Güncelleme Tarihi:
Bu kiraya bu kanun az bile
Vakıflar'a ait gayrımenkullerin kiralanma şartlarını değiştiren yasa Resmi Gazete'de yayınlandı. Kiracılar vakıf mallarının bu yasadan sonra mafyanın eline geçeceğini söylüyorlar ama Mısır Çarşısı'nda Vakıflar'a ait bir dükkânın kirasının ayda 33 milyon lira olduğunu görünce ‘‘Bu kanun az bile’’ diyorsunuz.
Resmi Gazete'de geçen 27 Ocak günü dört maddelik kısa bir kanun yayınlandı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait gayrımenkullerin kiralanma şartlarıyla ilgiliydi; Meclis'ten sessiz sadasız geçmiş, Resmi Gazete'de de aynı sessizlikle çıkmıştı ama yankısı gürültülü oldu...
Vakıflar'ın kiracısı olan işyeri sahiplerinin şimdi tamamı ayakta... Kanundan yakınıyor, hukuka aykırı olduğunu, ‘‘vakıf gayrımenkullerinin bundan böyle mafyanın eline geçeceğini’’ söylüyorlar... Kiracılar vakıflardan sorumlu Devlet Bakanı Metin Gürdere'yi heyetler halinde ziyaret edip kanunun iptal edilmesini isterken bazı şehirlerin esnafı protesto yürüyüşleri yapıyor...
Böylesine tepki yaratan yeni yasa bakın neler getiriyor:
Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait bütün gayrımenkullerin kira sözleşmeleri kanunun yayınından üç ay sonra, yani 27 Nisan günü sona erecek. Genel Müdürlük kira bedellerini yeniden belirleyecek, kiracılara tebiğ edecek ama üçüncü şahıslara da haber verecek. ‘‘Filanca yerdeki dükkân kiralıktır, aylık kirası şu kadardır, daha fazlasını vermek isteyen varsa buyursun gelsin’’ diyecek, yani bir çeşit ihale açacak... Ama eski kiracılara ‘‘rüçhan’’ yani öncelik hakkı tanıyacak, ‘‘Bu parayı vereceksen kal, yoksa binayı boşalt ve çık git’’ diyecek...
İşte, kanunun kiracılara ‘‘gayrımenkuller mafyanın eline geçecek’’ dedirten tarafı burası, bu geçici 6. maddesi. Kiraların astronomik şekilde yükseleceğini, işyerlerinin ellerinden gideceğini ve ihale mafyasının vakıf mallarının üzerine oturacağını söylüyorlar.
Tepkileri hafta boyunca takip ettim, kiracıların haklı olduklarını düşündüm ve ‘‘Zaten yüksek kira veriyorlardır, bundan sonra da kimbilir ne kadar vermeleri istenecek’’ deyip şu anda ödenen meblâğları öğrenmek istedim...
Öğrendim ve ‘‘Bu kiralara bu kanun az bile’’ dedim...
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün kiradaki işyerlerinin sayısı 19 bin civarındaydı. Türkiye'nin dört bir yanına dağılmışlardı, en önemlileri İstanbul'daydı, şehrin önde gelen ticaret merkezlerinde, meselâ Mısır Çarşısı'ndaydılar ve böyle bir merkezde aylık kirası sadece 33 milyon lira olan dükkân vardı... Vakıflar'a senelerdir hakim olan başıbozukluk kira politikasını altüst etmiş, fiyat dengesi namına hiçbirşey bırakmamış, Mısır Çarşısı'ndaki en yüksek kira 340 milyonu bulmuş ama bu 340 milyonluk yerin hemen ilerisindeki bir başka dükkân 33 milyon verirken bir diğeri 255, onun yanındakiyse 61 milyon öder olmuştu... Valide Turhan Sultan'ın 1660'larda yaptırıp vakfettiği Mısır Çarşısı'nda ve diğer gayrımenkullerde şimdi işte böyle bir kira adaletsizliği ve bu şekildeki komik kiralar hakimdi. Arada olan vakıf binalarına oluyor, kira gelirleri değil ayakta tutulmalarına, en basit tamirlerine bile yetmediği için yıkılıyor, yahut çöküyor, yanıyor ve peşpeşe ortadan kalkıyorlardı...
