Güncelleme Tarihi:
Fatih'in Viagra formülü
Türkiye'de onbinlerce, belki de yüzbinlerce kişi kişi asrın harika ilâcı Viagra'nın yolunu gözlüyor ama Viagra bizde eskiden beri zaten bilinen, varolan bir ilâç... Kitaplıklarımız onun ve benzerlerinin reçeteleriyle dolu, hatta geçmişin en büyük hekimlerinin Fatih Sultan Mehmed için yaptıkları ‘‘Sultanî Viagra’’nın formülü bile elimizde...
Viagra son zamanların en gözde ilâcı oldu. Piyasaya verildiği gün eczaneler akına uğradı. Kanserin keşfedilmek üzere olan devası bile Viagra'nın gördüğü rağbetin gerisinde kalacak gibi...
Bu harika ilâcın gündemin ilk sıralarına yerleşmesi bana bizim ‘‘tarihî’’ Viagralarımızı hatırlattı. Geçmişte pek sıradan insanların değil ama zamanın önde gelenlerinin, meselâ sultanların, beylerin ve devletin öteki büyüklerinin sıkça kullandığı çeşit çeşit Viagraları... Sonra ‘‘Bu ilâç her ne kadar yeni bir buluşmuş gibi gösteriliyorsa da bizde asırlardan beri mevcuttur ve patenti bize aittir’’ diye düşündüm ve ‘‘yerli’’ Viagralardan sözedip terkipleri konusunda küçük ipuçları vermek istedim:
‘‘Bizim’’ Viagraların reçeteleri, ‘‘Bahnâme’’ denilen kitaplardadır. ‘‘Bah’’ sözü Arapça'da ‘‘şehvet’’ ve ‘‘cinsel ilişki’’; ‘‘nâme’’ de Farsça'da kitap demektir ve Bahnâme ‘‘cinsel konulardan bahseden kitap’’ mânasına gelir. İslam dünyasında, dolayısıyla da Osmanlılar'da vakti zamanında elden ele dolaşan ve bugün elyazması kitaplıklarında kolayca bulunabilecek eserlerdir bunlar...
En tanınmış ‘‘Bahnâme’’nin yazarı, 13. asrın önemli bilginlerden Nasıreddin-i Tusi'dir. Tusi'nin eseri asırlar boyunca benzerlerine kaynaklık etmiş, Türkçe'ye defalarca çevrilip hükümdarlara sunulmuştur ve en tanınmışı da İkinci Murad adına Musa bin Mesud tarafından yapılan çevirisidir. Osmanlıcanız varsa Süleymaniye Kütüphanesi'nin Esad Efendi kitapları arasındaki 2470 numaralı yazmayı ve İstanbul Üniversitesi Kitaplığı'ndaki 2706 numaralı eseri okursanız içinde daha nelerin yazılı olduğunu görürsünüz.
İşte, Nasıreddin-i Tusî Bahnâmesi'nin İkinci Murad için Musa bin Mesud tarafından yapılan tercümesinden iki ayrı ‘‘Viagra’’ tarifi:
‘‘...Eski zamanın bilginleri şöyle buyurmuşlardır: Demir dikeninin kökünü alalar ama kök yıllanmış ola. Sabaha kadar ezeler ve kök toza döne. Sonra bir buçuk dirhem Hindistan cevizi içini ayrı bir kapta dövüp topalak yağıyla karıştıralar. Hamama gireler, âletlerini sıcak suyla ovup önce demir dikeni köküyle iyice ovalar, üzerine de topalak yağlı ceviz içini merhem niyetine süreler. İlâç tesirini hemen o anda gösterir ve üç gün boyunca işe yarar. Lâzım olduğu zaman aynı ilâcı yeniden yapanlar faydasını derhal görürler...’’
Ve, Viagra'nın ‘‘harekete geçirdiği’’ yere değil, ele ve ayağa sürülerek sinir merkezlerini uyaran bir diğer ilâcın reçetesi: ‘‘...Tüyleri çıkmadan önce ölmüş bir serçe yavrusunu arı kovanının yanına bırakalar. Arılar ölmüş yavruyu gidip gelip soka. Sonra bir çömleğe koyalar, üzerine biraz fesleğen yağı ilâve edip iyice ezeler. Biraz daha yağ koyup melhem haline gelinceye kadar yeniden ezip bir şişeye boşaltalar. Şişeyi üç gün boyunca güneşe bırakalar. İhtiyaç vaktinde alalar, eski bir bez parçasına bulayıp el ve ayak parmaklarının arasına süreler. Daha şiddetli bir tesir istiyorlarsa el ve ayak bileklerine kadar süreler, ondan sonra işlerine bakalar...’’
