV-5'te dakikalarca konuştu. ‘‘Gerçek’’ Neslişah Sultan ise Fransız TV'sinden düzeltme istedi.
Gülçin Telci, köşesinde geçenlerde sahte bir prensesten bahsediyordu. İstanbul'un adalarından birinde yaşayan Nesrin adında oldukça şişman bir hanım prensesliğe özenip ‘‘Neslişah’’ ismini takınmış, ‘‘Ben Neslişah Sultan'ım’’ diye ortalara dökülüp el-etek öptürmeye başlamıştı. Banka kapılarını aşındırıyor, ‘‘Avrupa'da çok geniş çevrem vardır. Size oralardan döviz ve kredi bulurum. Komisyonumun yüzdesi üzerinde anlaşırsak paraları hemen gelir’’ diyordu ama bankacılar Nesrin Hanım'ın asıl kimliğini öğrenmiş ve kapıyı göstermişlerdi.
Düzmece sultanın Gülçin'in yazdıklarından sonra uslanacağını, hiç olmazsa bir müddet ortalara pek çıkmayacağını zannedenler yanıldıklarını 29 Ocak gecesi anladılar. İsminin aslı Nesrin, düzmecesi Neslişah olan aynı hanım o gece Türkiye dışında arz-ı endâm ediverdi: Bir Fransız TV'sinde, TV-5'teki ‘‘Thalassa’’ programında göründü, ‘‘prenses’’ diye tanıtıldıktan sonra ‘‘dedelerinden’’ bahsetmeye kalktı ama ‘‘dedeleri’’ olduklarını iddia ettiği isimleri birbirine soktu. Meselâ son halife Abdülmecid Efendi'yle Sultan Abdülâziz'i karıştırdı, Abdülâziz'e yarım asır daha ömür bağışlayıp taaa 1920'lere kadar getirdi; sonra Osmanlı ailesiyle hiçbir alâkası olmayan isimler sıraladı ve neticede Thalassa programını hazırlayan Fransızlar bir güzel oyuna gelmiş oldular.
Osmanlı ailesinde bugün iki Neslişah Sultan vardı. Sultan Vahideddin'le Halife Abdülmecid Efendi'nin torunu ‘‘Büyük Neslişah’’ ve Sultan Abdülhamid'in torunu ‘‘Küçük Neslişah’’ sultanlar. Sahte prensesin bu televizyon macerası herkesten önce ismini takındığı kişiyi, yani ‘‘büyük’’ ve ‘‘gerçek’’ Neslişah Sultan'ı harekete geçirdi. Neslişah Osmanoğlu düzmece prensesin konuk edildiği Thalassa programının yapımcılarına ve Fransız 5. kanalına birer mektup gönderdi; ‘‘Ekrana çıkarttığınız kadının ailemizle hiçbir alâkası yoktur. Fransız televizyonununun böyle bir hataya nasıl düştüğünü bir türlü anlayamıyorum’’ dedi ve düzeltme istedi. ‘‘Gerçek’’ Neslişah Sultan, şimdi savcılığa suç duyurusu hazırlığında...
Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunun 700. yıldönümü münasebetiyle program yapacak olan televizyonlara, kutlamalara katılan ve sponsorluk alan şirketlere küçük bir hatırlatma: Düzmece sultan bugünlerde sizin de kapınızı çalabilir, dikkatli olun ve bu köşede yayınladığım resimlere iyice bakın. Hangisinin gerçek prenses, hangisinin sahte olduğu zaken hemen anlaşılmıyor mu?
Çin'e Çin porselenini Osmanlı gösterecek
Dünyanın en zengin Çin porseleni kolleksiyonlarından biri asırlardır Topkapı Sarayı'ndadır. Benzerleri bugün Çin'de bile yoktur, zira Pekin'de saklanan son birkaç parçanın da 1960'lı senelerdeki Kültür Devrimi sırasında imha edilmesi Topkapı'dakileri ‘‘tek’’ kılmıştır.
Çinliler, dünyayı kıskandıran porselenleriyle yüzlerce yıl aradan sonra önümüzdeki sonbaharda yeniden tanışacaklar. Kültür Bakanlığı, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunun 700. yılı kutlamaları çerçevesinde Çin'in üç büyük şehrinde sergiler açacak ve bu sergilere Topkapı'daki porselenler gönderilecek.
Dün görüştüğüm Kültür Bakanı İstemihan Talay, Türkiye'de Osmanlı'nın 700. kuruluş yıldönümü olarak kutlanan 1999'un Çin Halk Cumhuriyeti'nin ellinci kuruluş yılı olduğunu söyledi ve bu sergiler sayesinde Türkiye'yle Çin arasında varolan stratejik ve diplomatik işbirliğinin kültürel alanlara taşınacağını anlattı.
Tarihin garip cilvelerinden biri bu sene Pekin'de yaşanacak ve Osmanlı hükümdarlarının kolleksiyon merakı milyonlarca Çinliyi asırlar sonra atalarının göznuruyla buluşturacak.