Güncelleme Tarihi:
Devlet eskiden faizlerin üstüne otururdu
Faizlerdeki düşüş piyasaları şaşırtıp durgunlaştırdı. Aslında hiç şaşırmamalı, aksine geçmişe göre mesafe katetmemizden dolayı memnun olmalıyız. Zira faizleri düşürmek yerine hiç ödememek, bizde eski adettir...
Faizler birkaç puan düştü, enflasyon inişe geçti, Güneş Taner faizlerin önümüzdeki ay daha da aşağılara çekileceğini söyledi ama böylesine beklenmedik düzelmelerin yaşanması piyasalara durgunluk getirdi.
Aslında hiç telâş etmememiz, aksine memnun olmamız gerekirdi, zira son gelişmeler devletin faiz anlayışında önemli bir değişiklik olduğunu ve faiz ödemeleri konusunda geçmişe göre büyük mesafe katettiğimizi gösteriyordu.
Faiz meselesi, bizler için bir buçuk asırlık bir dertti. Devlet dara düştüğü zaman ilk çare olarak borç alma yoluna gider, içeriye ve dışarıya borçlanır, şahsi tasarrufları da elde edebilmek için sık sık tahvil çıkartırdı. Bu iş devridaim halinde sürüp gider, faizler yükseldikçe yükselir, birikir, içinden çıkılmaz bir dert halini alır, devlet nihayet bir çare bulur ve çare faizleri ‘‘ödememek’’ şeklinde olurdu...
1875'teki faiz operasyonunda yapıldığı gibi:
Tahtta Sultan Abdülâziz vardır, Mahmud Nedim Paşa sadrazamdır, devlet ise berbat haldedir... Ekonomi seneler öncesinden çökmüştür ve Babıali için borçlanmaktan, bu iş için de ‘‘konsolid’’ denilen yüksek faizli hisse senedi çıkartmaktan başka çare yoktur.
Devleti idare eden paşalar ise, bir başka âlemdedir. Herbiri bir Avrupa devletine yaslanmıştır ve birbirlerinin kuyusunu kazmakla meşguldürler. Sadrazam Mahmud Nedim Paşa'nın arkasında, Rusya'nın İstanbul daki sefiri Prens İgnatiyef vardır, bu yüzden halk arasında ‘‘Nedimof’’ diye anılımakta, maharetlerle örülü rüşvet hikâyeleri dilden dile dolaşmaktadır. Meselâ Ruslar'dan bir defasında rüşvet olarak birkaç düzine Kırım ineği almış, sürüyü çiftliğine yollamış, ineklerin sütlerinden yapılan peynirlerin bir kısmını da padişahın kendisi aleyhinde bir teşebbüs yapmasını engellemeleri için saray kadınlarına dağıtmıştır.
1875'in sonbaharında konsolid faizlerinin vadesi gelmiştir ama hazine tamtakırdır. Nedim Paşa Rus Elçisi İgnatiyef'ten derdine deva bulmasını ister ve ‘‘faizlerin yarısını öde, öbür yarısını da ödeme’’ tavsiyesini alır. Aynı gün öğleden sonra hükümeti toplar, Kâmil, Midhat, Savfet ve Maliye Nazırı Yusuf gibi o zamanın önde gelen paşalarını da karara ortak edip faizleri yarıya indiriverir. Karar ertesi sabah açıklanacaktır ve Nedim Paşa hükümetteki arkadaşlarının kendi tahvillerini bozdurup açıktan para kazanmalarını önlemek için hepsini alıp yalısına götürür ve geceyarısına kadar orada tutar.
Sarayın ve arkadaşlarının gözünde gerçi bir namus ve fazilet timsali olmuştur ama iş aslında hiç de öyle değildir: Tahvillerinin tamamını saatler öncesinden satmış, hatta bu işi tek başına yapmamış, binlerce tahvile sahip olan Prens İgnatiyef'le birkaç dostunu da karardan haberdar etmiş, piyasa çatır çatır çöküp İstanbul'da ocaklar sönerken Paşa ve arkadaşları köşeyi dönüvermişlerdir.
Bu faiz operasyonunun birkaç gün içinde bir diplomatik skandal halini almasının ve Nedim Paşa'nın devrilmesine kadar uzanmasının ayrıntılarına girmeyeceğim. Sadece şu kadarını söylemekle yetiniyorum: Faizlerin birdenbire düşmesinden telâşa kapılıp ekonomiyi durgunluğa sokmamıza hiç lüzum yok. Yapmamız gereken iş, ‘‘Bir zamanlar faizlerin üzerine oturan devlet şimdi oranları düşürmekle yetiniyor, böylece enflosyanı da aşağı çekiyor’’ deyip şükretmekten ibaret...
