Güncelleme Tarihi:
300 yıllık kayıp minyatür kitabı Kraliçe'de çıktı
Hind-Moğol hükümdarı Şah Cihan için yazılan ve 300 yıldan beri kayıp olan minyatürlü ‘‘Padişahname’’, Kraliçe Elizabeth'in özel kitaplığında çıktı. Bağımsızlığının 50. yıldönümü kutlamaları münasebetiyle Hindistan'da ve daha sonra Amerika'da sergilenen kitap yıl sonunda yeniden Kraliçe'ye dönecek...
Tam üç asır önce yazılmış, daha doğrusu ‘‘çizilmiş’’ bir kitabın sayfaları iki yüz küsur yıllık bir aradan sonra ilk defa geçen ay açıldı. Sayfalar bu yılın sonuna kadar açık kalacak, sonra kapanacak ve içinde yazılanlarla çizilenleri bir daha belki de kimseler göremeyecek...
Kitabın adı, ‘‘Padişahname’’... 17. yüzyılda Hindistan'da hüküm süren ve Türk soyundan gelen bir hükümdarın, Şah Cihan'ın hayatıyla zaferlerini anlatıyor. Dünya üzerinde tek nüsha, yani bir başka kopyası yok, İngiltere Kraliçesi İkinci Elizabeth'e ait ve yazılması da macerası gibi hayli ilginç...
Şair, müzisyen, devlet ve bilim adamı Babür Şah'ın soyundan gelen Şah Cihan, 1628'de şimdiki Delhi'nin hemen yanıbaşında bulunan Agra şehrinde tahta çıkar. Savaşlarla ve iç isyanlarla dolu seneleri geride bırakıp Hindistan'ın en güçlü hükümdarı olduğu zaman, ailesinde nesillerden beri devam eden bir geleneği uygulamasının da vakti gelmiştir: Ataları gibi o da kendi döneminin tarihini yazdıracaktır...
‘‘Padişahname’’, Farsça olacaktır... Metni Abdülhamid Lahavri kaleme alır, o zamanın en önde gelen hattatı Muhammed Emin el Meşhedi nefis bir ‘‘talik’’ hatla kâğıda döker, aradan 300 küsur sene geçmesine rağmen renginden hâlâ hiçbirşey kaybetmemiş olan minyatürler de 13 ayrı sanatçının fırçasından çıkar...
1658'e gelindiğinde kitabın yazılması tamamlanmış ama minyatürler bitmemiştir. Şah Cihan o yıl tahtından olur ve yerini oğlu Evrengzib alır. Aşırı dindar yeni hükümdar Kur'an dışında hiçbir kitabın yazılmasına izin vermeyecek, minyatürü ‘‘dinden çıkma’’ sayacak, dolayısıyla ‘‘Padişahname’’ Evrengzib'in 1707'deki ölümünden sonra tamamlanabilecektir...
O dönem Agra ve Delhi için yıkım ve yağma yıllarıdır... Savaşlar sırasında şehirle beraber saray da talan edilir ve ‘‘Padişahname’’ de yağmaya uğrar... Luknov Mihracesi'nin eline geçer, 90 yıl boyunca Luknov sarayında saklanır ve 1799'da bir daha dönmemek üzere Hindistan'dan ayrılır...
Memleket artık İngiliz hakimiyetindedir... Zamanın Genel Valisi Lord Teignmouth günün birinde Luknov'u ziyarete gider, valiye şanına lâyık bir hediye arayan mihracenin gözü ‘‘Padişahname’’ye ilişir ve Lord'a takdim ediverir... Lord da Londra'ya, Kral III. George'a gönderir kitabı...