Vakıflardan sorumlu Devlet Bakanı Metin Gürdere'nin hazırladığı yeni kira kanununu ben bu yüzden destekliyorum. Eski kiracıların rüçhan haklarına itina gösterilir ve yönetimin bu şekilde günün şartlarına uygun hale getirilmesine devam edilirse bir daha ne Mimar Sinan'ın Süleymaniye'deki hamamının satılması ve ne de Yenikapı Mevlevihanesi'nin birkaç dakikada kül olması gibi hadiseler yaşanır.
Mevlevihanı yangını hâlâ inceleniyormuş!
Fetih sonrası İstanbul'unun ilk binalarından birini, Yenikapı Mevlevihanesi'ni geçen Mayıs'ta kül etmiştik...
Bina Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne aitti ve ‘‘teberrükat ambarı’’ yani eski eser deposu niyetine kullanıyordu. Emniyet Genel Müdürlüğü yangından hemen bütün Mevlevihane'den tam 3 bin 911 adet tarihi eşyanın çalındığını duyurmuş ve yurt dışına çıkartılmaları ihtimaline karşı her yeri uyarmıştı... Derken Refahyol hükümetinin vakıflar yönetimi yangının sorumlusunu bulmuş, işi Mevlevihane'deki bir gece bekçisinin üzerine yıkıp dosyayı kapamıştı.
Konu, sonra Meclis'e aksetti. ANAP İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı yazılı bir soru önergesiyle yangın konusunda karanlıkta kalan noktaları gündeme getirdi.
Önergenin cevabını Vakıflardan sorumlu Devlet Bakanı Metin Gürdere verdi. Metni Vakıflar yönetimi hazırlamıştı ve ‘‘konu inceleme safhasındadır’’ deniyordu. Mevlevihane'de saklanan tarihi eşyanın akıbeti de ortada yoktu, yangının geride bıraktığı soruların cevapları da...
Sizin anlayacağınız Yenikapı'dan giden gitmiş, gitmeyen daha doğrusu götürülemeyen yanmış, derken iş bir gece bekçisinin üzerine yıkılmış ve dosya kapatılmıştı...
Beş asır boyunca İstanbul'un önde gelen kültür merkezlerinden biri olan, Hamamizade İsmail Dede, Nasır Abdülbaki ve Ali Nutki Dedeler gibi sanatçıları çıkartan Yenikapı Mevlevihanesi'ne el Fatihaaa!..
Sahte imza korosu
Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu'nda garip işler olmuş. Şeflik için perde arkasından alaturka ayak oyunları yapılırken sahte imzalarla satış belgeleri düzenlenmiş ve sanatçılara resmi tehdit mektupları yollanmış.
Edirne'deki Devlet Türk Müziği Topluluğu'nda olup bitenlerden daha önce söz etmiştim. Topluluk sanatçıları geçen Kasım ayında Kültür Bakanı İstemihan Talay'a 17 imzalı bir dilekçe gönderip koro şefi Ayhan Sarı'dan şikâyetçi olmuşlardı. Sarı'nın koroyu içkili yerlerde çalmaya zorladığını, bakanlık onayı olmadan Edirne dışında ‘‘işe’’ götürdüğünü, kendisini ayakta karşılamayan sanatçıları izinsiz bıraktığını söylüyor; hemen her gün ‘‘Alt tarafı tek sesli müzik yapıyorsunuz... Sizin gibi küçük beyinliler bunları anlayamaz’’ gibisinden hakaretlere maruz kaldıklarını yazıyorlardı.
Kültür Bakanı bakanlık müfettişlerini Edirne'ye gönderdi. Soruldu, soruşturuldu ve sanatçıların haklı olduğu anlaşılınca şef Ayhan Sarı görevden alındı... Sonra bir başka olumlu iş daha yapıldı, genç bir sanatçı koronun başına vekâleten getirildi: Son dönem Türk Müziği'nin büyük isimlerinden birinin, geçen yıl kaybettiğimiz Bekir Sıdkı Sezgin'in oğlu Kudsi Sezgin...
Derken aradan dört ay geçti ve kaynaması bir türlü nihayet bulmayan Edirne'deki alaturka kazandan fokurtular yükselmeye başladı...