Faizler böyle cebellezi edilmişti
1875'in 6 Ekim'inde yayınlanan bu hükümet kararnamesiyle birkaç gün sonra ardarda çıkartılan iki tebliğ, Türk maliye tarihinin en önemli ama en şaibeli metinlerinin başında gelir. Devletin aczini gösteren ve iflâsının ilk adımı olan 6 Ekim Kararnamesi'nde bakın neler yazılı:
‘‘Devlet bütçesindeki açık herkesçe bilinmektedir. İşbu açık bu sene 5 milyon lirayı geçmektedir ve yeni bir incelemenin bu miktarın daha da yüksek olduğunu ortaya çıkartacağını gizlemeye lüzum yoktur. Yeniden borçlanmaya gidilmesi ise, açığı arttırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Hükümetimiz sermaye sahiplerine ve tahvil hamillerine vahim bir zarar gelmesine asla müsaade etmeyecektir. Bankaların hakları ve imtiyazları mahfuz kalmak şartıyla gümrük, tuz ve tütün gelirleri, Mısır vergisi ve bunlar da yetmediği taktirde diğer bazı vergi gelirleri teminat olarak tutulacaktır.
Hükümet bu kadar ciddi bir teminatın yaratacağı emniyeti sağlamak ve güvensizliği ortadan kaldırmak için beş sene içerisinde faizlerin yarısının nakden, yarısının da yüzde beş faizli tahvillerle ödenmesine karar vermiştir. Dolayısıyla kuponların bedelleri yarıya indirilmiş olup faizlerin sadece yarısı ödenecektir’’
Hafriyatçılar tam gaz işbaşında
Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü Prof. Dr. Ender Varinlioğlu'nun ‘‘yasaları çiğneyen arkeologlara yeniden kazı izni verilmesi’’ gerekçesiyle istifa etmesinin yankıları büyüyor. Kültür Bakanı İstemihan Talay, ‘Devam eden kazıların durmaması için bu yıl sadece uyarıyla yetinilmesini istedim’ diyor.
Geçen hafta, Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü Prof. Dr. Ender Varinlioğlu'un istifasından sözetmiştim. Prof. Varinlioğlu Kültür Bakanı İstemihan Talay'a gönderdiği mektupta bakanı ‘‘döneme göre değişen zamane müminlerine hoşgörü göstermekle’’ ve ‘‘dayatmalarda bulunmakla’’ suçluyor, yasalara rağmen kazı raporlarını yayınlamayan arkeologlara yeniden izin verilmesi için siyasi çevrelerin aracılık ettiğini söylüyor ve istifasını verip üniversiteye dönüyordu.
Yazıma çok sayıda olumlu tepki aldım. Birçok arkeolog, meslekdaşları ve hocaları olan Prof. Varinlioğlu'na gönderdikleri destek mektuplarının bir kopyasını da bana yolladılar. Bu arada Kültür Bakanı İstemihan Talay'dan faksla çok ilginç bir belge geldi: 12 adet arkeoloji profesörünün 10 Haziran günü bakana yolladığı bir mektup... Oluş Arık, Rüçhan Arık, Güven Bakır, Cevdet Bayburtluoğlu, Orhan Bingöl, Yusuf Boysal, Vedat İdil, Fahri Işık, Baki Öğün, Ramazan Özgen, Coşkun Özgünel ve Ümit Serdaroğlu, mektuplarında senelerdir bilimsel rapor yayınlamamalarının gerekçesinden hiç söz etmiyorlar ama Prof. Varinlioğlu'na yükleniyorlardı.
Arkeoloji hocalarının yasalarla emredilen kazı raporları yerine ihbar ve şikâyet mektupları yazdıklarını görünce işe daha bir derinlemesine gireyim dedim ve daha da ilginç belgeler elde ettim.
İşte, bu belgelerden öğrendiklerimin sadece birkaçı:
Bakanlık, mektupta imzası olanlardan biriyle mahkemelikti. Konu, arkeoloğun görevli olduğu koruma kurulundan herhangi bir yetki almadan birinci derecedeki bir sit alanını tek imzalı bir raporla üçüncü dereceye indirip inşaata açtırmasıydı. Dava Ankara 7. İdare Mahkemesi'nde devam etmekteydi, dosya numarası 1997 /1254'tü, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'nden Hukuk Müşavirliği'ne gönderilen 01.733 sayılı yazıda hadise bütün teferruatıyla anlatılmaktaydı. Ama bakanlık geçen hükümetler döneminde bu kişiye yeniden kazı izni vermekte her nedense beis görmemişti.
