Güncelleme Tarihi:
Bir başka Kalemli vakası 80 yıl önce yaşanmıştı
Meclis başkanlarının ev merakı yüzünden başlarını derde sokmaları, bizde eski bir adettir. Türkiye, bugün Mustafa Kalemli'yi hedef alan suçlamaların bir benzerini bundan tam 80 yıl önce görmüş ve zamanın Meclis Başkanı Ahmet Rıza Bey'in sultan saraylarından birinin üstüne oturduğu iddia edilmişti.
Meclisteki inşaat muamması yakında aydınlanacak. Genel kurul savcılığın fezlekesini kabul ederse Mustafa Kalemli'nin dokunulmazlığı kalkacak ve yolsuzluk yapılıp yapılmadığına artık mahkeme karar verecek.
Dava ihtimalinin ve Kalemli'nin Mesa-Nurol ortaklığından kızına alıp sonradan iade ettiği daire konusunun yeniden gündeme gelmesi, bana İstanbul basınını 80 küsur yıl önce meşgul eden benzer bir olayı hatırlattı: O zamanın Meclis Reisi Ahmet Rıza Bey'in bir sultan sarayının üzerine oturmakla suçlanmasını...
Ahmet Rıza Bey, geçmişin meşhur politikacılarındandı. Avrupa'da senelerce sürgünde kalmış, Jön Türkler’in liderlerinden olmuş, 1908 Meşrutiyeti'nden sonra döndüğü İstanbul'da kahramanlar gibi karşılanmış, meclis ve senato başkanlıkları yapmıştı.
Bir sultan sarayının ‘‘üzerine oturduğu’’ iddiaları, 1912'de ortaya atıldı...
Sultan İkinci Mahmud'un kızı Adile Sultan'ın Kandilli'deki sarayının, İkinci Meşrutiyet'in ilânından sonra kızlar okulu yapılmasına karar verilmişti . Ama bina boş değildi. O günlerde Avrupa'dan henüz dönmüş olan Ahmed Rıza Bey sarayın köşklerinden birini 36 liraya kiralamıştı.
İttihad ve Terakki iktidarının Maarif Nazırı Ahmet Şükrü Bey, 1912'de binanın boşaltmasını istediyse de, Ahmed Rıza Bey kımıldamadı. Şükrü Bey bunun üzerine Meclis'e hem bir önerge verdi, hem de tahliye davası açtı.
Asıl kıyamet, 1918 sonbaharında koptu...
‘‘Darüleytam’’ denilen yetim okullarının bütçeleri Meclis'te görüşülürken o zamanlar adı ‘‘Ayân’’ olan Senato'da konuşan Ahmet Rıza Bey okul bütçelerindeki açığa yolsuzlukların sebep olduğunu söyledi. Maarif Vekili Şükrü Bey ise Meclis kürsüsünden veryansın etti:
‘‘Ahmet Rıza Bey, kendi yaptıklarını söylemektedir’’ dedi. ‘‘Meclis Başkanı'na tahsis edilen dairenin eşyasını ve gümüş takımlarını götürmüş olan kendisiydi. Adile Sultan Sarayı bizzat padişahın emriyle okula verildiği halde Ahmet Rıza Bey köşklerden birine yerleşmiş ve mahkeme kararlarına rağmen çıkmamıştır. Benim aleyhimde sözler etmesinin sebebi, tahliye davasını benim açmış olmamdır...’’
Ahmet Rıza Bey, cevabını Senato'da verdi: Okul fikri onundu ve bu iş için İstanbul'un önde gelenlerinden 33 kişiyi toplayıp bir dernek kurmuştu. Karar padişa sunulmuş ama imzadan bir türlü çıkmayınca bina okula devredilememişti. Oturduğu köşkte önceleri sarayın harem ağaları yaşıyorlardı, binayı 36 liraya kiralamıştı, çıkması için mahkeme kararı istemiş, dava açılmış ve ‘‘fazla hakarete uğramamak’’ için yıkık dökük bir çiftliğe taşınmıştı.