Yeniden Delhi’ye
‘‘Padişahname’’, işte o zamandan beri Londra'da... Müzelerde yahut kitaplıklarda değil kraliyet sarayında saklanıyor, bir kraldan ötekine miras olarak geçiyor... Şimdi Kraliçe Elizabeth'in şahsi malı ve Windsor Şatosu'ndaki kraliyet kütüphanesinde, bir camekânın içinde... Kapağı asırlardan beri ilk defa geçen aylarda açıldı: Hindistan'ın bağımsızlığının 50. yıldönümü münasebetiyle birkaç haftalığına memleketine yani Delhi'ye gönderildi, orada sergilendi; sonra bir başka sergi için Amerika'ya, Washington'daki ‘‘Freer and Sackler’’ galerisine yollandı ve yıl sonuna kadar orada kalacak. Derken yeniden Londra'ya, Windsor Şatosu'ndaki camekânına dönecek ve sayfaları bir daha kimbilir kaç asır sonra açılacak...
‘‘Padişahname’’deki 45 minyatürün on ikisi Amerika'da çıkan ama az sayıda basılıp sadece abonelere gönderilen çok özel bir dergide ilk defa geçen ay yayınlandı. Ben bu yayına ‘‘kral torunu’’ bir dostum vasıtasıyla sahip olabildim ve bazı minyatürleri bu sayfaya koyarak sanat tarihçilerimize ufak da olsa bir hizmet yapayım dedim...
Tarihin en büyük aşk armağanı
Şah Cihan tarihlere devlet adamlığından çok karısı Mümtaz Mahal'e olan ölmez aşkını ebedileştirmek için yaptırdığı bir eserle, Tac Mahal'le geçti.
Cengiz Han'la Timur'un soyundan gelen Hind-Mogol hükümdarı Cihangir'in oğluydu. 1592'de doğdu, 30 yaşında kardeşlerinden birini öldürüp babasına isyan etti, yenildi ve Bengal'e çekildi. Babasının 1628'de ölmesi üzerine Agra'da tahta çıktı ve ilk iş olarak ailesinin bütün erkeklerini kılıçtan geçirtti. Siyasi hayatı son derece kanlıydı, dengesizliklerle doluydu ve karısı Mümtaz Mahal'in 1631'de 14.
çocuğuna hamileyken can vermesiyle daha da kan dökücü hale geldi... Mümtaz Mahal'in mezarının üzerine mimarlık tarihinin belki de en büyük şaheseri olan Tac Mahal'i inşa ettiriyor ama kan ve sefahat içinde yaşıyordu... Gençliğinde babasına karşı yaptıklarının aynısına son senelerinde kendisi uğradı. Oğlu Evrengzib 1658'de Agra'yı işgal edip tahta oturdu. Şah Cihan önce saraya, sonra Agra Kalesi'ne hapsedildi ve sekiz yıllık bir hapisten sonra 1666'da, 74 yaşında öldü. Şimdi Tac Mahal'de, derin bir aşkla bağlı olduğu karısı Mümtaz Mahal'in yanında yatıyor...
Harvard'ın kitapları hamur olmayacak
Türk kültürü, tarihi ve sanatıyla ilgili 21 bin adet kitabın Harvard'da kâğıt hamuru yapılmak üzere olduğunu yazmamdan sonra yüzlerce kişi ve kuruluş devreye girdi. Şimdi, kitapların Türkiye'ye getirilip üniversitelere ve kütüphanelere dağıtılmasına çalışılıyor.
Geçen hafta Amerika'da kâğıt hamuru yapılmak üzere olan 21 bin adet kitaptan sözetmiş, ‘‘Bu kitapları kurtaralım’’ demiştim...