Bir başka arkeolog Bodrum Tiyatrosu'nu kazarken sahne binasının arkasından karayolu geçmesine göz yummuş; Evramos, Hacı Musalar ve Asos'ta da kazılar yapmış ve hiçbirinin raporunu yayınlamadığı halde eski bakanlardan birinden yeniden izin alabilmişti. Bir diğeri hakkında Atatürk'ün talimatıyla kazılıp ortaya çıkartılmış olan Alacahöyük'teki Hitit eserlerini tahrip ettiği yolunda 7 Mayıs 1998 tarihli ve beş imzalı bilimsel bir rapor vardı.
Bu yazıyı hazırlarken Kültür Bakanı İstemihan Talay'la konuştum. Bakan, Genel Müdür Prof. Varinlioğlu’nun kazı heyeti başkanlarına gönderdiği uyarıda yeralan izinlerin iptali kanusunun uygulamaya konmasını ‘Önceki hükümetler döneminde verilmiş olan izinlere dayanılarak devam eden kazıların birdenbire durmasına engel olmak’ maksadıyla önümüzdeki yıla ertelemek istediğini söyledi. ‘Bir yönetim dengesi kurmaya çalıştım. İzinlerinin birdenbire iptal edilmesi cezalandırılmaları anlamına gelecekti. Bunun yerine müeyyideleri uygulayalım ama önce ihtar edip kararı gelecek yıl verelim’ dediğini ve üniversite hocaları arasındaki hassas ilişkilerin içinde taraf olmak istemediğini anlattı.
Kültür Bakanı, özetle ‘Kazıların durmasına yol açmamak için ceza vermekten kaçındım’ derken haklıydı...
Ama ben herşeye rağmen arkeolojinin ‘‘profesör’’ unvanı taşıyan bazı kişiler tarafından kazı yerine ‘‘eşelenme’’ye çevrildiğini, yaz aylarında devlet ve sponsor kesesinden otlanma vasıtası haline getirildiğini öğrendiğim için üzgünüm.
Harvard yeniden Ayvalık'ta
Dünyanın sayılı bilim merkezlerinden biri, yeniden sessiz sadasız Türkiye'ye geldi: Harvard Üniversitesi'nin geçen yıl Ayvalık'ın Cunda Adası'nda açtığı ‘‘Yoğun Osmanlıca Yaz Okulu’’nda dersler tekrar başladı.
Harvard'ın Türkoloji bölümünde okuyan öğrenciler bir haftadır Cunda'da Osmanlıca'nın en karmaşık yazı türlerinden divan edebiyatına, kadı sicillerinden din bilimlerine, Osmanlı sanatından Türk mutfağına kadar bizimle ilgili hemen her konuda ders görüyor. Amerika'da başladıkları eğitimi burada sekiz hafta boyunca daha yakından ve yerinde görerek öğrenecek, sonra elyazması kitaplıklarında uygulama yapacaklar.
Harvard'ı Türkiye'ye getiren Profesör Şinasi Tekin'den daha önce söz etmiştim. Dünyanın sayılı türkologlarındandı ve 30 senedir Harvard'da hocalık ediyordu. Türkoloji öğrencilerinin Türkçe'yle Türk kültürünü yerinde, yani Türkiye'de öğrenmelerinin hayalindeydi ve hayalini geçen sene gerçekleştirdi. Amerika'daki evini rehine koyup vakıf kurdu, Ayvalık'ın Cunda Adası'nda satın aldığı eski Rum evini ‘‘Osmanlıca Yaz Okulu’’ haline getirdi, Bursa'nın Uludağ Üniversitesi'yle işbirliğine girdi, okulu Amerikan Eğitim Bakanlığı'yla bizim YÖK'e onaylatıp faaliyete geçirdi ve bütün bunları Ankara'dan tek kuruş yardım görmeden, sadece kendisi gibi sayılı türkologlardan olan eşi Dr. Gönül Tekin'in desteğiyle yaptı.
Yedi asır önce yaşamış olan Aşık Paşa, devrinin aydınlarına ‘‘Türk diline kimseler bakmaz idi’’ diye seslenmişti. Tekin çiftinin, Aşık Paşa'nın sözlerini uzak bir kıtada başlatıp Cunda'da noktaladıkları emekleriyle 700 yıl sonra tekzip etmenin mutluluğu içinde olduklarına eminim.