Bunlar, yüzlerce yıl öncesinin yüzlerce Viagra tarifindan sadece ikisi... Fatih Sultan Mehmed için zamanının en gözde hekimlerinin hazırladığı reçete ise yandaki kutuda... Ama bir hususu sakın unutmayın: Bu tariflerin işe yarayıp yaramadıklarını ve daha da önemlisi zarar verip vermediklerini bilmiyorum, dolayısıyla denemeye kalkışacaklara peşinen söyleyeyim: Sorumluluk kabul etmem...
Uzun gecelerin sihirli macunu
Fatih Sultan Mehmed için özel surette hazırlanmış olan bu ‘‘Viagra’’ formülü şimdi Topkapı Sarayı Arşivi'nde, E.93 numarada saklanıyor. 15. yüzyıl Türkçesi'yle kaleme alınmış belgeyi günümüz diline aktarıp yayınlarken ‘‘meraklıları’’ yeniden uyarıyorum: Reçeteyi uygulamaya kalkıp da başınıza bir iş açacak olursanız, beni sakın suçlamayın.
İşte, belge:
‘‘Padişahın hazinesinden çıkmış olan ve işe yaradığı denenmiş olan işbu macun Arap ve Acem bilginleri tarafından Sultan Mehmed Han Hazretleri için yapılmış ve padişahın vefatından sonra iç ağalarından biri tarafından bir yolu bulunarak saraydan dışarıya çıkartılmıştır.
Bir kimsenin erkekliği azalırsa veya bir hatun doğuramaz olursa kırk gün ve gece işbu macunu yerse erkekse 15-20 yaşında yiğide, kadınsa on beş yaşında kıza döner. Vücudunda ne gibi illet ve maraz varsa hepsini defeder, çocuğu olmayan çocuk sahibi olur ve bu macun Allah'ın izniyle vücuttaki bütün bozuklukları alır. İlâcı denemek isteyenler akşamdan altı dirhem yerlerse, sabah idrarlarını yaparlarken idrarla beraber nelerin çıktığını görüp hayrete düşerler. Faydası bir gecede görülür.
Macunun içindekiler ve yapılışı şöyledir: Onar dirhem karanfil, kebabe fülfül tarçın. Beşer dirhem udü'l-kahir ve kereviz tohumu. Gene onar dirhem Mısır anasonu, ısırgan, havuç, şalgam, üzerlik ve turp tohumu, mastaki, sakız, sinameki, ak günlük, acıbadem yağı ve yirmi dirhem çörek otu. Bunların hepsi bir havanda iyice dövülür, beyaz bal ilâve edilerek macun haline getirilir, içine beş çekirdek miskle altmış dirhem şeker katılır. Bir kâseye konur, sabah ve akşam altışar dirhem yenir. ...Yendiği sırada bazı duaların okunması ve temiz olunması şarttır’’ (Nâşid Baylav'ın ‘‘Fatih Sultan Mehmed Devrinde Te'lif, Terceme ve İstinsah Edilen Tıb Eserleri ile İlâçlar’’ından).
Kıbrıs arşivleri ne zaman açılacak?
Hafta başında Kıbrıs'a gittim, Lefkoşa'daki Yakın Doğu Üniversitesi'nde bir toplantıya katıldım. Türk üniversitelerinin önde gelen edebiyat tarihçileri aralıklarla Kıbrıs'ta oluyor, dekanlığını Doç. Dr. Bülent Yorulmaz'ın yaptığı Fen-Edebiyat Fakültesi'nde ders veriyorlardı. Meselâ eski Türk edebiyatının önemli hocalarından Prof. Dr. Günay Kut'la yeni edebiyatın bir başka önemli ismi Prof. Dr. İnci Enginün şu anda hem lisans, hem de master ve doktora talebesi yetiştiriyorlardı.
Bu isimlere öğrencilik etmenin şans olduğunu biliyordum ama işin bir başka tarafı beni bir hayli şaşırttı: Lisans üstü öğrencileri tezlerini Kıbrıs'ın geçmişi üzerinde yapıyorlardı, bu iş için öncelikle çalışmaları gereken yer arşivlerdi ve her nedense arşivler araştırmacıya kapalıydı: Vakıflardan yahut Osmanlı zamanı Kıbrıs'ının belgelerinin saklandığı Milli Arşiv'den herhangi bir vesika alabilmek imkânsız gibiydi. Dolayısıyla işin tekniğini konunun en iyi hocalarından öğreniyorlardı ama öğrendiklerini uygulama imkânları yoktu.
Unutmayalım: Kıbrıs'taki Türk varlığının bugüne kadar bir türlü yazılamamış olan ayrıntılı tarihiyle sanattaki geçmişinin kaleme alınmasının yolu adadaki Osmanlı belgelerini kilit altında tutmaktan değil, orada yetişen genç araştırmacılara açmaktan geçer.