Güncelleme Tarihi:
Cem'e sığınma hakkı verip sonra da zehirlemişlerdi
Bu yazıyı okuyup kanlı bir terör örgütünün elebaşısını Türk tarihinin en zarif prenslerinden biriyle mukayeseye kalkıştığımı sakın ola ki düşünmeyin. Ben sadece, Roma'yla bundan tam beş asır önce yaşadığımız bir olayı ve İtalyanlar'ın elde ettikleri bir kozu Türkler aleyhine ne şekilde kullandıklarının geçmişteki örneklerinden birini vermeye çalıştım, o kadar.
Bu yazı, beş asır öncesinden kalan hüzün, acı ve ıztırap dolu bir hikâyedir...
Cem Sultan, Türk tarihinin en bahtsız isimlerindendi. Fatih'in oğluydu ve zamanının en meşhur alimlerinin elinde yetişti. Devlet idaresine daha çocuk yaşındayken alıştırıldı; sancak beyliği ve valilik yaptı.
Babası 1481 Mayıs'ında öldüğü zaman Cem henüz 22 yaşındaydı ve İstanbul tahtına ağabeyi Bayezid geçti. Cem başkaldırdı, sultanlığını ilân etti ama ağabeyinin gönderdiği orduların karşısında yenildi. Tek bir çaresi kalmıştı: Osmanlı topraklarını terketmek... Öyle yaptı, Mısır ve Hicaz taraflarına gitti, sonra yeniden Anadolu'ya geçip ağabeyiyle bir başka savaşa tutuştu, tekrar yenilince de memleketini ebediyyen terketti, asırlar boyunca tarihin en büyük gurbet maceralarından sayılacak olan 13 senelik bir gurbete atıldı.
İlk durağı, Rodos'tu. Adanın o zamanki hâkimi olan şovalyeler Cem'i hem Avrupa'ya, hem ağabeyi Bayezid'e pazarlamaya çalıştılar, iki taraftan da binlerce altın kopardılar ama bir Türk baskını endişesiyle Cem'i Fransa'ya geçirdiler. Avrupa'daki hemen bütün devletler Cem'i ele geçirebilmek için uğraşıyor, şovalyeler ise şehzadeyi bir şehirden ötekine taşıyorlardı. Şovalyelerin reisi d'Aubusson bu tehlikeli maceraya nihayet bir nokta koydu: Yüklü bir para ve kardinal unvanı karşılığında Cem'i Roma'ya, Papa İnnocent'e satıverdi.
Fatih'in bu en sevgili oğlu artık Roma'daydı ve Hristiyan dünyasının Türkler'e karşı hem pazarlık hem tehdit konusu haline gelmişti. Papa'nın hayali Cem'i İstanbul'a karşı başlatılacak bir Haçlı seferinde kullanmaktı, hattâ bu iş için Tuna boylarında bir Macar ordusu bile bekletiliyordu ama şehzade memleketine karşı olan bütün bu teklifleri reddetti. Venedikliler'le Napoli Krallığı da Cem'i Papa'nın elinden alabilmenin yarışındaydı; Papa ise İstanbul'dan daha fazla haraç alabilmenin peşinde... Bayezid, tahtın rakibi Cem'i kendisine iade etmesi yahut öldürmesi için Vatikan'ı hazineler teklif ediyor, Papa ise İstanbul'un altın musluklarını açık tutabilme çabasıyla Cem'i kaleden kaleye naklediyor ve İstanbul'dan devamlı bir haraç alma yolunu seçiyordu.
Derken İnnocent öldü, yerini o zamanların İtalya'sının en kanlı ailelerinden birinden, Borjiyalardan gelen Roderica aldı ve 6. Alexandre ismiyle papalık tahtına oturdu. İtalyanlar Cem'i Alexandre zamanında da pazarladılar ve Bayezid'den kâh tehditle ve kâh vaadlerle her sene gene keseler dolusu altınlar alındı. Günün birinde Fransa Kralı 8. Charles Cem'i kullanarak Kudüs'e doğru bir Haçlı Seferi planladı. Şehzadeyi ele geçirmek için Roma'ya girdi ve Papa için Cem'i krala vermekten başka çare kalmadı. Papa Alexander şehzadeyi Fransız kralına teslim etti ama bahtsız Cem bir başka gurbete uzanışından birkaç gün sonra, 1495'in Şubat'ında acılar içinde kıvranarak can verdi. Papa, seneler boyu haraç kaynağı olan şehzadeyi başkasına yâr etmemiş, Kral'a vermeden önce zehirlemişti...
Cem'i tam 13 yıl İstanbul'a karşı senelerce koz niyetine kullanan Avrupa, şehzadenin tabutunu bile para vasıtası haline getirdi. Tabut yeniden şehir şehir dolaştırıldı. Cenazesi Bursa'ya getirilip defnedildiğinde ölümünün üzerinden iki sene geçmiş ve Bayezid'e çok büyük bir hazineye malolmuştu.
Fatih'in oğlu Cem Sultan'ın hazin macerası işte kısaca böyle. Ama bu yazdıklarımı okuduktan sonra Türk tarihinin bu en zarif prenslerinden biriyle dünyanın en kanlı terör çetesinin elebaşısı arasında benzetmeye kalkıştığımı sakın ola ki düşünmeyin. Ben, Roma'yla bundan tam beş asır önce yaşadığımız bir olayı ve Avrupalılar'ın, özellikle de İtalyanlar'ın Türkler aleyhine elde ettikleri bir kozu nasıl kullandıklarının geçmişteki örneklerinden birini vermeye çalıştım, o kadar.
