Öteki Dünya

Güncelleme Tarihi:

Öteki Dünya
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 26, 1998 00:00

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

İlk Meclis'e Sabancı sponsor oldu

Müzeler konusunda geçen hafta önemli gelişmeler yaşadık. Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın çağrısına uyan Sabancı Holding 500 bin dolarla ilk meclis binasının sponsorluğunu üstlenirken, yeni vergi yasasıyla belediyelerin eli müzelerin cebinden çıkartıldı.

Geçen hafta müzeler ve kültür konusunda sessiz ama çok önemli iki gelişme yaşadık. İlki, işadamı Sakıp Sabancı'nın modern Türkiye'nin belki de en önemli binası olan Ankara'daki ilk Büyük Millet Meclisi binasının restorasyonu için 500 bin dolar harcamayı üstlenmesi, diğeri Meclis'te haftalar boyu sabahlara kadar süren bir çabayla çıkartılan yeni vergi yasasının belediyelerin elini müzelerin cebinden çekmesiydi. Yasa bir başka yenilik daha getirdi ve kültür ve sanat faaliyetlerine sponsorluk edecek şirketlerin bu harcamalarının yüzde beşini vergi matrahından düşürmelerine de imkân verdi.

1920'nin 23 Nisan'ında açılan ilk meclise ev sahipliği yapan ve Kurtuluş Savaşı'nın bütün heyecanının yaşandığı eski meclis binasının restorasyonuyla ilgili gelişme, Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın bir süre önce Sakıp Sabancı'ya gönderdiği bir mektupla başladı. Kültür Bakanı bugün ‘‘İnkılâp Müzesi’’ olan eski meclis binasının giderek harabolduğunu söylüyor, başlattığı müzeleri sponsorlar eliyle ihya etme çalışmalarından söz ediyor ve Sabancı'ya ‘‘Cumhuriyetin temellerinin atıldığı bu ilk meclis binasının sponsorluğunu üstlenmeyi düşünmez misiniz?’’ diye soruyordu.

Sakıp Sabancı sponsorluğu kabul etti ve Kültür Bakanı Talay'a binanın restorasyonu için 500 bin dolar yani 135 milyar lira vermeye hazır olduklarını söyledi. Anlaşma 6 Ekim'de Ankara'da yapılacak olan bir törenle kutlanacak. Sakıp Sabancı kendisinde bulunan Kurtuluş Savaşı'yla ilgili iki önemli belgeyi de bu törende bakanlığa devredecek ve Kurtuluş Savaşı'nın bütün heyecanının yaşandığı ilk meclis binası, VAKSA'dan aktarılacak 500 bin dolarla çağdaş müzecilik anlayışını uygun bir şekilde elden geçecek. Birilerinin yeni meclisin ceylan derisi koltuklarına trilyonlar yatırmakla meşgulken unutup çürümeye terkettikleri tarihi meclis binasını böylece iş dünyası kurtaracak...

Diğer gelişme ise hafta başında Meclis'te yaşandı ve yeni vergi kanununun 81. maddesinin (g) bendinin kabul edilmesiyle müze gelirlerinin yüzde 40'ının belediyelere devredilmesi gibi senelerdir devam eden garip bir uygulamaya son verildi.

Bu garabet yıllar önce kimin aklına geldiyse gelmiş ve Ayasofya, Topkapı Sarayı, İslam Eserleri gibi yılda yüzlerce milyarlık bilet geliri olan büyük müzelerden Anadolu'nun ücra köşelerindeki en küçüklerine kadar Türkiye'de ne kadar müze varsa hasılatının yüzde 40'ını belediyelerin alması kanun hükmü olmuştu. Kültür Bakanlığı'nın genel bütçe içerisindeki payı zamanla giderek azalmış, bakanlık müzelerde büyük restorasyolar yapmak bir yana duvarlara tek bir çivi bile çakamaz hale gelmiş ama belediyeler bilet gelirlerinin yüzde 40'ını almaya devam etmişlerdi.

Türkiye'ye mahsus bu acayip uygulamaya yeni vergi yasasıyla son verildi ve müze gelirlerindeki belediye payı yüzde 5'e indirildi. Müzelerin dışının çevre temizliğini ve bakımını yapan belediyeler bundan böyle müze hasılatının sadece yüzde 5'ini alabilecekler.

Dün görüştüğüm Kültür Bakanı İstemihan Talay, uygulamada bir başka değişiklik daha yapıldığını ve yine bugüne kadar müze gelirlerinin yüzde 19'unu alma hakkı bulunan Maliye Bakanlığı'nın bir protokolle bu payın yüzde 10'unu Kültür Bakanlığı'na devrettiğini söyledi. İstemihan Talay bakanlığın bu değişiklikler sayesinde sadece bu sene için 6 trilyon civarında bir ek gelir elde edeceğini ve miktarın önümüzdeki yıllarda daha da artacağını anlattı ve ‘‘Maliye Bakanlığı'ndan büyük anlayış gördük. Değişiklikler bu anlayışın neticesi olarak yapıldı’’ dedi.

Dünyadaki uygulamadan bir asır sonra olsa bile, iş dünyası şimdi bizde de müzelere yatırım yapıp sponsorluklar üstlenmeye başladı, çok şükür...

Gülbenkyan'ı da aynen böyle kaçırmıştık

Tarihlere ‘‘Bay yüzde beş’’ olarak geçen Kalust Gülbenkyan, dünyanın en zenginlerinden ve en büyük kolleksiyoncularındandı. 1940'larda özel bir müze kurmak için Türkiye'ye başvurdu, biz reddettik, o da müzesini gitti Portekiz'de kurdu. Gülbenkyan'ı kaçırma taktiğinin aynısını, bugün Ford'un İzmit'te kurmak istediği fabrika için uyguluyoruz.

