Öteki Dünya

Güncelleme Tarihi:

Öteki Dünya
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 19, 1998 00:00

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Çar gömüldü, bizim kayıp mezarlar ne olacak?

Ruslar'ın son çarları Nikola ve ailesine 80 yıl sonra resmi cenaze töreni yapıp öldürülmelerini devlet başkanı Yeltsin’in ağzından resmen ‘cinayet’ diye nitelemeleri bana kaybolup gitmiş, unutulmuş yahut unutulması istenen ‘‘bizim’’ mezarları hatırlattı. İşte şimdi kimisi Türkiye'de olan, kimisi de Türkiye dışında kalan bu mezarlardan bazıları...

Ruslar, son çarları Nikola'ya itibarını 80 yıl sonra iade ettiler. Bolşevikler'in 1918'de devrim serhoşluğuyla kurşuna dizip cesedini yaktıkları Çar'la karısının, beş çocuğundan üçünün ve dört uşağının cesetlerinden geriye kalanlar Saint Petersburg'a taşındı ve biraz tartışmalı bir şekilde de olsa devlet töreniyle yeniden toprağa verildi.

Çar'ın TV'lerden naklen yayınlanan cenaze merasimi bana kaybolup gitmiş, unutulmuş, yahut siyaset ve ideoloji gereği unutulması istenen 'bizim' mezarları hatırlattı. İşte şimdi kimisi Türkiye'de olan, kimisi de Türkiye dışında kalan ve pek bahisleri geçmeyen bu mezarlardan bazıları:

Şeyh Bedreddin kimilerine göre tasavvufun en önemli adlarından biridir, kimilerine göreyse ilk Türk materyalisti. Bugün bir su borusunun altında yatıyor...

1358'de, Edirne yakınlarındaki Simavna'da doğar, Konya ve Kahire medreselerinde okur. Aykırı fikirlerine rağmen, döneminde en büyük din bilginlerinden kabul edilir. Zamanının büyük hükümdarlarının yanında bulunur, Yıldırım Bayezid'in oğlu Musa Çelebi'nin kazaskeri olur. Osmanlı tahtını elde eden Çelebi Mehmet tarafından İznik'e sürülür ve hâlâ tartışılan meşhur eseri ‘‘Varidat’’ı kaleme alır. Derken siyasete soyunur, binlerce yandaş toplar, kaçıp Rumeli'ye geçer, Çelebi Mehmet'e karşı isyan bayrağını açar. Sloganı ‘‘Ey inananlar, kardeş olunuz!’’ hadisidir. Üzerine ordu gönderilir, yakalanır, idamı hakkında fetva verilir ve şimdi Yunanistan'da kalan Serez'de darağacına çıkartılır. Sene, 1420'dir ve cesedi oradaki tekkesinin bahçesine gömülür.

Ama macerası ölümüyle de sona ermez. Lozan anlaşması gereği zorunlu göçe tabi tutulup Türkiye'ye gönderilen Serezliler mezarını açar ve 1924'te İstanbul'a Şeyh'in kemikleriyle beraber gelirler. Kemikler çinko bir kutuya konur, 18 sene boyunca Sultan Ahmet Camii'ndeki bir dolapta saklanır, oradan Topkapı Sarayı'na yollanır ve 19 yıl da sarayda kalır.

Bedreddin ikinci mezarına ancak 1961'de kavuşabilecek, kemikleri Bakanlar Kurulu'nun 23 Ekim 1961'deki 5/1840 sayılı kararıyla Cağaloğlu'ndaki Sultan Mahmut Türbesi'ne dini merasimle ama birkaç kişilik cemaatle defnedilecektir.

Nazım Hikmet'e asırlar sonra meşhur destanını ilham ettiren Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin şimdi bu türbenin dış duvarlarından birinin dibinde, su borusunun hemen altında yatıyor. Üzerinde taş, yazı yahut o yerin mezar olduğunu gösteren tek işaret bile yok... Türbeleri Şeyh'ten birkaç metre ileride olan Sultan Mahmud'un, Abdülhamid'in ve Abdülâziz'in ziyaretçileri de, her gün Bedreddin'in kemikleri üzerinde gezinmedeler.

Ve mezarları silinip giden yahut gurbet ellerinde kalan birkaç ünlü isim: Tanburi Cemil Bey 1916'da İstanbul'da öldü, mezarının yeri unutuldu. Hammamizade İsmail Dede Efendi 1846'da hacda öldü, mezarı kayboldu. Nazım Hikmet Moskova'da öldü, oraya defnedildi. Çerkes Edhem 1948'de Ürdün'de öldü, Şeria'daki Kabarday mezarlığına gömüldü...

Hepsinin ortak noktası, ‘‘bizim’’ insanımız olmalarıydı.

Arşiv farelerine hodri meydan

Birileri başbakanlık müsteşarının adını kullanarak gazetelerde düzmece bir açıklama yayınlattı ve Gülçin Telci'yle bana ‘‘Hodri meydan’’ dedi. Sebep, ‘‘Osmanlı arşivlerini kurtarıyoruz’’ bahanesiyle 1 trilyon liranın sokağa atılmasına engel olmamızdı. Restlerini görüyor, ben de ‘‘Hodri meydan!’’ diyor ve trilyonluk arşiv dosyasını asıl şimdi açıyorum.