Sabık şef, idare mahkemesinden yürütmeyi durdurma kararı aldığını söylüyordu... İddiası doğruysa, hukuka inanan olan herkes karara saygı gösterirdi. Ama sabık şefin söyledikleri bu kadarla kalmıyordu: Çok yakında döneceğini haber veriyor ve ‘‘oymak’’la ilgili derin sözler ettiği işitiliyordu...
Sonra daha da vahim bir hadise yaşandı: Koronun arşivinde sabık şef zamanından kalma bir takım belgeler bulundu: Bir telefon santralı satın alınmasıyla ilgiliydiler ve üzerlerinde Ayhan Sarı'nın imzası dışında ne kadar imza varsa hepsi sahteydi... Birisi oturmuş, koronun tatilde bulunduğu günlerde sahte imzalarla yüz milyonlarca liralık alım belgeleri düzenlemiş ve satış muamelesini tamamlamıştı...
Müfettişler şimdi bu alaturka sahtekârlığı incelemekle meşguller...
Bütün bunları adı sabık şef tarafından prova odasına verildiği için genç sanatçıları bir kalemde harcayan ‘‘enişte’’ mahsulü sabık bestekârların, etrafa ‘‘Kültür Bakanı'na yollanan şikâyet mektubunda imzanız var mı, derhal bildiresiniz yoksa karışmam haaa!’’ diye resmi tehdit mektupları gönderen ‘‘yürümüş’’ şeflerin ve şimdilerde koro mensuplarına ‘‘Irmak’’ misali hakaretler yağdırıp duran idare müdürlerinin derlenip toparlanmaları için yazıyorum. Yazmaya da devam edeceğim ve yeri geldikçe saz alımındaki sahte imzaları, ‘‘yağdanlık’’, ‘‘şefe yağ çekmek’’, ‘‘koyun gibi davranmak’’ gibisinden hitaplarla dolu resm; yazışmaları ve bu şekilde ne kadar belge varsa hepsini yayınlayacağım.
Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu'nu babalarının çiftliği zannedenler sakın unutmasınlar: Bu topluluk sahipsiz değil!..
Tarihin ilk ‘‘padişah eserleri’’ konseri
‘‘Lâlezar’’ grubu, müzik yönetmenliğini kanuni Reha Sağbaş'ın yaptığı bir Klasik Türk Müziği topluluğu. Grup geçen çarşamba akşamı Cemal Reşid Rey Konser Salonu'nda güzel ve enteresan bir konser verdi: ‘‘Bestekâr Sultanlar’’.
Programda besteci Osmanlı padişahlarının 22 adet eseri vardı, 15. asır hükümdarı İkinci Bayezid'le başlıyor, son padişah Sultan Vahideddin'le bitiyordu. Böyle bir program Türkiye'de ilk defa icra ediliyordu ama ne yazık ki gerektiği gibi duyurulmamıştı. Önceden haberdar edilmediğim için ben de yazamamıştım, sanat ağırlıklı olması sebebiyle sanat sayfalarına yansımamıştı ve salonda çok az sayıda dinleyici vardı.
13 kişilik ‘‘Lâlezar’’ grubunun titiz icrasını dinlerken fraklı şeflerin devlet korolarını düşündüm. Lâlezar'ın sahnenin ortasına hoplayıp zıplayan, çalınan müzikle alâkasız, mânâsız işaretler yapan fraklı şefi yoktu. Müzik yönetmeni Reha Sağbaş kanunuyla sazendelerin arasındaydı ve grubu eski fasıl şeflerinin yaptığı gibi işaretle idare ediyordu. Ve en önemlisi hem nağme hem de ritim vardı, üstelik şov değil ‘‘müzik’’ yapıyorlardı.
Lâlezar'ın başta müzik yönetmeni Reha Sağbaş olmak üzere bütün üyelerini; İlhan Yazıcı'yı, Ahmet Erdoğdular'ı, Necmeddin Yıldırım'ı, Selma Sağbaş'ı, Filiz Şatıroğlu'nu, Gül Göle'yi, Ahmet Şahin'i, Ahmet Kadri Rizeli'yi, Fahreddin Yarkın'ı, Vahit Anadolu'yu ve aradaki çok güzel taksimleri için tanburi Murat Aydemir'le udi Ömer Şatıroğlu'nu kutluyorum.