Siz bu yazıyı okuduğunuz sırada İzmit'te binlerce kişiye iş imkânı sağlayacak, Kocaeli Üniversitesi'ni modern bir bilim merkezi haline getirecek ve Türkiye'nin belki de ilk cidd; çevre önlemlerini alacak olan büyük bir tesisin, Koç-Ford işbirliğiyle kurulacak olan dev otomobil fabrikasının temeli atılmakta olacak.

Fabrikanın hayata geçmesini engellemek için politikacısından mimarına, mühendisinden çevrecisine kadar elbirliğiyle giriştiğimiz karalama faaliyeti, bana 1940'lı senelerin sonunda büyük bir başarıyla engellediğimiz bir diğer girişimi hatırlattı: Şimdi Portekiz'in gözbebeği olan Gülbenkyan Müzesi'ni, Gülbenkyan Kültür Merkezi'ni ve Gülbenkyan Vakfı'nı elden kaçırışımızı...

Kalust Gülbenkyan, Osmanlı vatandaşıydı. 1869'da İstanbul'da doğmuş, İngiltere'de okuyup petrol mühendisi olmuş, önce Azerbaycan'da, sonra Irak'ta faaliyet göstermiş ve 1912'de Osmanlı devletinin petrol arama masraflarına katılacak yabancı girişimcileri o bulmuştu. Bu iş için kurulan ‘‘Turkish Petrolium Company’’nin mimarıydı ve şirketin ana tüzüğünde 1914'ün 19 Mayıs günü yapılan bir değişiklikle hisselerin yüzde beşini elde etmişti. Seneler sonra dünyanın en zenginlerinden olacak ve tarihlere bu yüzden ‘‘Bay yüzde beş’’ unvanıyla geçecekti.

Gülbenkyan'ın bir de merakı vardı: Kolleksiyonculuk... Rembrandt tablolarından bin küsur yaşındaki elyazması Kur'anlara, en nadir porselenlerden eşi emsali olmayan halılara kadar binlerce parça toplamıştı. İkinci dünya saıvaşından önce Portekiz'e yerleşti ama 1940'larda Türkiye'ye başvurdu ve ‘‘Kolleksiyonumu doğduğum memlekete bağışlamak istiyorum’’ dedi. ‘‘Bana yer gösterin, Türkiye'de bir müze kurup herşeyimi bu müzeye vakfedeyim...’’

Biz, ‘‘Bu küstah herif de kim oluyormuş ki bizde müze kurmaya kalkıyormuş? Alt tarafı ekalliyetten‘‘ deyip Gülbenkyan'ın teklifini elimizin tersiyle ittik. ‘‘Bay yüzde beş’’ de gitti, herşeyini son senelerini geçirdiği Portekiz'e bağışladı.

Portekiz'in başkenti Lizbon'da dünya kadar bina, yer ve kuruluş bugün Gülbenkyan'ın ismini taşıyor. Gülbenkyan Müzesi dünyanın en seçkin kültür merkezlerinden biri sayılıyor ve Türk eserleri seksiyonundaki bazı parçaların eşi bugün Türkiye'de bile yok. Gülbenkyan Orkestrası seçkin sanatçılara konserler verdiriyor ve böyle daha başka birçok kültür faaliyeti Gülbenkyan'ın mirasını idare eden bir vakıf eliyle yürütülüyor ve tabii bu arada Portekiz'in cebine de milyarlarca dolar giriyor...

Meclis'te gensoru önergeleriyle, diktikleri çirkinlik anıtlarıyla şehirleri birer zevksizlik mezbelesi haline getirdikten sonra mesleği bir yana koyan ve politikaya soyunan mimar-mühendis odalarının eylemleriyle ve herşeye karşı çıkmayı ‘‘çevrecilik’’ zanneden uçukların tepkileriyle karşılaşan Ford, İzmit'te yapamadığı taktirde Portekiz'e gideceğini ve fabrikayı orada kuracağını açıkladı... Gidecek, binlerce Portekizli’’ye iş verecek ve Gülbenkyan'a ‘‘Türkiye'de 50 senedir hiçbirşey değişmemiş’’ dedirtip ruhunu şâd edecek...

Saray kahvaltısı dediğin işte böyle olur

Yemek listeleri ve mönü cinsinden sofrayla ilgili eski belgeleri toplamaya meraklıyımdır...

Yandaki belge de bunlardan biri ama az bulunan cinsinden: 1914 Nisan'ında Dolmabahçe Sarayı'nda, zamanın veliahdı Yusuf İzzeddin Efendi'nin dairesinde çıkan bir ‘‘sabah taamı’’ mönüsü.

Açılış omletle oluyor, sonra piliç, arkasından da paça geliyor. Bunları börek ve pırasa takib ediyor, derken kremalı pasta konuyor masaya. Tam ‘‘Elhamdülillah, doyduk’’ deyip kalkılacağı sırada bu defa bir enginar dolması görüyorsunuz, sonra pilav, en nihayet meyve...

‘‘Sabah taamı’’ dedikleri iş hakiki bir kahvaltı mı yoksa şimdilerde pek bir moda olan ‘‘brunch’’ cinsinden bir şey mi, paça ve kremalı pasta gibisinden dokuz çeşit ‘‘hafif’’ kahvaltılıkta seçmece yapılıyor mu, yoksa hepsi birden mi yeniyor bilmiyorum. Ama bu kahvaltıyı edenleri sonradan sıkı bir mide fesadının beklediğinden eminim...






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!