Adile Sultan Sarayı konusundaki suçlamalar gene devam etti ama soruşturma önergesi mecliste görüşülemedi. Ahmet Rıza Bey'in siyasi hayatı her ne kadar pek parlak değilse de özel hayatında dürüstlüğüyle biliniyordu ve suçlamalar ‘‘karalama’’ diye yorumladı.
Olayın mekânının ve kahramanlarının akıbetine gelince: Adile Sultan Sarayı okul haline ancak 1916'da gelebildi, ‘‘Kandilli Kız Lisesi’’ olarak bilindi ve 1986'da bir yangına yenik düştü... Ahmet Rıza Bey hayata 1930'da İstanbul'da, yokluk içinde veda etti... Meclis Başkanı'nı sarayın üstüne oturmakla suçlayan Maarif Nazırı Şükrü Bey'e gelince: Sert politikacılığının yanında öğretmen okullarının yaygınlaşması ve işe yarar kitapların yayınlanması için gösterdiği çabalarla tanındı. 1926'da Mustafa Kemal'e karşı hazırlanan İzmir Suikasti'ne karışmakla suçlanıp idama mahkûm edildi. İnfazına şahit olanlar, taburesinin tekmelenmesinden hemen sonra boynundaki ipin koptuğunu ve bir başka darağacına götürülerek yeniden asıldığını anlattılar.
Geçinmek için kitaplarını satmıştı
Bugün adını sadece siyasi tarihçilerin hatırladığı Ahmet Rıza Bey, yüzyıl başındaki en namlı siyasilerden ve önde gelen aydınlardandı. Abdülhamid'e muhalif olması yüzünden gönüllü sürgüne gitti, uzun yıllar kaldığı Fransa'da Jön Türkler'in liderlerinden oldu, çıkarttığı ‘‘Meşveret’’ gazetesi önde gelen muhalefet yayını kabul edildi.
Türkiye'ye 1908'de, İkinci Meşrutiyet'in ilânından sonra ‘‘Meclis-i Mebusan Reisi’’, yani Meclis başkanı olarak döndü. Sürgün arkadaşlarıyla arası giderek açıldı ve iktidarı elinde tutan İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne karşı tek başına şiddetli bir muhalefet yürüttü. Vahideddin tarafından o zamanlar ‘‘Ayân Meclisi’’ denilen Senato'nun başkanlığına getirildi. Kurtuluş Savaşı yıllarını Fransa'da geçirdi. Türkiye'ye döndüğünde beş parasızdı. Zengin kütüphanesiyle arşivini Tarih Encümeni'ne sattı ve hayata 1930'da, bir hastahane odasında veda etti.
Bürokrat bilim adamının ibretlik istifa mektubu
Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü Prof. Dr. Ender Varinlioğlu, geçen hafta istifa etti. Prof. Varinlioğlu Kültür Bakanı İstemihan Talay'a gönderdiği ve bir kopyasını da Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit'e yolladığı istifa mektubunda arkeolojik kazılarla ilgili vahim iddiaları gündeme getiriyordu.
Kültür Bakanlığı, geçen hafta bir istifayla çalkalandı. Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü Prof. Dr. Ender Varinlioğlu, Bakan İstemihan Talay'a bir mektup gönderip arkeolojik kazılarla ilgili vahim bazı iddiaları gündeme getirdi ve görevinden ayrıldı.
Prof. Varinlioğlu kazılarda yasaların hiçe sayıldığını, işin bilgisizliğe, sorumsuzluğa ve vurdum duymazlığa teslim edildiğini söylüyor; bakanı ‘‘Döneme göre değişen zamane müminlerine hoşgörü göstermekle’’ ve ‘‘dayatmalarda bulunmakla’’ suçluyordu. ‘‘Arkeologlar ...kazacaklar ama yazmayacaklarsa, kazı döneminde kazı evinde ya da kendi yazlıklarında dinleneceklerse, yasayı hiçe sayıp yayın yapmayacaklarsa, bu, ...görevini dürüstçe yerine getiren bilim adamlarına haksızlık olmaz mı?’’ diyordu mektubunda.