Cem Sultan İtalya'dan bu şiirle feryad ediyordu
Cem Sultan, 15. asır Türk Edebiyatı'nın en seçkin şairlerindendi. Türkçe ve Farsça iki divan hazırlamış, başka kitaplar da kaleme almış ve gurbet ıztırabını şiirlerine aksettirmişti.
Aşağıda, Cem Sultan'ın en meşhur şiirlerinden birinin, geride bıraktığı oğlu Oğuz Han'ın idamını haber aldıktan sonra yazdığı ‘‘İy vefâsuz hâin-i b;-emn ü b;-âmân felek / V'iy hatâ-perver belâ bahş u kazâ-gerdân felek’’ diye başlayan kasidesinin bazı beyitleri günümüz Türkçesi'yle yeralıyor.
‘‘Ey vefasız, hain, inanılmayan, amansız, hatalar ve günahlar besleyen, belâlar veren, kaza çarkını döndüren felek! Ey zulüm ile zamanın, her devrin sultanının kanını içen; baştan başa eziyet, mihnet, dert ve inlemeler saçan felek!
...Senin zulmünün mutfağında yüz bin ciğer ateşlere atılmış olsa bile bunda şaşacak ne var ki? Zira gökkubbe senin eziyetinin ve kahrının basamağına konmuş bir kazandan ibaret.
...Vaktiyle Anadolu'ya baştan başa hükmederken eyvâhlar olsun ki, bana şimdi Frengistan'ı mesken kıldın. Senin beni Frengistan'ın girdabına salmandan beri gözlerimden denizler gibi kanlı yaşlar akıyor. Gözlerim burada o kadar çok yaş döktü ki, Atlas Okyanusu bile bu yaşlardan taşıp çağlamaya başladı.
...Ey düzgün işleri bozan, şâhların şâhı Cem'i muradına ulaştırmayan felek! Ayın ve güneşin beni yerde bu halde görür görmez karalar giyip matem tutmaya başladığını farketmiyor musun?
...Felek! Sen benim canımı yaktın, ömrümün duvarını yıktın! Senin de çardağının söğüdü yıkılsın, başaşağı olsun!’’ (Münevver Okur'un ‘‘Cem Sultan, Hayatı ve Şiir Dünyası’’ndan)
Son mühür de saraya döndü
Topkapı Sarayı'na geçen Çarşamba günü sessiz sadasız ama önemli bir bağış yapıldı. Osmanlılar'ın son hükümdarı Sultan Vahideddin'in torunlarından bir sultan, Neslişah Osmanoğlu, büyükbabasının üzerinde ‘‘Muhammed Vahideddin’’ yazılı altın mührünü saraya hediye etti.
Topkapı Sarayı'nda, geçen Nisan ayında tantanalı bir bağış merasimi vardı. Osmanlı hükümdarı İkinci Abdülhamid'in Paris'in Hotel Druout mezat salonunda açık arttırmaya konan iki adet mührünü satın alan Türk işadamları, mühürleri Kültür Bakanı'nın da katıldığı bir merasimle saraya hediye etmişler, merasimde mehter vurmuş, yerli ve yabancı bir basın ordusu orada hazır bulunmuştu.
Sarayda geçen Çarşamba günü Nisan ayındaki bu bağışın bir benzeri oldu. Ama bu defa ne TV kameraları vardı, ne fotoğrafçılar, ne de muhabirler... Osmanoğulları'nın son hükümdarı Altıncı Mehmed Vahideddin'in torunlarından bir sultan, Neslişah Osmanoğlu, büyükbabasının altın mührünü Topkapı Sarayı'na hediye etti ve herşey sessizce olup bitti. Neslişah Sultan, büyükbabasının mührüyle beraber, hükümdarın tek oğlu olan ve hayata çok genç yaşta veda eden Şehzade Mehmed Ertuğrul Efendi'nin altın mührünü de saraya bağışladı.
Padişahın şehzadelik senelerinde kullandığı som altın mühür Neslişah Sultan'a Sultan Vahideddin'in kızı olan annesi Sabiha Sultan'dan intikal etmişti, üzerinde ‘‘Muhammed Vahideddin’’ yazılıydı. Saraya tesliminden önce geleneklere uyuldu, üzeri çizilip iptal edildi. Sonra eritilmiş balmumuna basıldı, çizilmiş olduğu açık şekilde görüldü ve saraya işte bu iptalden sonra verildi.
Mührün, sahibinin Türkiye'den ayrılışının üzerinden tam 77 yıl geçtikten sonra atalarının sarayına dönüşüne ilgililer dışında şahit olan tek kişi bendim. Neslişah Sultan'ın bağışını o gün tesadüfen Topkapı'da bulunan Kültür Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Tekin Aybaş'la sarayın müdiresi Dr. Filiz Çağman teslim aldılar. Hükümdarın torunu, ailenin 70 küsur seneden beri muhafaza ettiği bu en kıymetli yadigârının cedlerinin sarayına dönmesinden bir hayli memnundu. ‘‘Mührün yerini bulduğunu’’ söyledi. ‘‘Millete intikali gerekiyordu ve bu intikal aradan çok uzun bir zaman geçtikten sonra yapıldı. Darısı diğerlerinin başına’’ dedi. Sonra, benden bu konuda birşey yazmamamı rica etti. ‘‘Bağışların sessiz ve reklâm edilmeden yapılması gerektiğini’’ söyledi. Bu asil arzuya uyup uymama konusunda iki gün boyunca tereddüt geçirdim ama zannedersem gazeteciliğim ağır bastı ve o gün Topkapı Sarayı'nda yaşanan bu duygusal bağışı hiç olmazsa bu kadarıyla yazıp hadiseden sizleri de haberdar edeyim dedim.