Hafta başında bazı gazetelerin otuz küsuruncu sayfalarında küçük bir haber çıktı: Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Füsun Koroğlu Osmanlı arşivlerini ‘‘kurtarmak’’ için harekete geçmiş ama 'inanılmaz engellemelerle' karşılaşmış, bunun üzerine Başbakanlık Müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu sert çıkmış ve ‘‘Projeyi engellemeye çalışanlara açıkça hodri meydan diyorum’’ demişti.

Haberi okuduğumda ‘‘Türkiye'nin üst seviyedeki bir bürokratı bu şekilde ifadeler kullanmış olamaz’’ diye düşündüm ve demecin Yazıcıoğlu'na ait olduğuna hiç ihtimal vermedim. Başbakanlık'a yakın bazı dostlarımdan demecin müsteşara değil bir başkasına ait olduğunu, büyük ihtimalle de bir ‘‘hanım bürokrat’’ tarafından imâl edildiğinin Ankara'da konuşulduğunu öğrendim.

Bu açık meydan okuma beni yakından ilgilendiriyordu. Birkaç ay önce ortaya ‘‘Osmanlı Arşivleri Otomasyon Projesi’’ adı altında 1 trilyonluk bir israf programı atılmış ve projeye basından iki kişi karşı çıkmıştı: Ben ve Gülçin Telci... Dolayısıyla, muhatap bizlerdik.

‘‘Hodri meydan’’ nâralarıyla milletin bir trilyonunu sokağa atmaya azmedenlere yeniden hatırlatayım: Osmanlı arşivlerinin ‘‘kurtarılmaya’’ değil, ‘‘tasnif edilmeye’’ ihtiyacı vardır. Arşiv belgesi dünyanın hiç bir yerinde görüntülü bilgisayar ortamına alınmaz. Bilgisayara kaydedilen, arşivin sadece kataloğudur; belgeler mikrofilimlerde muhafaza edilir. ‘‘Arşivi kurtarıyoruz’’ yaygarasıyla trilyonluk ihaleler açmak, isimleri önceden belli bilgisayar şirketleriyle gireceği seçimin masraflarını nereden çıkartacağının derdini çekenleri zengin etmeye yarar. Böyle hayali projeleri mali denetimden kaçırmak için özerk statüsü olan Türk Tarih Kurumu'yla protokol imzalayıp devlet arşivlerinin yönetim yetkisini kuruma devretmek yasalara aykırıdır. Türk Tarih Kurumu Başkanı'nın geçenlerde İstanbul'daki Başbakanlık Osmanlı Arşivleri binasında ‘‘bilgisayarların konacağı yerleri’’ teftiş etmesi ise sadece işgüzarlık...

Saygın bir bürokratın adını kullanarak bendenize ‘‘hodri meydan’’ çekenlerin restini zevkle görüyor ve bir de müjde veriyorum: Amerika'da birkaç aydır devam eden tedavisi son derece iyi sonuç veren Gülçin eskisinden daha da sağlam olarak aramıza döndü, bir-iki haftaya kadar yeniden yazmaya başlayacak ve bu konuya eminim o da el atacak...

Evet efendim, bizlerden de hodri meydan!.. Trilyonluk arşiv dosyasını asıl şimdi açıyoruz!.. Nerde kalmıştık?

Şam'daki sürgünler mezarlığı

Yavuz Sultan Selim'in 400 küsur sene önce Şam'da inşa ettirdiği caminin caddeye bakan tarafında, caddeyle bahçe duvarı arasında bir ‘‘sürgünler mezarlığı’’ vardır ve sürgünde can vermiş birçok Osmanlı burada yatar.

Mezarlığın ilk sakini, son padişah Sultan Vahideddin'dir. Dünyaya 1926'nın 16 Mayıs akşamı Akdeniz sahilindeki küçük bir İtalyan kasabasında, San Remo'da veda eder; esnafa olan borçları yüzünden cenazesi bir ay boyunca hacizli kalır, kızı Sabiha Sultan küpelerini satar, haczi kaldırtır ve cenaze binbir macerayla Suriye'ye gönderilip Şam'a defnedilir. Ucuz bir işçilik eseri olan mermer lâhdinin etrafında Ayete'l-kürsi, alın kısmında da ‘‘Huve'l-hayyu'l-baki. Es-Sultan ibnu's-Sultan es-Sultan Muhammed Vahideddin Hân-ı Sâdis ruhuna fâtiha. Velâdeti 21 Şubat 1861 (20 Receb 1277) - Vefatı 16 Mayıs 1926 (18 Zilhicce 1345)’’ yazılıdır. Bugünün Türkçesiyle ‘‘Ölümsüz olan sadece Allah'tır. Sultan oğlu sultan oğlu Altıncı Sultan Mehmed Vahideddin Han ruhuna fatiha’’.

Caminin arka bahçesi zamanla bir aile ve sürgünler mezarlığına döner. Türkiye'ye girişlerine izin verilmeyen Osmanoğulları, hükümdarların damadları, gelinleri ve bazı paşalar buraya defnedilir, sakinlerin sayısı 26'ya çıkar.

Bugün Türkiye'deki padişah türbelerinden sonra gelen en büyük hükümdar mezarlığı, Şam'daki Sultan Selim Camii'nin işte bu avlusu. Mezarlarla Suriye Vakıflar Bakanlığı'ndan aylık alan bir aile meşgul oluyor ve türbedarlık babadan oğula geçiyor.






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!