Sonra ‘‘Profesörlüğe yükseltildikleri gibi kazı üstlenmeyi de başaran, ancak bilimsel yayına -olasılıkla- gücü yetmeyen kişilere izin verilmesini ...içime sindiremiyorum. Yurt topraklarını bilgisizliğe, sorumsuzluğa, vurdum duymazlığa kurban etmek yasaya ve ilkelerime aykırıdır. Yeraltındaki güzelim eserleri bunları değerlendiremeyen kişilere teslim etmek doğamla, eğitimimle, kişiliğimle bağdaşmaz’’ diye yazıyor, ‘‘Savunulan değerlerin ve özümsenmiş ilkelerin koltuktan çok daha önemli olduğunu’’ söyleyip istifasını veriyor, mektubun bir kopyasını da Bülent Ecevit'e gönderiyordu.
Prof. Ender Varinlioğlu'yla ne tanışmışlığım, ne de bir defa olsun görüşmüşlüğüm var. Ama Kültür Bakanı İstemihan Talay'ı bu iddiaların üzerine eğileceğinden emin olacak derecede tanıyorum ve merak ediyorum: Yasaları hiçe sayıp yayın yapmadıkları, kazı dönemini yazlıklarında geçirdikleri söylenen; bilgisizlikle ve sorumsuzlukla suçlanan, daha da önemlisi bakanlığın daire başkanlarına emir vermeye cüret eden esersiz ama torpilli arkeologlar kimler?
Bir Pera sevdalısının mükemmel kitabı
Adına ‘‘nostalji’’ denilen, geçmişe hasret dolu övgüler düzüp figan etmekten başka birşey olmayan o lüzumsuz davranıştan her zaman uzak durmuşumdur. Geçmişi öğrenmenin yaşanan zamana nerelerden gelindiğini anlayıp o anı değerlendirmeye yaradığına ve bu işte mazi hasretine yer olmadığına inanırım.
Son senelerde özellikle İstanbul'da ortaya çıkan garip semt nostaljileri bu yüzden bana hep bir acayip gelmiştir. Meselâ Beyoğlu'nu ilk defa 35'inden sonra görüp de enkazına şahit olanların ‘‘Pera’’ hasretine bürünmeleri, divan şiirinin tek kavramını bilmeyenlerin ‘‘Aman efendim, nerede o eski gazeller’’ edebiyatı yapmaları bence komik değil, sadece bence.
Prof. Dr. Nur Akın'ın yeni yayınlanan ‘‘19. Yüzyılın İkinci Yarısında Galata ve Pera’’ isimli kitabını son zamanlarda pek bir moda olan sulu Beyoğlu nostaljisinden uzak kalıp bilimsel seviyede kaleme alınmış olduğu için bir solukta bitirdim. Prof. Akın Galata'yla Pera'yı binalarından sakinlerine, mağazalarından yerel gazetelerine, yangınlarından sağlık tesislerine kadar akademik bir titizlikle inceliyordu ve yorumları artık nadir rastlanan bilimsellikteydi.
Mimari restorasyon hocası olan Prof. Dr. Nur Akın, büyük sanatkârların yetiştiği bir aileden gelir. Dedesi Refik Fersan, önde gelen besteci; babaannesi Fahire Fersan klasik kemençenin unutulmaz icracısıdır. Hem akademisyen, hem de bir sanatçı titizliğiyle kaleme alınmış olan ‘‘Galata ve Pera’’yı okuyunca, sanatın ırsi bir yetenek olduğuna yeniden inandım.