Okumamış olanlar için yeniden kısaca yazayım: Harvard Üniversitesi'nde hocalık yapan Prof. Şinasi Tekin dünyanın önde gelen türkologlarındı, Harvard'a geçen yaz Türkiye'de bir ‘‘Osmanlıca Yaz Okulu’’ açtırıp türkoloji bölümünü buraya getirmişti ve 1971'den buyana üniversitede Türk dili, edebiyatı ve tarihi konularındaki tam 70 adet temel kitabın tıpkıbasımlarıyla tercümelerini yayınlamıştı. İçlerinde Evliya Çelebi'nin orijinal metninden Sultan Abdülhamid'in Türkiye albümlerine, Ahmed-i Dai'nin ‘‘Çengname’’sinden ‘‘Saltukname’’ye kadar çeşit çeşit eser vardı. Her biri beşer yüz adet basılıyor, 200'ü dünyanın önde gelen üniversitelerine ve kitaplıklarına yollandıktan sonra geri kalan nüshalar Boston'daki bir depoda saklanıyordu... Şimdi tam 21 bin adet kitap vardı depoda...
Harvard geçen haftalarda depoyu bir başka iş için kullanmaya karar verince kitaplara da kâğıt fabrikalarında hamur olma yolu gözükmüştü... Yani tarihimizle ve kültürümüzle ilgili büyük boyda ve gayet şık baskılı tam 21 bin cild eser yok olmak üzereydi...
Konuyu geçen hafta gündeme getirmemden sonra yüzlerce e-mail ve çok sayıda fax aldım. Vakfından üniversitesine, derneğinden sıradan vatandaşına kadar herkes kitapların Türkiye'ye getirilmesi için birşeyler yapmak ve Prof. Tekin'le temas etmek istiyordu. Konuyla ilgilenmeyen tek bir yer vardı: Van'da opera kurmakla meşgul olan Kültür Bakanlığımız!..
En önemli girişim Bank Ekspress'in sahibi Korkmaz Yiğit'ten geldi. Yiğit, Harvard'la temas etti ve kitapları kurmuş olduğu ‘‘Korkmaz Yiğit Kültür ve Eğitim Vakfı’’ aracılığıyla getirtebilmek için Amerika'daki bir nakliye firmasından fiyat aldı.
21 bin adet kitap hamur olmaktan kurtulacak ve Türkiye'ye getirilip kütüphanlerle üniversitelere dağıtılacak gibi görünüyor. Akıbetlerinden sizleri gelecek hafta haberdar edeceğim...
(Prof. Şinasi Tekin'le temas etmenin yolunu soran yüzlerce mesaja tek tek cevap yollayamadığım için hocanın numarasını burada veriyorum: 00-1-617-585-87-96).
Çok sayıda yemek meraklısına: Türkçe'deki ilk basılı yemek kitabı olan ‘‘Melceü't-Tabbahin’’ isimli eseri Prof. Dr. Günay, Turgut ve Cüneyt Kut hazırladı. Kitap Unilever ve Duran Ofset tarafından yayınlandı ama piyasaya verilmedi. Geçen yılbaşında sadece protokole, basına ve Unilever'in personeline dağıtıldı. Şirket yetkilileri az sayıda basıldığını, bugün için satışa çıkartılmayacağını, piyasaya ancak ileride yeniden yayınlanması halinde verileceğini söylüyorlar. Doğan Hızlan'ın bugünkü yazısı da ‘‘Melceü't-Tabbahin’’ konusunda...
M. Şükrü TANDOĞAN - ANKARA: Osmanlı Devleti ‘‘Constantinople’’ sözünü bazı resmi belgelerde ve paralarda son dönemine kadar kullanmıştır. ‘‘Istanbul’’ yerine bu ifadenin kullanılmış olmasını ben asırlardır devam eden bir alışkanlığa bağlıyorum.
Şadan ÇİFTER - ESKİŞEHİR: Gönderdiğiniz belge Ertuğrul Vakfı'yla ilgili olarak Sultan Reşad döneminde Hafız İsmail Efendi adında bir şahsa verilmiş ‘‘berat’’tır ve ‘‘ferman’’ değildir. Dikkat ederseniz tuğrasıyla alt kısmının elyasızı değil baskı olduğunu görürsünüz. Bir aile yadigârıysa maddi değil manevi değeri vardır.